Söyleşi: Hilal TURAN
Türkiye’nin Osmanlı’dan sonra halledemediği bir milletleşme sorunu var. Milli normalleşmesinin içerisinde seküler-kimlik inşası sorunu var. Kimlik-siyaseti çıkmazı içerisinde Kürt sorunu var. Kürt sorunu içerisinde ise PKK meselesi var. PKK sorunu içerisinde bir terör sorunu var. Irak işgalinden bu yana bütün bu sorunlar bir Kürdistan meselesine işaret etmeye başladı. Şimdi “Kürt sorunundan Kürdistan sorununa” giden girdapta Irak’a yönelik bir operasyonu konuşuyoruz. Türkiye ya mezkur sorunun dinamiklerini ayrı ayrı idrak etmeyi deneyecek ya da Kürdistan sorunuyla ulusal, bölgesel ve küresel anlamda yüzleşmek zorunda kalacak. İki ihtimalin de boyutlarını Haşim Haşimi ile konuştuk. Haşimi terörün tırmandığı, Kürt sorununun yoğun olarak yaşandığı Cizre’de belediye başkanlığı yaptı. Dönemin acılarının en yakın şahitlerinden birisi. Daha sonra iki dönem Diyarbakır milletvekilliği de yaptı. Vekilliği sırasında Meclis Göç Komisyonu başkanlığı, Dışişleri ve İnsan Hakları Komisyonu, Cezaevlerinde İşkence Araştırma Komisyonu üyeliği görevlerinde de bulunan Haşimi, birinci elden bu yakıcı sorunu inceleme fırsatı bulan bir isim.
22 Temmuz seçimlerinden sonra Kürt meselesi nasıl bir noktaya geldi sizce? Kürt meselesinin ve bilhassa siyasi partiler bazında bakarsak DTP’nin 22 Temmuz öncesi ve sonrası konumu arasında ne gibi farklar var?
Aslında bağımsız seçimlere giren bir siyasi parti için Meclis’te grup kurabilecek sayıya ulaşması, başarı olarak kabul edilmeli. Ama geçmiş dönemlerde almış olduğu oya baktığımız zaman, son seçimlerde DTP’nin çok ciddi bir oy kaybına uğradığını, başarısız olduğunu görüyoruz. Bu başarısızlığın nedenleri ile ilgili birçok şey söylendi; ama bence en doğru tespiti bu kulvardan hukukçu Fırat Aydın Kaya yaptı. Kaya, DTP’nin seçim sürecinde sadece iki tarafa yani ya devlete ya da PKK’ya hitap eden bir politika ortaya koyduğunu söylüyor. Burada tabii halk yoktu; DTP derin güçlere oynadı. İkinci nedense, seçim döneminde genel tabanından çok, sadece kemikleşmiş kendi kitlesine (çizgiye) hitap etmesiydi. Yani bir yerde Kürt’ün Kürt’e propagandası diyebiliriz. Üçüncü neden de yerel yönetimlerin iyi performans göstermemeleriydi. Dördüncüsü ve bence en önemlisi sol mantaliteyle politika yapmalarıdır ki yıllardır zaten solla işbirliği içerisindedirler, seçimlerde ittifak kurarlar. Bu da ayrı bir tartışma konusu; çünkü seçimlerde gördüğümüz bir gerçek de solun bu partiye bir şey vermediği, tam tersine DTP’nin sola çok şey verdiğidir. Fakat bana göre en büyük handikap geleneksel Kürt halkının değerleriyle çatışan bir politika ortaya koymalarıdır. Bu durum net olarak halk tarafından çok iyi bir şekilde algılanınca ciddi bir başarısızlık ortaya çıktı diyebiliriz. Daha da önemlisi Abdullah Öcalan verdiği demeçlerde sürekli iki düşmandan bahsediyor. Bunlar ise Kuzey Irak’taki oluşumlar ve AK Parti. Bu bizlere birçok şeyi anlatıyor.
Peki, DTP’nin gösterdiği adaylar etkili olamadı mı?
Hayır. Çünkü belki de sandık başına ilk defa giden yahut bu son seçime kadar oy kullanmayan insanlar Meclis’e girdi. Bunu, ben gençlerin Meclis’e girmesine karşıyım anlamında söylemiyorum elbet. Ama böyle can yakıcı bir hadisede, en azından siyasi tecrübesi olan hikmet sahibi insanlar Meclis’e alınmalıydı. Yani teknik birçok da hata yapıldı.
AK Parti’nin bölgede adeta bir oy patlaması yaparak birinci parti olmasının anlamı sizce nedir? DTP bunu nasıl okudu?
Çok anlamlı elbette, bunu belirtmek lazım. Muhalefet partilerinin seçim propagandalarını adeta Kürtlere düşmanlık ve hakaret politikası üzerine inşa etmesi, seçim öncesinde AK Parti’yi güçten düşürme anlamında birçok toplum mühendisliği projesinin açık bir şekilde uygulanması -27 Nisan Bildirisi, Anayasa Mahkemesi’nin hukuki olmayan 367 kararı, bazı kurum ve kesimlerin AK Parti’ye hak etmediği ölçüde ağır eleştiriler yöneltmesi- AK Parti’ye ciddi bir oy getirdi. Bu muameleyi halk kendine yapılmış olarak gördü, bu şekilde algıladı ve bütün bunlara karşı olduğunu kendi oyuyla ortaya koydu. Dolayısıyla böyle bir sonuç ortaya çıktı. Çünkü halen bir kısım medyada şiddete dayalı olaylara bakarak Kürtlerin bölücü olduğunu, bölmek istediğini çok rahat bir şekilde yazabiliyorlar. Halbuki Suriye’de, Irak’ta, Türkiye’deki sınır boylarında yaşayan insanlar, Kürtler, Araplar da dâhil olmak üzere Türkiye’yi, Suriye’yi, Irak’ı konuşurken “hattın üstü”, “hattın altı” diye nitelendiriyorlar. Yani ortak bir kültür, coğrafya, gelenek, inanç değerleri var. Bunu gözden kaçırmamalıyız.
Yani ülke ismi kullanmıyorlar; hattın üstü, altı, öbür tarafı gibi ifadeler kullanıyorlar.
Son birkaç yıl hariç bırakınız geçmiş nesli, orta nesil dahi “serhat-binhat” tabirini kullanıyor ve Türkiye’den saygıyla, sitayişle bahsediyor. Bu aslında ciddi bir şans Türkiye için. Madem AK Parti’yi konuşuyoruz şu örneği vereyim: AK Parti’nin Diyarbakır’da, Malatya’da, Bitlis’te, Mardin’de, Ağrı’da aldığı seçim sonuçlarına bir bakın; Yozgat’ta, Konya’da aldığı oydan daha fazla. Bu hiçbir fikir vermiyor mu? Halen nasıl bu denli hamaset ve iki tutum arasında çekişmeye dayalı bir siyaset yürütülüp; yine bu yönde yayınlar yapılıyor doğrusu anlamak mümkün değil.
Peki DTP, AK Parti’nin seçim başarısını nasıl yorumladı size göre?
İyi okuyamadı. En azından seçim sonuçlarıyla ilgili analizini yaparken AK Parti’nin bölgede sadaka kültürü uyguladığını falan söyledi; yani kendi politikasının başarısızlığının farkına varmadı, varmak istemiyor belki. Yoksul kesimi sahiplenmeme birçok riski bünyesinde barındırıyor aslında. Yıllardır hükümetlerin PKK ile mücadele söylemlerine tanık oluyoruz; ama hiçbir hükümet bugüne kadar yoksul kesimin ve Kürt gençlerin durumuyla ilgili ciddi herhangi bir adım atmadı. Onlarca ekonomik paket açıldı; bu paketler fiyasko olmanın da ötesinde, güvenin kırılmasına sebep oldu. AK Parti tersini gerçekleştirdi. Eğitim, sağlık, kırsal kesime su ve elektriğin götürülmesi gibi pek çok konuda olumlu performans gösterdi. Halkın tepkisini çeken AK Parti’yi güçten düşürme adına yapılan toplum mühendisliği projeleri, bu bahsettiğimiz icraatlarla birleşince böyle bir tablo ortaya çıktı. Bu sürpriz değil. Bunun değerini bilmek lazım. Seçim sonuçlarına ilişkin şu tespiti de yapayım; Cumhuriyet döneminden günümüze değin belki de ilk defa Doğu-Güneydoğu halkı, bölgenin yerel dinamiklerinden ziyade desteklerini Ankara’ya, AK Parti’nin merkezine verdi. Bu en önemli unsur.
AK Parti Genel Merkezi’nden kastınız ne, biraz açar mısınız?
Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşanan baskılara karşı AK Parti’nin liderliğine, Genel Merkez’e destek verdiler.
O zaman DTP’deki krizin benzeri aslında AK Parti’de de mi var?
Bu Kürt meselesiyle ilgili. Kürt meselesi aslında AK Parti için ciddi bir şans; bunu da belirtmekte fayda var. Çünkü öyle görünüyor ki yerel dinamikler hem bölgemizde hem Ortadoğu bağlamında küçümseniyor. Kürt meselesi üzerinde bazı yerel dinamiklerin, siyasi kişilerin fonksiyonu bilinmiyor. Bu böyle bir risk elbette getiriyor. Ama bunun dışında verilen destek, AK Parti’ye ciddi bir avans, kredi ya da bir şans. Bunun riskinin de farkındayım elbet. Çünkü bütün partilerde olduğu gibi, AK Parti’nin de Kürt meselesiyle ilgili bilgileri sınırlı, bu meseleye fazla vakıf değiller.
Bu seçim sonuçlarıyla birlikte şiddet, PKK eylemleri ve operasyonlar ile birlikte tırmanmaya başladı. Son geldiğimiz noktada tarihi adeta geriye doğru gider bir halde bulduk, sanki 90’ların başlarında gibiyiz. En azından estirilen hava bu yönde. Seçim sonucuyla birlikte terör eylemleri niçin bu kadar arttı? PKK’nın amacı neydi? Bu hem DTP’yi hem de AK Parti’yi köşeye mi sıkıştırıyor, yoksa yeni imkanlar mı açıyor? Yani bu yeni stratejinin seçim sonuçlarıyla örtüşen ve örtüşmeyen yanları neler?
Bu sorunun nasıl gelişip büyüdüğünü, süreç içerisinde neler yaşandığını anlamak için biraz geçmişe gitmek istiyorum. Çünkü değişimler, açılımlar söz konusu. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar bölge ülkeleri Kürt meselesi konusunda hep müşterek hareket ettiler. Yani Kürtlerin ya inkarı, yokluğu veya Kürt meselesine ilişkin muhtemel hadiseleri, gelişmeleri, hareketliliği engelleme konusunda birlikte hareket ettiler; böyle bir strateji izlendi ve uygulandı. Türkiye’de bahsettiğim gibi mesele önceleri yok sayıldı, inkar edildi; bölge genelinde de bölge ülkeleriyle ilişkilerin dengesine bırakıldı. Çok şeyler değişmesine rağmen son Beşşar Esad’ın ziyaretinde bile biz bunu gördük. Yine sorunu ya askerlere ya da başka güçlere havale ettik. Bölgede hep dış dinamikler üzerinden hadiseye yaklaştık ve sorun haliyle büyüdü. Ancak özellikle son beş-altı yıldır AB sürecinde hızlı gelişmeler, değişimler yaşandı.
Peki, siz AB’yi biraz önce saydığınız o dış güçler içerisinde sayıyor musunuz?
AB ve ABD, Kürt meselesinde ana dinamik olmamalı; bu çok yanlış bir şey. Ama önce deminki hususu bağlamak istiyorum. Birincisi, AB süreci ve hükümetin açılımları; ikincisi de, Irak’ın ABD tarafından işgali sonrasında ortaya çıkan durum. Özellikle işgal sonrası Kürt meselesi çok daha fazla uluslararası bir sorun haline geldi. Bu iki temel başlık sebebiyle yeni gelişmelerin, yeni bir dönemin ortaya çıktığını görüyoruz. AB politikasına ilişkin olarak, şahsen hiçbir zaman başka coğrafyaların, başka ülkelerin, başka siyasi dinamiklerin bu meseleyle ilgili Kürtlerin hayrına olabilecek somut bir politikayı ortaya çıkaracağı görüşünde olmadım. Tamam, birçok şey bu süreç sebebiyle aşıldı, birçok tabu yıkıldı; ama sonuçta kesin çözüm getirmeyecek. Hatta belki birtakım tehlikeler de söz konusu olabilir. Yani AB ya da başka ülkeler tarafından sorunun çözümüne giden yolda adımlar atıldığı vakit, en azından bu ülkenin yurttaşı olarak “Kürtlerin bu sorununu AB çözdü” psikolojisi, “Batı’da dayattılar” anlayışı hâkim olacak. Bu bile aslında başlı başına polemik konusu olmaya aday bir husus. İkincisi zaten böyle bir kriz yaşandı. Kürt meselesiyle ilgili hem Türkiye’deki iç sorunla hem Irak’taki Kürtlerin durumuyla ilgili olaylarda birtakım mekanizmalar oluştu.
AB’nin kimlik siyasetinin Kürt sorununa ya da bölge insanına çözüm getirmeyeceği tezi birçok kişi tarafından dile getiriliyor. Siz “bunlar dışardan çözdüler” yaklaşımı yerleşecek diyorsunuz. Ama DTP’lilerde biz bu havayı pek görmüyoruz. Onlar adeta başka başkentler üzerinden bu meseleyi konuşuyorlar. Bu bir çözüm getirir mi?
DTP’nin bu konuyla ilgili kafası karışık, bunu görmek lazım. Ayrıca Avrupa’da yaşamış birçok Kürt aydın, Kürtlerin yaşam tarzından ve gerçeğinden habersiz. Çoğu, geleneksel Kürt halkının muhafazakâr, dindar olduğu gerçeğinin farkında değil; en azından bunu görmek istemiyor. Bu bir kere siyasetsizliği güçlendiriyor. Bu sürece baktığımız vakit DTP’de ne yapacağını bilmeme tavrının çok hâkim olduğunu görüyoruz. Politikalarının yetersiz olduğu, iyi bir performans göstermedikleri de açık. Fakat şunu da görmeliyiz ki, hâlâ DTP bu kulvarda siyaset yapan en güçlü parti. Burada tek istisna muhafazakâr ve dindar -ki Kürtlerin ezici çoğunluğu böyle- kesimler. Onlar DTP’nin alternatifi.
Peki, bunu ne kadar sürdürebilir? Mesela Doğu-Güneydoğu’da Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesine çok ciddi bir destek vardı. Ama DTP Meclis’te bu desteği göstermiyor.
İşte ben de kafaların karışık olduğunu izah etmeye çalışıyorum. Bunları bir eleştiri olarak yöneltebilirsiniz; ama bunları ortaya koyarken DTP’nin meşru bir parti olmadığı yaklaşımı doğru değil; bu yanlış bir anlayış. Özellikle son gelişmeler sebebiyle Meclis’ten, değişik kesimlerden veya medyadan DTP’yi dışlayan çok güçlü çağrılar var. Bunlar sıkıntı yaratıyor. Burada bir konuyu belirtmekte fayda var. Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın hemen seçim sonrasında Doğu-Güneydoğu’daki belediye başkanlarıyla görüşmesini son derece önemsedim. Yine bu son yakıcı hadiselerde Köşk’e davet edip DTP ile görüşme yaptı. Bunun devam etmesi lazım. İfade ettiğim gibi DTP’yi eleştirmek başka bir şey; DTP’yi dışlamak, yok saymak başka bir şey. Böyle bir politika DTP’nin içine kapanmasına sebebiyet verecektir. Onun için ben bu tür yaklaşımları çok sakat ve yanlış buluyorum.
İsterseniz süreci biraz hızlı geçelim ve şiddet olaylarına yeniden gelelim. Niçin PKK eylemlere başladı? Bunun seçimlerle alakası var mı?
Geçmişte -Refah/Fazilet dönemi hariç- hemen hemen diğer bütün partiler bölgede adeta tabela partisi haline gelmişti. AK Parti bu süreçte almış olduğu oyla bölge genelinde Refah’a da Fazilet’e de fark attı. Fakat bu son genel seçimlerde tablo ciddi manada değişti. AK Parti bölge genelinde DTP’den daha fazla destek aldı halktan. DTP’yi açıkça katladı, birinci parti oldu.
Bu PKK’yı rahatsız mı etti? Eylemlerin başlamasının nedeni bu mu?
Kürt meselesinde ciddi bir inisiyatif şansı geçti AK Parti’ye. Sorunun çözümüne giden yolu diri tutma anlamında bir güç ve inisiyatif sağladı bu durum. En azından halk bu şekilde algıladı. Geçmişte Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da yapmış olduğu açıklamalar var. Dönemin koşullarında bu açıklamalar yapıldığı için devletin birçok kurumlarında, kesimlerinde muhalefetten, ulusalcılardan ve medyadan ciddi eleştiriler yöneltildi. Aslında bu ciddi bir riskti; ama Başbakan bu riske girdi. Daha önceki genel başkanların, başbakanların yaptığı açıklamalardan çok daha ötede, çok daha geniş bir perspektifle Kürt meselesinin varlığını kabul etti. Yapılan icraatlar da halkta bu algıyı haliyle pekiştirdi. Dolayısıyla Kürt meselesinde inisiyatif başka coğrafyalardan, kurumlardan, yerlerden ziyade AK Parti hükümetine geçti. Son gelişmeleri bu çerçevede düşünmekte fayda var diye düşünüyorum. AK Parti sürecin içerisinde sürüklenecek mi? Yoksa ortaya bir irade koyacak mı? Bunu zaman içerisinde göreceğiz.
Ama bir ateşkes vardı; bu ateşkesi de biraz irdeleyelim isterseniz. Mayıs ayında bu ateşkes bir şekilde bozuldu. Bölge bunu biraz da komplo olarak gördü herhalde. Seçim öncesi bir komplo yaşanıyor diye düşündü.
Bölge halkı bir daha eski günlere geri dönmek, eski acıları tekrar yaşamak istemiyor. Çünkü gerçekten süreç içerisinde hepimiz çok ciddi bedeller ödedik, yorulduk, bıktık. Bölge halkı eski ortama dönmek istemediğini gösterdi. Uzun süren bir ateşkes dönemi yaşandı. Gerçi silahlar susarken, ateşkes sürerken, çatışma yaşanmazken herkes susmuştu. O dönemlerde siyasi zemin çok uygundu, AB süreci devam ediyordu, çatışma yaşanmıyordu, Kürt meselesi daha aklıselim ile tartışılabiliyordu; ama bu fırsat kaçırıldı. Ancak yeni kurulan bir hükümet de vardı. AK Parti’nin işbaşına gelmesinden 6-7 ay sonra KONGRA-GEL’in, hükümetin Kürt konusunda adım atmadığı gerekçesiyle ateşkesi bozduğunu basından öğrendik. Ardından Cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşanırken 18 Mayıs’ta ateşkesin bozulabileceği açıklaması yapıldı. Son olarak, AK Parti’nin seçimlerde almış olduğu oy potansiyeli sonrasında bu gelişmeler yaşandı. Kürt meselesi üzerinden AK Parti’nin zayıflatılmak istendiğine dair düşüncemi basında açıklamıştım zaten. Keşke yanılsaydık. Mevcut gelişmeleri bu şekilde değerlendirmek fazla komplocu olmasa gerek diye düşünüyorum.
Ama bu seçim sonrasında yaşanan eylemler AK Parti meselesini de aşan bir boyutta değil mi?
Ben Kürt meselesinde inisiyatif AK Parti’ye geçti, geçiyor, geçebilir derken bunları kastediyordum zaten. İnisiyatifin Türkiye’de olmasının pek çok kişi ve yönetimin işine gelmeyeceğini bilmemiz lazım. En can alıcı nokta şudur: Kürt meselesinde inisiyatif Türkiye’de kalmalıdır. Türkiye bu sorunu çözmek için niyetini açıkça ortaya koymalıdır. Başka ülkelerin bu mesele üzerinde tahkim edici bir rol üstlenmesinin önüne ancak bu şekilde geçebilir. Dış güçlerin, yani ABD, AB, İran, Irak ve Suriye’nin Kürtlere yönelik adımlarını boşa çıkarmanın yolu Türkiye’nin meselede inisiyatif almasından geçmektedir.
O zaman tezkere konusuna gelelim. Türkiye bu tezkereyi çıkarmalı mıydı? Niçin çıkardı? Mecbur mu kaldı? Çıkardıktan sonra bu tezkere Türkiye’nin elinde nasıl duracak?
Hükümet tezkereyi çıkarmak zorunda bırakıldı. Bu çok açık ve kesin. Çünkü başka çaresi kalmamıştı. Medya yayınları, iç kamuoyu baskısı, şehitlerin sürekli artması… Fakat burada üzerinde durulması gereken husus şudur: Niye tezkere meselesi hep Kuzey Irak üzerinden tarif ediliyor? Bu önemli. Hep Kürt hükümeti üzerinden tezkere konuşuluyor, tartışılıyor. Sanki bütün kötülüklerin ana kaynağı Kuzey Irak’mış gibi gösteriliyor.
Ama bu yeni bir şey biliyorsunuz. İlişkilerimiz bundan on yıl öncesine kadar oldukça iyi ve yoğundu. Ne oldu da biz bugün bu noktaya geldik? O tarafta ya da bu tarafta neler değişti?
Her şeyden önce Türkiye’deki Kürt sorununun Türkiye’nin bir iç meselesi olduğunun farkına varmalıyız. Bu son derece önemli. Tezkere meselesinde Barzani’den, Talabani’den çok sert açıklamalar geldiği de doğru. Ama biraz geçmişe bakmakta fayda var. Sanki biz o tarafı hiç eleştirmedik, hep olumlu yaklaştık, ilişki kurduk; ama bunlar sert açıklamalarla Türkiye’yi sıkıştırıyor imajı da oluşturuldu medyada. Oysa olay bu şekilde değil. Geçmişte onlara yönelik konuşurken, tartışırken biz hep kabile dedik, unsur dedik, aşiret dedik, şalvarlı dedik; hep aşağıladık. Üstelik bu süreç yaşanırken Kuzey Irak’tan gelen onlarca pozitif işbirliği, diyalog isteyen açıklamaları da görmedik. Koşullar sebebiyle sert bir-iki açıklama yapıldığı vakit de bütün meselenin müsebbibi olarak o bölgeyi hedef seçtik. Hatta Talabani ve Barzani’nin bölgemizde gitmedikleri, ziyaret etmedikleri komşu kalmadı; Türkiye hariç. Sezer döneminde adeta “Talabani’nin Çankaya’yı kirletebileceği” anlamına gelebilecek birtakım imajlar da ortaya koyduk. Bunları da görmek durumundayız. Adeta Irak işgali sonrası Türkiye’nin Kuzey Irak’la ve Irak’ın geneliyle kardeşçe ilişkiler geliştirmemesi için birçok güç devreye girdi. Elbette bütün bunlar karşılıklı bir kırgınlık, bir güvensizlik getirecektir. Ben başka bir şeye değinmek istiyorum. İki gündür “Türkiye’nin en çok satan gazetesi”ndeki köşe yazarını…
Ertuğrul Özkök mü?
Evet, Ertuğrul Özkök’ü ibretle okuyoruz. Ben Özkök’ün gizli ve örtülü Kürt düşmanlığından aleni Kürt düşmanlığına geçiş süreci olarak değerlendiriyorum bu son yazılarını.
Aynı Ertuğrul Özkök zamanında Türkiye Amerika’yla beraber Irak’ı işgal etmedi diye de oldukça ilginç yazılar yazmıştı. Aslında yalnızca Özkök meselesi de değil bu. Türkiye’deki medyanın bu açıdan değerlendirilmesi gerekir. Amerika’yla beraber Irak’ı işgal için oldukça yaygaracı yayınlar yapan medya bugün Amerika’nın istemediği bir operasyona destek veriyor.
İfade etmeye çalıştığım gibi, medya bölgeye ilişkin haberleri abartma, çarpıtma ve bir dezenformasyon içinde sunma gayretinde. Şimdi Kürtleri Amerikan işbirlikçisi ilan etmek Özkök için kolay bir şey. Kürtleri Ortadoğu canavarı haline getirme anlayışını da kendisi üretti zaten.
Burada bir ironi yok mu sizce? Ertuğrul Özkök Türkiye’deki Kürtleri Amerikan işbirlikçisi ilan ediyor.
Bu, ironinin de ötesinde bir şey. “Amerika sizi kurtaramaz” açıklaması yapıyor bugünkü yazısında. Oysa tezkere öncesinde Özkök’ün bir-iki arkadaşıyla Türkiye’deki Amerikan öncü kuvvetleri olduğu konusunda kamuoyu hemfikirdi. Özkök kendi günahını Kürtlere hakaret ederek temizleyeceğini zannediyorsa, toplum o kadar unutkan değildir diye tahmin ediyorum ve kendisini şiddetle kınıyorum. Bu tür anlayışlar ve yargılar Türkiye’nin yalnızca Kuzey Irak politikasında değil, Ortadoğu bağlamında da ters tepecektir. Bunlar Türkiye’ye zarar verir. Eğer son dönemlerde Türkiye Kuzey Irak’a yönelik kapsayıcı bir siyaset izleyebilseydi, ki herkesle diyalog kurabilme şansı çok güçlü idi, bugünkü durum böyle olmazdı. Ama Türkiye bütün siyasetini merkezî hükümet ve Türkmenler üzerinden şekillendirdi. Irak’ın toprak bütünlüğü siyaseti anlaşılabilir bir şey olabilir. Ama bunu yaparken mevcut yapıyı görmek durumundayız. Eski Irak yok, eski yapı yok. Irak’taki bu yeni yapıda en güçlü siyasi tarafların Şiiler ve Kürtler olduğunu fark etmeliyiz. Ayrıca Kürtlerin merkezî hükümet üzerinde çok ciddi ve belirleyici bir rolü olduğunu da biliyoruz. Bütün bunlar bilindiği halde, biz böyle görmek istemedik.
Diyelim ki tezkere son yaşanan PKK saldırısından sonra fiilî olarak hayata geçti ve biz sınırı geçtik. Bu operasyonun riskleri nelerdir? Kısa ve uzun vadede hem Türkiye içinde hem de dışında olabilecek muhtemel gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?
Bu soruya başka sorular da ilave etmek lazım. Büyük bir sınır ötesi operasyonla müdahalenin maliyeti ne olur? Güvenlik kaygıları açısından müdahale kimin işine yarar? Gelecekte kimin ekmeğine yağ sürer? Daha evvel çok acı yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Bu bağlamda “Kim dağda oğullarını, torunlarını kaybedecek, şehitler verecek; acıları büyütecek?” sorusunu sormamız lazım. Basında gördüğümüz, okuduğumuz kadarıyla bütün herkes söz birliği etmişçesine “bütün maliyetleri göze aldık” diyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil, olmamalı. Ne demek bütün maliyetleri göze alıyoruz? Zaten çok büyük acılarla sarsıldık. Bence bu noktada en acil olan şey, medyanın ve siyasetçilerin sakinleşmesidir. Bu bize doğru bir tespit yapma imkanı verecektir. Acılarımız üzerinde yapacağımız şeyler, acılarımızı ancak büyütür. Bu anlamda “bütün maliyetleri göze alıyoruz” yaklaşımını son derce yanlış buluyorum.
Muhtemel ciddi bir operasyon, kapsamlı bir müdahale gerçekten fiilî bir kötü durum ortaya çıkartabilir, başka müdahaleler, provokasyonlar olabilir. Bu da bölgeyi çok ciddi manada sıkıntıya sokar. PKK’nın ana kaynağının Kandil olduğu konusunda hemfikiriz; ama bu doğru değil. Ana kaynak coğrafyamızdır, Türkiye’nin içidir. Bir kere PKK’nın olduğu her yere savaş açarsak, savaş erişilemeyecek bir büyüklüğe ulaşır. Yani bu ülkenin asli sorunu içte; fakat çözümü dışarıda, Kandil’de, şurada burada arıyoruz. Bakınız İran da PJAK’la çatışıyor. Fakat bu konuda İran’ın sakin davrandığını, kendine güvendiğini pekâlâ biliyoruz. Bu çatışmalar sürerken İran nasıl bir yöntem uyguluyor? PJAK’la çatışırken niye Barzani’den, Talabani’den İran’a yönelik sert açıklamalar yapılmadı? İran bildirilerle ve özellikle o bölgede yaşayan Kürt halkını haberdar ederek “PJAK başka güçlerin kurmuş olduğu bir organizasyondur; ben kendimi müdafaa etmek durumundayım, nefsi müdafaa yapıyorum. Bu sebeple lütfen çatışma alanından uzaklaşın. Böyle bir şeye sebebiyet verdiğimiz için de onurlu Kürt halkından özür diliyoruz” diyor. Açıklama bu, fark bu, kendine güven bu. İran devleti böyle bir tavır ortaya koyuyor. Bu aşamada Türkiye’ye ise kapsamlı bir müdahale konusunda bütün dünya karşı çıktığını ifade ediyor. Ama en önemlisi Irak’ın kendisi buna karşı çıkıyor. Irak’ta yaşayan bütün yerel siyasi dinamikler (ITC hariç) buna karşı olduğunu ifade ediyor.
Yeri gelmişken Türkmen meselesine de değinelim isterseniz. Böylesi bir operasyon Türkmenlere ne getirir, ne götürür?
Yalnız Türkmenlere değil, genel olarak bölgeye bir istikrarsızlık getirir. Kapsamlı müdahale söz konusu olursa birtakım hadiselerin, gelişmelerin, fiilî durumların önü alınamazsa bölgedeki herkes ciddi manada sıkıntıya girer. Bir kere şunu görmemiz lazım. Çatışmacı siyaset sonuç getirmiyor. Baas rejimi bunun âlâsını yaptı çok büyük silahlarla; ama sonuç ortada. Esasen Türkiye’deki Kürt meselesiyle Irak’taki Kürt meselesi arasındaki farkı da ortaya koymak gerekir. Türkiye Kürt meselesi konusunda komşularından daha avantajlı konumda. Irak’ta Kürt meselesinde dönem dönem federal, otonom, özerk yönetim konuları gündeme gelebiliyor. Türkiye’de ‘Kürt’ kelimesi tabuyken, yasakken bunlar zaten konuşulabiliyordu Irak’ta. Nitekim bu konuda birtakım haklar da elde etmişlerdi. Fakat Türkiye’de bir Saddam çıkmadı. Bunu vurgulamak gerekiyor.
Ortadoğu’ya, yani Irak, Suriye, İran, Türkiye coğrafyasına baktığımız vakit bizi birbirimize bağlayan o kadar çok değer var ki. Bu değerler söz konusuyken başka coğrafyalardan güçlerin aramıza girmesi gerçekten acı verici. Bu coğrafyada yaşayan herkes herkesle akraba. Ahlakımız, kültürümüz, âdetlerimiz vs. ortak. Bütün bunlar unutulmamalı. Bu güçler kendi kurallarını ve kurumlarını yerleştirmeden gitmez; ama sonuçta bir gün gidecekler. Biz komşularımızla, kardeşlerimizle baş başa kalacağız. Bu diyaloğumuzu, ilişkimizi uzun süre zedeleyecek kırılgan bir noktaya getirmekten kaçınmalıyız. Bu meselelerde aklıselimle, kapsayıcı bir siyasetle ilişkilerimizi geliştirebilirsek Ortadoğu’da ve bölgede çok ciddi bir sinerji ortaya çıkaracaktır. Bu konuda inisiyatif Türkiye’ye geçerse, ki geçmeli bana göre, birçok sorunumuzu halledebiliriz. Burada bu sıcak gelişmeler yaşanırken; Türkiye bir kere Kuzey Irak’la ilişkilerinde neyi yapıp, neyi yapmayacağını açık bir dille ortaya koymalı. İkincisi bu beklentiyi, bu düşünceyi diğer taraftan da beklemeli. Ben eminim ki, oradaki yerel siyasi dinamikler de, oradaki güçler de bunu kabul edecektir.
Paylaş
Tavsiye Et