Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2009) > Topluyorum > Cumhurbaşkanlığı öncesi derin sessizlik!
Topluyorum
Cumhurbaşkanlığı öncesi derin sessizlik!
 
Hrant Dink cinayetinin kararttığı siyaset ortamı içerisinde 301. madde tartışmaları, cumhurbaşkanlığı meselesi, yükselen milliyetçilik, erken seçim senaryoları, seçim öncesi ittifak arayışları vb. konular bir kez daha gündemimize girdi. Önce cumhurbaşkanlığı tartışmalarıyla başlayalım isterseniz.
Yaklaşık bir seneden beri cumhurbaşkanlığı meselesi Türkiye iç siyasetinin en hararetli tartışma konularından bir tanesi. Hatta hatırlarsanız defalarca bu tartışmaların Türkiye’de siyaseti kilitleme noktasına getirdiğinden bahsetmiştik. Türkiye siyaseti cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle zaman zaman son derece gerilimli anlara tanıklık etti. Bu gerilimin temelinde de AKP Genel Başkanı’nın ya da AKP’ye yakın bir başka ismin cumhurbaşkanı olma ihtimali yer alıyordu ve hâlâ da almaya devam ediyor. Ne var ki, hepimizin tahmini cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça bu gerilimin daha da artacağı yönündeydi. Nitekim Hrant Dink cinayetinin ardından böyle bir hava oluşacağı yönünde kimilerinde bir endişe kimilerinde bir beklenti oluştu. Fakat bu cinayet, cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde yeni bir gerilimi tetiklemedi.

Esasında cumhurbaşkanlığı sürecindeki Türk siyaseti beklediğimizden çok daha sakin bir hava içerisinde. Uzun zamandır konuşuyoruz, böyle bir sükûnet öngörmüyorduk. Bu sükûnetin nedeninin ne olabileceğini de sorgulamakta yarar var kanımca. Türk siyasi tarihini göz önünde bulundurduğumuz vakit böylesi kritik dönemdeki bu tarz bir sükunet ortamının büyük çatışmalar öncesi bir sessizlik olabileceğini de düşünebiliriz. Fakat bana kalırsa cumhurbaşkanlığı geriliminde taraflar bir anlaşmaya vardılar ve mevcut sükûnetin sebebi bu. Kavga edilecek bir şey kalmamış, tercih yapılmıştır. AKP tek başına iktidar olmak üzere tercih edilmiş görünüyor ve önündeki bütün engeller bertaraf ediliyor.

Bu sonuca nasıl varıyorsun?

Bakın, 301. madde etrafındaki bütün tartışmalara, Adalet Bakanı’na yöneltilen bütün suçlamalara rağmen Hrant Dink cinayeti sonrasında oluşan hava hükümetin aleyhine dönmedi, aksine hükümetin sağcı, milliyetçi muhaliflerini köşeye sıkıştırdı. AKP DYP ve MHP’nin barajı geçmemesine odaklanmış durumda. Zira ikisinin de oyu %11 ila 12 oranında. Hem DYP hem de MHP aleyhlerine dönen bu siyasi havayı okuduğu için, dayandıkları siyasal söylemin gerektirdiği tonda bir milliyetçi siyaset önerisinde bulunamıyorlar. Onun yerine, son derece yumuşak bir söylem tutturmuş durumdalar. Bu da pek çok seçmenin milliyetçiliğe bakış noktasında AKP ile DYP ve MHP arasında bir fark görememesini beraberinde getirdi. Bir süredir milliyetçi rakipleriyle baş edebilmek namına son derece riskli bir biçimde milliyetçi bir söylem tutturan AKP, bu söylemi usulca bir kenara bırakabilmiş oldu. Bir başka deyişle AKP, MHP’nin söylemine yakınlaşıyorken; şimdi MHP, AKP’nin söylemine yakınlaşıyor.

Anladığım kadarıyla AKP’nin tercih edildiğini söylüyorsun. Bunu nereden çıkarıyorsun? Kim tercih ediyor AKP’yi?

Sözü fazla uzatmadan söyleyeyim. Uluslararası sistem AKP’yi önümüzdeki dönemde de iktidarda görmek istiyor. AKP uluslararası sistem açısından tezkere krizi gibi birtakım istenmeyen gelişmelere sebebiyet vermiş olsa da işbirliği kurulabilecek en makul alternatif.

Bakın, Başbakan’ın Türkiye’de yatırım yapan ya da yapmayı hedefleyen uluslararası şirketlerin üst-düzey yöneticilerine yaptığı bir konuşma esnasında tekrar tekrar yerli-yabancı sermaye ayrımını kabul etmediklerini, tek bir sermayeden bahsedilebileceğini, onun da küresel sermaye olduğunu ve bu sermayeyi Türkiye’ye çekmek için ellerinden geleni yapacaklarını, bu noktada ülkedeki mevcut bürokratik oligarşiyle savaşacaklarını ilan etmesi benim için son derece sembolik.

Burada benim için sembolik olay şey şu: Türk toplumu Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, bu bürokratik oligarşi adı verilen oluşum dolayısıyla tabir caizse canından bezdi. Bu topraklarda yaşayanlar, yani bizler yıllarca bu bürokratik oligarşi nedeniyle devlet dairlerinde sersefil olduk. Bir sürü insan, birçok anlamsız bürokratik teamül yüzünden hastane kapılarında can verdi. Sayın başbakan, bu oligarşiden niçin halkının çektiği ıstırap söz konusu olduğunda şikâyet etmiyor da, yabancı yatırımcıların daha fazla ve rahat bir biçimde kâr elde edebilmeleri söz konusu olduğunda şikâyetçi oluyor. Bir de hükümetin başında bulunan bir ismin, bir başbakanın bürokrasiden, devletten şikâyet etmesi ne kadar da ironik değil mi? Herhalde bu, “kusura bakmayın, hükümetim, ama iktidar değilim” anlamına geliyor.   
Başbakan’ın bu beyanatı AKP’nin Türkiye’deki misyonunu çok iyi açıklıyor. Nedir bu misyon? Türkiye’yi yabancı sermayeyle bütünleştirmek. AKP kadroları bu misyonu neredeyse militanca gerçekleştirmekten kaçınmıyorlar. AKP’nin iktidarda olması bir de Ortadoğu’daki sıcak gelişmeler dolayısıyla istenen bir şey. Büyük Ortadoğu Projesi işlemeye devam ediyor. Çoğumuz bu projeyi salt askerî bir proje olarak telakki etme yanlışına düşüyoruz. Bu projenin özünde Amerikan tarzı bir toplum mühendisliği projesi vardır. Bunu ister modernleşme, ister Batılılaşma, isterse Amerikanlaşma olarak adlandırın fark etmez. Bu projenin içerisinde askerî ayak da var. Ancak projenin kültürel ve siyasi ayağı da bir o kadar önem arz ediyor. Bu noktada Türkiye’ye biçilen bir öncü rol var. Böylesi bir bağlamda koalisyonsuz, tek başına bir AKP iktidarı tercihe şayan bir durum. Bu konu hatırlarsanız bundan üç yıl önce Amerikalı üst-düzey siyaset danışmanlarının Türkiye’de Kemalistlerin değil de ılımlı İslamcıların tercih edilmesi gerektiği yönündeki açıklamaları vesilesiyle de gündemimize girmişti.
Söylediklerinin büyük bir kısmına katılıyorum. Ancak, şunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor sanırım. Bir kere Türkiye siyasetine az ya da çok aşina olanlar halihazırda herhangi bir dış gücün ittifak edebileceği bir siyasi aktör bulma noktasında pek fazla şansı olmadığını da görebilirler. AKP iktidarı öncesinde yaklaşık üç yıl Türkiye’yi bir koalisyon hükümeti yönetti. Bu hükümet hiçbir kritik konuda ortak bir irade sergileyemedi. Aralarındaki gizli mutabakat sanki sadece kadrolaşma konusundaydı. Onun dışında hükümet içerisinde kıran kırana bir mücadele söz konusuydu. Koalisyon partileri arasındaki çıkar çatışması, hem ülkeyi hem de uluslararası sistemi zor bir duruma soktu. Irak Savaşı öncesinde Türkiye’de bir tek parti hükümetinin iktidarda olması arzulanan bir durumdu. Tezkere kazası gibi gelişmeler yaşansa da önümüzdeki dönem için de uluslararası sistem açısından tercihe şayan başka bir alternatif hâlâ ortada yok. Ortadoğu, ABD ve İsrail’in İran planları dolayısıyla yeni gerilimlere gebeyken Türkiye’de bir koalisyon hükümetinin iktidarda bulunması inanın hiç de arzulanabilecek bir şey değil.
İyi de nihayetinde AKP, seçimle işbaşına gelecek ya da gelemeyecek. Amerika’nın Washington’dan seçimlere doğrudan müdahil olacak hali yok ya. Mevcut tabloya baktığımda ben AKP’nin durumunu sizin gibi parlak görmüyorum. Bir kere yapılan anketlerde hem DYP hem de MHP seçim barajının üzerine çıkabiliyorlar. Bunun yanında hepimizin göz ardı ettiği, ancak Türkiye’deki iktidar kompozisyonunu önemli oranda belirleyecek bir diğer gelişme de Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde DTP’nin alacağı oylar. Eski adıyla DEHAP, bağımsız adaylarla seçime girecek ve öyle görünüyor ki 40’ın üzerinde milletvekili sokacak Meclis’e. AKP, seçimden birinci parti olarak çıksa bile tek başına iktidar şansı olmayacak. Hatırlayalım; AKP, 2002 seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu illerinin neredeyse tümünde birinci parti olarak çıktı ve bütün milletvekillerini topladı. Bunun yanında bu seçimlere seçimin kaderini belirleyecek büyük bir genç nüfus katılıyor ve bu nüfusun çok büyük bir çoğunluğu MHP ve BBP gibi milliyetçi partileri destekliyor. Zaten Hrant Dink cinayeti öncesinde AKP liderinin milliyetçi bir söylem tutturmasının temelinde de bu genç nüfusu tavlama amacı yatıyordu. Şahsi kanaatim ne yazık ki seçim sonrasında bir milliyetçi cephe hükümeti ile karşı karşıya kalabileceğimiz yönünde.
Bir de cumhurbaşkanlığı meselesi duruyor önümüzde. Mayıs ayında bu tablo AKP açısından daha da kötüye gidebilir. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda seçim süreci AKP açısından son derece sancılı geçebilir. O nedenle doğrusunu isterseniz AKP’nin tek başına iktidar olacağını söylemek son derece erken bir değerlendirme olur diye düşünüyorum.
Milliyetçiliğin toplumsal planda yükseldiğini kabul ediyorum. Ne var ki milliyetçilik Hrant Dink cinayeti sonrasında siyasal temsil düzleminde neredeyse savunulamaz hale geldi. Normalde “Hepimiz Ermeni’yiz” vs. sloganlarının manipüle edilmesiyle milliyetçilik temelinde bir tür toplumsal hınç yaratıldı. Ancak bu hınç siyaseten temsil edilemez durumda şu anda. Böylelikle ne MHP’nin ne DYP’nin ne de BBP’nin AKP’ye fark atabildiğini görüyoruz. Aksine AKP bu süreçten kazançlı çıkıyor. Bu elim cinayet sonrasında Türkiye’de milliyetçiliğin siyasal temsilleri hep birlikte bir savunma psikolojisi içerisine girdiler. Söylediğim gibi bu AKP’nin önünü açan bir gelişme oldu.
Hrant Dink cinayeti sonrasında oluşturulmaya çalışılan anti-milliyetçi havanın siyaseten tersine sonuçlar doğurabileceği kanaatindeyim. Türkiye’de toplum, seçim sürecinde hep medyanın üzerine gittiği akım ya da partilerin peşinden gider. Tayyip Erdoğan’ı bugüne getiren, Türk medyasının onun aleyhine yaptığı yayınlardır.
Şu anda sistematik bir yönlendirme söz konusu. Bu yönlendirme MHP’nin sistem dışına itilmesi amacına matuf bana göre.
Ben bahsettiğiniz tarzdaki toplumsal mühendislik projelerinin toplum tarafından pekâlâ boşa çıkarılabileceğini düşünüyorum. Seçim meselesindeki en sancılı noktanın da burada açığa çıkacağı kanaatindeyim. MHP, 3 Kasım seçimleri sonrasında radikal bir milliyetçi dil kullanmaktan kaçındı, mümkün mertebe ortamı germemeye özen gösterdi. Fakat bir taraftan da bir başka ulusalcı damar, kelimenin tam anlamıyla ırkçı, paramiliter bir damar MHP’yi pasiflikle suçlamaya başladı. MHP içerisinde bu suçlamaları yapanlara göz kırpanlar var ve bunlar içerisinde partinin liderliğine oynayanlar da var. Bu ortam giderek MHP’yi bir yol ayrımına yaklaştırıyor. Ben önümüzdeki altı ayı MHP içerisindeki bu iç gerilimin belirleyeceğini düşünüyorum. MHP ırkçı bir söylemle bütünleşirse önümüzdeki dönem çok daha sancılı geçecektir. Çünkü MHP, Türkiye’de istediği an toplumsal ve siyasal tansiyonu yükseltebilecek bir hareket. Bence hâlihazırdaki tehlike, Türk milliyetçileriyle Türk ırkçılarının bütünleşme tehlikesi.
Orta sınıfın bu kadar hızlı bir şekilde eridiği bir ülkede milliyetçiliğin bu kadar dengesiz bir biçimde yükselmesi son derece normal. AKP son dört buçuk senedir orta sınıfın ayağa kaldırılması için hiçbir reel politika üretmedi. Ve bence AKP böyle yaparak kendi kuyusunu da kazıyor. Türkiye’de laik orta sınıflar bugün kendilerini güvende hissetmiyorlar. Irkçı bir milliyetçiliğe doğru kayıyorlar. AKP’ye destek veren muhafazakâr orta sınıfta ise tam bir kafa karışıklığı egemen. Fakat bu iki kesim arasında, yoksul ve eğitimsiz bir nüfus var ki bu nüfus günden güne büyüyor. Bugün eğitim açısından ortalaması ilkokul dördüncü sınıf olan bir ülke üzerine konuşuyoruz. Türkiye’deki yoksullaşma arttıkça milliyetçilik daha da tırmanacak. Eğer AKP herhangi bir sosyal politika üretmeyi beceremez ve orta sınıf yaratmayı başaramazsa o takdirde Türkiye Hitler’ini arayacak. Türkiye’nin güçlü bir orta sınıftan başka bir çıkar yolu yok. Yoksa cumhurbaşkanının o ya da bu olması bir yerden sonra hiç mi hiç önemli değil. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede 20 milyona yakın yeşil kartlı var. Bir başka deyişle temel ilaç ihtiyacını karşılayamayan devasa bir nüfustan bahsediyoruz. Bu yoksullaşma ve milliyetçi dalga giderek daha fazla AKP’nin aleyhine dönüyor.
Ne olursa olsun, ben en azından bugün için hiçbir sürecin AKP’nin aleyhine işlediği kanaatinde değilim. Nitekim AKP’nin önünü açacak bir diğer gelişmenin de Kuzey Irak’ta gerçekleştirilecek bir operasyon olacağını düşünüyorum. Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı arasında bu konuda bir görüş ayrılığı var. Genelkurmay Başkanlığı sınırlı bir operasyondan yana değil. Oysa hükümet göstermelik bir operasyondan yana ve bunun kendi inisiyatifi ile gerçekleşmesini istiyor. Eğer böyle bir gelişme olursa en azından önümüzdeki genel seçimde AKP’nin oyları artar. Bunun yanında bir de daha önce olduğu gibi ABD ve İsrail, PKK’nın Kuzey Irak’ta bulunan önemli isimlerini toparlar ve Türkiye’ye teslim ederse bu da AKP’nin önünü açacak bir başka gelişme olur. Geçenlerde PKK’nın fiilî lideri durumundaki Murat Karayılan’ın Fransa’da bir gazeteye verdiği bir demeçte ABD’ye büyük övgüler dizmesini de ben böylesi bir tehlikenin önünü almaya dönük bir hamle, bir mesaj verme kaygısı olarak okuyorum.
Kuzey Irak’a müdahale etmek hiç de kolay değil. Bence ABD mutedil Türk ve Kürt elitlerinden bir ittifak hazırlayacak. Biz meseleye Türk-Kürt çekişmesi gibi bakıyoruz. Oysa ana mesele Kuzey Irak’taki petrolden kimin ne kadar pay alacağıdır. Biz ABD’nin Kürtleri terk edeceğini varsayıyoruz. Bu mümkün değil. Bölgede denge oluşana kadar ABD’nin Kürtlere ihtiyacı var. ABD oraya petrolün üzerine oturmak için geldi. Mesele enerji meselesi ve ABD buradan dünyaya hükmetmenin araçlarını oluşturmaya çalışıyor.
Peki bu süreçte Türkiye’nin rolü hakkında neler söylenebilir?
MAVİ: Bugüne dek yaşanan iç kargaşalar Türkiye’nin içe kapanması, çevresiyle ilgilenememesi sonucunu doğurdu. Eğer Hrant Dink cinayeti gibi istenmeyen olaylar daha fazla artarsa bu Türkiye’nin daha fazla içe kapanmasına yol açabilir.
Bana kalırsa artık o devir geçti. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte oluşan belirsizlik ortamının giderek netleşmeye başladığı, güç dengelerinin giderek belirginleştiği bir dönemde Türkiye kendi varlığını sürdürmek için gücünü, vazgeçilmezliğini göstermek durumunda ya da kendisini öyle hissediyor. Bu nedenle kendi bölgesinde eskisine nazaran çok daha aktif bir rol almak istiyor.
Evet, bence de Türkiye’yi kendi iç dinamikleri açısından değerlendiremeyiz şu anda. Şu an bölgede işgal problemi var. Bölgedeki bütün rejimler kendilerini bir taraftan Amerikan tehdidi altında görüyorlar. Bir diğer yandan nükleer güç olma yolundaki İran bölgede nüfuz alanını genişletmeye çalışıyor. Bugün Türkiye bölgede çok önemli bir güç konumuna gelmiş durumda.
MOR: Evet, Türkiye bölgede önemli bir güç, bu doğru. Ancak bu, kendi inisiyatifi ile elde ettiği bir güç değil, kendisine bahşedilen bir güç. AKP yönetimindeki bir Türkiye, Ortadoğu’da inisiyatif alabilen bir güce dönüştürüldü ve önümüzdeki beş yılda da bir model olarak takdim edilecek Ortadoğu’ya. 
Ben bu görüşe katılmıyorum. Birileri Türkiye’yi Ortadoğu’daki “Şii yayılmacılığı” karşısında “Sünni bloğu” destek verebilecek bir güç olarak görüyor. İran ise bölgede ABD’nin rahat hareket edememesi için güçlü bir Türkiye’nin varlığını istiyor. Suriye, AKP’nin birkaç yıllık dış politikası dolayısıyla Türkiye’ye güveniyor. Bir başka deyişle bölgedeki bütün ülkeler bir şekilde Türkiye’deki bu rejimin devam etmesini arzuluyorlar. Bence bunu istemeyen bir güç varsa o da ABD. Tezkere problemi, Suriye ile ilişkilerin geldiği nokta, Hamas’ın desteklenmesi vs. ABD’nin AKP hükümetini sorumlu tuttuğu gelişmeler. Türkiye’nin Ortadoğu’daki mevcut ilişki ağı İsrail ve ABD’nin pek tasvip etmediği bir görünüm arz ediyor. Eğer söylediğiniz gibi AKP’nin önü açılacaksa bu AKP, bugünkünden çok daha farklı bir kompozisyona sahip bir AKP olacaktır. ABD’nin Türkiye’den ve AKP’den memnun kaldığını söylemek yanlış olur.
AKP’nin önümüzdeki günlerde karşı karşıya kalacağı bir diğer zorlu sınav da ABD’de oylanacak “Ermeni Soykırımı” Yasa Tasarısı.
Kim ne derse desin ben bu yasa tasarısının geçeceği kanaatinde değilim. Yahudilerin yıllardır bu konuda Türkiye’ye verdikleri desteği hepimiz biliyoruz. ABD’de Yahudi lobisi Ermeni lobisine göre çok daha güçlü. Bunun nedeni Yahudilerin Türkiye sevgisi değil elbette. Yahudiler soykırım tekelini kimseye kaptırmak istemiyorlar. Bu yasa tasarısı geçmezse bu da AKP’nin önünün açıldığına işaret edecektir. Tabii bunun karşılığında AKP’den neler isteneceği de önemli. Bu noktada, olası bir İran operasyonuna destek vermesi ve bölgede ABD’yle kayıtsız şartsız ittifak kurması, AKP yönetimindeki Türkiye’den beklenebilecek adımlar olacaktır.
Velhasıl, Türkiye siyasetindeki hiçbir gelişme, Ortadoğu’da ve dünya siyasetindeki dalgalanmalardan bağımsız ele alınamaz.  Ne cumhurbaşkanlığı, ne genel seçimler ne de gerçekleşen menfur cinayetler…

Paylaş Tavsiye Et