Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2009) > Asılıyorum > Acı ama gerçek
Asılıyorum
Acı ama gerçek
Ali Cengiz Tuğrul
Her zaman söylerim.
Büyük adam olmak zor.
Büyük yazar olmak ondan daha da zor.
Size özenenler olur.
Sizden nefret edenler olur.
Sizi kıskananlar olur.
Size göz koyan olur.
“Oyun kuran” diyen olur.
“Oyun bozan” diyen olur.
“Borazancıbaşı” diyen olur.
Meslek hayatımızın cilvesi bunlar.
Naçar katlanacağız.
Nasıl zenginin malı züğürdün çenesini yorarsa kabiliyetli köşecinin yazısı da yetenek züğürdünün kalemini yorar.
Bazen tersi de oluyor.
Ülkemizin görüp görebileceği en ünlü kaleminin bana öyküneceği aklımın köşesinden geçmezdi.
Ama onun köşesinden geçti.
Evet, tevazua hiç gerek yok.
Ben ki koskoca Ali Cengiz Tuğrul’um.
Ertuğrul Fırkateyni’nin kaptanının bana öykünmesinden mesudum.
Bahtiyarım.
Gururluyum.
“Sultan Abdülaziz’in yaptırttığı fırkateynin kaptanı sana nasıl öykünebilir?” diye soracaksınız.
Amiral gemisinin kaptanı Sn. Ertuğrul Bey’den bahsediyorum.
Bir laf ebeliği yaparak sözü kendilerine getiriyorum.
Ebeliğin dünyanın her yöresinde kutsal bir meslek olduğunu da siz okuyucularıma hatırlatıyorum.
Antik Yunan’da da öyleydi.
Bugün de öyledir.
Yoksa Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya seyahati sonrası battığını elbette biliyorum.
Kaderleri benzemesin diye de tüm samimiyetimle dua ediyorum.
 
HOKKABAZ
“Tüm samimiyetimle” ifadesini de Sn. Özkök’ten kopya çektiğimi itiraf ediyorum.
Sn. Özkök bu girişi önemli bir şey söyleyeceğini ihsas ettirdiği yazılarında çok sık kullanır.
Bir jonglörün bir şeyler çevirip çevirmediğinden izleyicileri neden şüphe duysunlar ki!
Bir şeyler çevirdiği kesindir.
Ama bir jonglörün mahareti el çabukluğu marifetidir.
Bu mahareti yüzünden top mu çeviriyor, başka bir şey mi çeviriyor bir tek ondan şüphe edilebilir.
Şimdi kalkıp “Jonglör de neymiş?” diye soran olabilir.
Sözlükte “Topları havada döndürüp de havada tutabilen eğlenceli kişi, hokkabaz” diye yazıyor.
“Biz hokkabazı film diye biliyorduk” diye şikayet edenler olacaktır.
Burnunun ucunu görmekten aciz bir karakteri canlandırıyordu o filmde Cem Yılmaz.
İdare etmesi gereken bir patronu, onun kızları, damatları yoktu.
Hokkabazlık etmesinin âlemi de yoktu.
İşte bu yüzden başarısızdı.
Başarısızlığının bir sebebi daha vardı.
Hokkabazlık onun tek mesleği idi.
Halbuki yüzde yirmi yazarlık, yüzde seksen hokkabazlık ya da tersini yapmak zorunda kalsaydı paraya para demeyeceği kesindi.
Ama o mesleğini ciddiye alıyor ve kendisini bir sihirbaz olarak görüyordu.
Kıbrıs gazisi babası film boyunca ele güne kendisini şöyle tanıtacaktı.
“O bir hokkabaz.
Acı ama gerçek.”
 
AMERİKAN FİLMİ
Önce Sn. Özkök bana öykünüyor diye yazıp sonra Hokkabaz filmini tahlile nasıl giriştim?
Yoksa koskoca Ali Cengiz Tuğrul da mı top çeviriyor, jonglörlük yapıyor?
Bunlar hep aklınıza gelebilecek masum sorular.
Şuradan geldim.
Hatırlayalım.
Geçen sayımızda Kahraman Şerif filmini tahlil etmiştim.
Amerikan filmlerini izlemenin memleket siyasetini anlamak için ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim.
Bu önerime dudak bükenler oldu.
Gülüp geçenler oldu.
Ama Sn. Özkök ne yaptı?
“Kürtlere Tavsiyem” başlıklı bir yazı yazdı.
İşte o yazıdan bazı bölümler;
Kuzey Iraklı Kürtlerin yerinde olsam, bugünlerde bol bol Vietnam’la ilgili filmleri seyrederdim.
Özellikle Amerikan yönetiminin Vietnam’dan çekildiği günleri anlatan filmleri… Amerikalı sinema yönetmenleri çok gerçekçidir. Savaş kaybeden bir süper gücün geride bıraktığı enkazı onlar çok daha iyi anlatır… Sınırın bu tarafında ve öteki tarafında, Türkiye ile ABD arasındaki gerginlikten medet uman Kürtlere tavsiye ederim.
Vietnam filmlerini seyretsinler.
Türkiye büyük devlettir.
İran büyük devlettir.
Suriye büyük devlettir.
Ve Kürtler henüz bir devlet değildir.
Buralarda hayat hep böyle gitmeyecek.
Bir gün Amerika buralardan çekilecek ve baş başa kalacağız…
O yüzden Kürtlere tavsiye ediyorum.
Biraz tarih okuyun, Amerikan filmi seyredin.
Sn. Özkök’ün bir hokkabaz olmadığını biliyoruz.
Kendileri saygın bir yazardırlar.
Ve ayrıca iş adamıdırlar.
İşte böyle bir kişiliğin benim iç siyaseti anlamak için daha dün teklif ettiğim bir yöntemi benimsemesi benim için büyük bir onurdur.
Aynı yöntemi köşesinden sınır ötesine teklif etmesi ise her türlü takdirin ötesinde.
Ama anlayamadığım bir husus var.
O da şu;
Bir insan ciddi bir konudaki görüşlerini değiştirmek için ne kadar bir süreye ihtiyaç duyar.
Üç seneye mi?
Üç aya mı?
Üç güne mi?
Üç saate mi?
Üç dakikaya mı?
Yoksa beş top dönüşü üç saniyeye mi?
 
GAZA GELMEYELİM
Şu satırlar Sn. Yazar’ın;
“Türk Ordusu Kuzey Irak’a girmesin” diyenler mutlaka PKK’lı mıdır?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Evet PKK’lıdır” diyor.
Ben bunu kabul etmiyorum.
Kuzey Irak’a bugün girme kararı, çok zor ve dikkatle alınması gereken bir karardır.
Bir siyasi iktidar için bu kararı almak, girmeme kararı almaktan çok daha zordur.
Çok daha risklidir.
O nedenle ben Devlet Bahçeli’nin o sözünden hiç etkilenmeden bunu tartışmamız gerektiği inancındayım.
“Peki siz Hürriyet’te, ‘Sınır geçilir hesap sorulur’ diye manşet atmadınız mı” diyebilirsiniz.
Evet attık.
Yine de bu konuyu tartışmamız gerekir diye düşünüyorum.
Sadece Bahçeli’ye değil, Başbakan Tayyip Erdoğan’a da itirazım var.
“Bu işin bedeli nedir?”
Yüzlerce, binlerce gencimizi kaybetmek mi?
Bölgedeki birkaç ülke dışında bütün dünyayla ilişkileri koparmak mı?
Gerekirse Amerika Birleşik Devletleri ile de savaşmayı göze almak mı?
17 Ekim’de böyle yazan yazarın üç gün sonraki üslubu ise şöyle;
 
GAZAYA GİDELİM
Biz millet olarak artık sefer görev emrimizi aldık, yola koyulduk.
Milli bir rüzgar esti, görünmeyen bir ruh hepimize celp çıkardı.
Adı konmamış bir seferberlik, Edirne’den Kars’a kadar hepimizi vatani göreve çağırdı.
Ülkemiz artık savaş düzenindedir.
Savaş bize bir süre için gözyaşından başka bir şey vaat etmeyebilir.
Evlatlarımızı, yakınlarımızı kaybedebiliriz.
Katlanacağız.
Sabredeceğiz.
Türk’ün sabırla imtihanından muzaffer bir millet olarak çıkacağız.
Bir avuç katil sürüsüne ve ona yataklık eden mahalli şürekaya da, başına çaka çaka şunu göstereceğiz:
Sizi, Amerikanız bile kurtaramayacak.
Yani artık bizim muhatabımız Barzani’dir.
Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Silahlı Kuvvetleri’nin, Iraklı Kürtlere son sözü bu olmalıdır:
“Ya muhatabım, sınır komşum kalacaksın, ya da düşmanım olacaksın.”
Karar onların.
Eğer Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenip, düşmanımız olma yolunu seçerlerse kendileri bilir.
Bundan böyle, namlularımız, Barzani’ye çevrilmiştir.
Amacımız, oradaki “Kürt rüyasını”, “Türk kâbusuna” çevirmektir.
Demeliyiz ki;
Üç beş F-16, otuz kırk sorti; neticesi yirmi yıl geriye gitmiş bir Kuzey Irak’tır.
Karşımıza Amerikan F-16’ları mı çıkacaktır?
Çıkarsa, onlar bilir.
Bir İran, artı bir Suriye...
Üzerine bir Rusya ekleyin.
Ta Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya çıkar karşınıza.
Buna, şimdi senden nefret eden eski arka bahçen Latin Amerika’yı ekle.
Kala kala, her olayda nötr kalan bir Avrupa...
Bunu sadece biz değil, 14 bin kilometre ötedeki Amerika da düşünmelidir.
Türkiye artık, tarihi kararını ve küresel tercihini yapacak noktaya gelmiştir.
Bizi bu noktaya getiren, Kuzey Irak şımarıklığının tek nedeni, süper devletin süper sersemliğidir.
Sizi bilemiyorum.
Ama ben bu satırların sonunda serseme dönmüş durumdayım.
“Tam Gaz Bağdat” manşetinin sahibinin yeni bir gaz peşinde olduğunu zannediyorum.
O gazın ne gazı olduğunu merak ediyorum.
 
SON SÖZ
O bir cambaz.
Acı ama gerçek.

Paylaş Tavsiye Et