Ankara Havası
Ergenekon’dan çıkış; bir kez daha!
Ergenekon operasyonları başladığı andan itibaren kulağa çokça çalınan bir cümle var: “Efendim, bunlar (savcı, hükümet filan) Türk tarihine mal olmuş kavramlara saldırıyor, onların içini boşaltıyorlar.”
Neymiş, Ergenekon, tarihimizin önemli bir dönüm noktasına denk gelen, Türk milletinin yeniden var olmayı başardığı olayın konu edildiği destanın adıymış.
Hatırlanacağı üzere 1930’larda Osmanlı ve İslam dönemini aşıp Şamanist Orta Asya dönemine uzanmayı hedefleyen bir tarih tasavvuru maarif eliyle dayatılıyordu. Birdenbire Cengiz, Timur, Oğuz, Mete gibi isimler çocuklara verilmeye; hatta kurum ve yer adlarında Eti, Sümer, Hitit uygarlıklarına atıflar yapılmaya başlanmıştı. Öyle ki, İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol ordularının Ayn Calut Savaşı’nda Kutuz ve Baybars’a yenilen komutanlarından Esenboğa’nın adı Ankara’da havalimanına verilerek yaşatıldı.
Bu arada Mezopotamya uygarlıklarının türeyiş destanlarından mülhem türetilen efsanelerin en coşkulusu Ergenekon’du.
Fakat gel gör ki, Ergenekon, efsanedeki haliyle de pek matah bir şey değildi. Zira dişi kurt Asena’nın (Şimdiki gençler, Asena deyince, daha çok dansöz olanını hatırlayacaktır; bu da kurgusal tarih projesinin başarısı hakkında ipucu olsun!) peşine takılan Demirci ve onu izleyen Türkler, Ergenekon adlı doğal hapishaneden çıkmaya çalışıyordu.
Değişen pek bir şey yok; bugünlerde milletçe Ergenekon’un terör çemberinden çıkmaya çalışıyoruz.
Herhalde bir milenyum sonraki nesiller, bugün yaşananları İkinci Ergenekon efsanesi olarak anacaklar.
Tabii çıkışı başarabilirsek…
Tavsiye Et
Baygın Ekşi’den saygın kişi muhabbeti
Ankara Gölbaşı ve çevresinde gömülü cephaneler bulunduğu zaman “Susurluk cephaneliği” demişlerdi. Zira silahlar ve bombalara Susurluk sanığı özel harekâtçı İbrahim Şahin’in evinde ele geçirilen krokilerden yola çıkılarak ulaşılmıştı. İşi bilenler, bunun büyük resmi kamuoyunun dikkatinden kaçırmak isteyen odaklar tarafından yapılan bir manipülasyon olduğunun farkındaydı elbet.
İstanbul Poyrazköy’deki İstek Vakfı arazisinde çıkan cephanelik ise, insanda tamamen “laik” bir intiba uyandırıyor. En azından Susurluk ile ilgisi olmadığı kesin. Daha doğrusu, Susurluk ile ilgisi “büyük resim” içinde anlamlı hale geliyor.
Ne var ki, matbuat aleminde artık ekşi sözlük yazarı kadar bile dikkate alınmayı hak etmeyen Ekşi yazarın gülünç kaçan manipülasyon çabaları sürüyor. Amiral gemisinin dümenindeki Ertuğrul Kaptan ise böyle durumlarda havayı koklar; fırtınayı, bulutu yoklardı. Bu kez o da Ekşi yazar gibi yaptı; Dalan cephaneliğine dalıverdi.
Başladı mı bir baygın kişiden bıktırıcı saygın kişi muhabbeti daha!
Bir de “Bu kadarcık silahla ne olacak, darbe mi yapılacak, ordu mu donatılacak?” türü tahfifler yok mu; durumu, gülünç olmanın ötesinde sinir bozucu bir hale sokuyor.
Sorarlar adama: Uğur Mumcu cephanelikle mi katledildi? Birkaç gram plastik patlayıcı yetmedi mi?
Ya Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink ve onlarcası… Çakaralmaz bomba düzenekleri ya da tetiğe basınca mermiyi namludan fırlatabilen silahlarla öldürülmediler mi?
HSBC, Sinagog ve İngiliz Konsolosluğu saldırıları, gübre yapımında kullanılan malzemelerle imal edilmiş bombalar kullanılarak gerçekleştirilmedi mi?
Memlekette kaos çıkarmak, seçilmiş hükümeti devirmek için ordu kurmaya gerek yok.
Birkaç bomba patlatır, aydın öldürür; sonra da kalabalıkları sokağa döküp “kurulmuş ordu”yu göreve çağırırsınız, olur biter.
Siz de ne hikmetse en önde saf tutarsınız. Hem aydın cenazelerinde hem de darbe çağrılarında…
Tavsiye Et
Biraz da “Antalya Havası” olsun
Ankara havası denince akla daha çok Sincan’a özgü oyun havaları gelir. Antalya havası ise, sanırım “hava” sözcüğünün çok kullanılan anlamına daha yakın bir niteliği işaret ediyor. O bakımdan Antalya’nın havası yaz-kış Türkiye’nin genelinden farklıdır.
AK Parti adayı Menderes Türel’in belediye başkanlığını kaybetmesi şehrin siyasi havasını da epeyce değiştirmiş. Hatta Antalya’dan gelen seçim sonucu Başbakan Erdoğan’ın bile havasını değiştirdi; neredeyse “Bu halk mantıklı değil” benzeri Monşer, hadi adını tam koyalım, Onur Öymen tepkisi verdirtiyordu Başbakan’a.
Rastladığım pek çok Antalyalı, tuhaf bir biçimde, “Aslında Menderes’e oy verecektim, ama ezerek kazanmasın diye Hoca’ya (Mustafa Akaydın) verdim” diyor.
Zaten Türel’in kaybetmesinden çok, Akaydın’ın kazanması olay oldu. Antalya’da, CHP’liler arasında bile Akaydın’ın belediyecilikte herhangi bir başarı kazanamayacağını düşünenler var. Niye oy verdiklerini sorunca da Menderes Türel’in halktan kopuk, dar bir çevre ile ilişki kuran yöneticilik tarzından rahatsız olduklarını söylüyorlar.
Oysa Türel, ulusal basında çok olumlu bir belediye başkanı profili çiziyordu. Bunu da “imaj maker”lara ve ulusal basının önde gelen gazetecileri nezdinde yapılan reklâm çalışmalarına bağlıyor şehirdeki insanlar.
Nitekim tam o günlerde Vatan’dan Aydın Ayaydın, Menderes Türel’i Turizm Bakanlığı koltuğuna yakıştırıverdi.
Galiba “imaj maker”lar uğraşıp bir imaj çizerken, halk da çiziveriyor üstünü.
Hizmet versen bile alıyor; ama “üstü kalsın” diyor. Çizmiş bir kere…
Tavsiye Et
Başbakan’ın sabık basın danışmanı Akif Beki, en çok muhabirlerin akreditasyonunun iptali uygulamasıyla tartışılmıştı. Zaten Radikal’de köşe yazmaya başlayınca, durumu görmezlikten gelmedi; “masanın karşı tarafı”na geçer geçmez tavrını açıkladı: “Bireysel akreditasyona evet. Kurumsal akreditasyona hayır.”
Ancak Milliyet muhabiri Abdullah Karakuş, Ankara 9. İdare Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı ve akreditasyon kartının yenilenmesi için Başbakanlığa başvurdu. Mahkemenin kurumsal akreditasyon konusunda ne düşündüğünü bilmiyoruz; ama bireysel akreditasyon konusunda Beki gibi düşünmedi, özgürlükçü bir karar verdi. Sonuçta bu işi temizlemek, Beki’nin halefi Kemal Öztürk’e kalacak görünüyor.
Benim merakım ise başka: Genelkurmay karargâhına bireysel olarak da kurumsal olarak da giremeyen basın mensupları ve kurumları Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin kapısını aşındırsa, karar ne olur? Ya da karar yine “iptal” çıkarsa, sonuç ne olur?
Hani Akşemseddin ile II. Murat arasında geçen meşhur “Peder ne der, kader ne der?” muhabbeti vardır ya…
Asker ne der?
Tavsiye Et
Avicenna kadar başınıza taş...
Kurtuluş Kayalı Hoca’nın deyimiyle, hikâye şu: Başbakan Erdoğan’a Almanya’nın Hessen Eyaleti Başbakanı Roland Koch tarafından Avicenna Hoşgörü Ödülü verilecekmiş. Lakin “Bu adam kendi ülkesinde dahi hoşgörüyü sağlayamadı” deyu Almanya’daki partiler birleşip bu işe karşı çıkmış. SPD’nin Türk kökenli milletvekili Lale Akgün de Erdoğan’ın ödülü almasına karşı çıkanların başını çekiyormuş.
Buraya kadarı hakikaten hikâye oldu. Gerisi şöyle: Bu olaya pek sevinen Hürriyet, “Erdoğan Almanya’yı birleştirdi” başlığını attı ve “oh olsun” kıvamında bir üslupla Türk okurları haberdar etti.
Yalnız Hürriyet muhabiri (ya da editör arkadaş) boyunu aşan bir işe girişti ve Avicenna’yı Türk okurlara tanıttı. Nasıl mı?
Hürriyet’in cümleleriyle aynen aşağıdaki gibi:
“Hoşgörü ödülü olan Avicenna Ödülü adını 980-1030 yılları arasında yaşamış olan Persli tıp adamı ve filozof Aivcenna’dan alıyor.”
Yazım yanlışlarını boş verelim de, İbn Sina’dan bihaber bu arkadaşlara ne demeli?
Oryantalist desek iltifat olur.
En iyisi, yukarıdaki başlığı onlara ithaf etmek…
Tavsiye Et