EKONOMİDE büyümenin durma noktasına geldiği son dönemde, “Ağlamayan çocuğa meme verilmez” atasözü mucibince, ortalık ağlayan çocuklardan geçilmiyor. Ne var ki her ağlama haklı olmadığı gibi, her sessizlik de hayra alamet değil. 2008 bu şekilde bitmek üzereyken, ilk dokuz ayın büyüme rakamlarının değerlendirilip, buradan hareketle 2009 yılına dair kimin hangi pozisyonu alması ve savunması gerektiği üzerinde durulması gerekiyor.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)’-nın 3. çeyrek büyümesi %0,5, böylece ilk dokuz aylık büyüme de %3 oldu. Son çeyrekte ise GSYH’nin %2-3 civarında küçülmesi beklendiğinden, 2008’in tamamında büyüme oranı %2,5 civarında çıkabilir. Küresel krizin ülkeleri savurduğu, büyümeyi dibe çektiği bir ortamda yılın ilk dokuz ayında kaydedilen %3’lük büyüme performansı aslında “kötünün iyisi”. Zira önceki yıllarda böyle bir durumda zaten %7-8 civarında küçülürdük. Şimdi dünya zaten çok kötü bir dönemden geçerken, biz eldeki büyümeyi beğenmiyoruz.
Ancak geldiğimiz aşamada ne hükümetin krizi küçümseme, ne de özel sektörün sorunu olduğundan büyük göstererek bindiğimiz dalı kesmeye hakkı var. Bana göre gerek hükümet gerekse de diğer ekonomi idaresi kuruluşları üzerine düşeni yapıyor; ancak sürecin idaresi ve yapılanların takdim edilmesinde bir takım iletişim sorunları yaşanıyor. Bu meyanda kriz idaresinin merkezinde bir orkestra şefi edasıyla hükümet olmalı; ancak hükümetin her şeye muktedir olmadığı bilinmeli, özel sektöre de büyük görevlerin düştüğü bilinciyle hareket edilmeli. Özel sektörün, bir hastalığın tedavisi için önce teşhisin, sonra tedavinin, son olarak da tedaviye cevap vermesi için zaruri bir sürecin geçeceğini hesaba katması gerekiyor.
Ortaya çıkan 0,5 puanlık büyümeye en büyük katkı 0,7 puanla mali kuruluşlardan geldi. GSYH’deki %18’lik payı ile imalat sanayinden sonra en büyük ikinci sektör olan mali aracılık kurumlarının, ekonominin durduğu yılın 3. çeyreğindeki büyüme oranı %8’den fazla. Görüldüğü üzere büyümenin sıfırın altına düşmemiş olması büyük oranda basitçe “para ticareti” yapan bankalar sayesinde oldu. Zaten bankaların ilk dokuz aylık kârı da 8 milyar YTL’yi geçmişti. Demek ki bankaların “en çok ağlayan çocuklar”ın arasında yer alması son derece haksız bir durum. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihat Vardan’ın ifadesiyle “güneşte şemsiye dağıtıp, yağmurda toplayan” bankaların, bu halleriyle Galata bankerlerinden beri süregelen yağmacı mantığı aşıp, sırtından para kazandığı topluma olan borcunu ödemeyi öğrenemedikleri anlaşılıyor.
İkinci ve üçüncü en büyük katkı ise 0,3 puanla tarımdan, 0,2 puanla da ulaştırma-haberleşme ve depoculuktan geldi. Ulaştırmanın ekonomideki payı %15; tarımın ise ilk dokuz ayda %8, 3. çeyrekte %14. Yani tarım normalde yapısal olarak büyük bir geri çekilme sürecinde olmakla beraber, son çeyrekte mevsimlik hareketlerin katkısı nedeniyle göreceli payı geçici olarak patlamış. Geri kalan ticaret, sanayi ve inşaat sektörleri ise zaten büyümeyi aşağı çeken sektörler. Bunlardan sanayinin olumsuz katkısı esasen son çeyrekte ortaya çıkacaktır. Zira GSYH’nin %24’lere varan kısmını teşkil eden imalat sanayi üretimindeki daralma, 3. çeyrekte sadece %1,1 düzeyinde kaldı. Oysa Eylül ayında sanayide küçülme %8’i, imalat sanayinde ise %10’u aştı. Kapasite kullanım oranlarındaki düşüş de hızlandı.
İmalat sanayi alt kalemlerine bakıldığında en büyük erozyonun tekstil ve hazır giyimde olduğu görülüyor. Ancak en çok ağlayanlar otomotivciler. İlk on ayda bu sektör %16 civarında büyürken, satışlarda da büyük bir düşüş kaydedilmiş değil. Yine burada en çok ağlayan değil de, bir kenarda sessizce bekleyen çocuğa dikkat etmemiz gerektiği anlaşılıyor. Zira en çok küçülen sektörler, Türkiye’ye halen en çok döviz kazandıran ve en yoğun bir şekilde istihdamı omuzlayan sektörler.
Talep ya da harcamalar açısından bakıldığında da büyümeye en büyük katkı sırasıyla kamu yatırımları (0,8), kamu tüketimi (0,7), ihracat (0,4) ve özel tüketimden (0,2) geldi. Harcamalardan büyümeyi aşağı çeken kalemler ise özel yatırımlar (-2,1) ve ithalat (-1,2) oldu.
Açıkçası gidişat, Türkiye ekonomisinin bir durgunluğun eşiğine geldiğini gösteriyor. Batılı oturmuş sanayi ülkelerinden farklı olarak, Türkiye gibi nüfus artış hızı yüksek ve kalkınma ihtiyacı had safhada olan ülkeler için esasen %2’lik büyüme de “resesyon” olarak görülmeli. O halde Türkiye 2009’da artık geç bile kaldığı istikrar programından çıkarak, büyüme-istihdam-reel sektör-KOBİ odaklı bir yaklaşımı benimsemeli. Ancak bu konuda büyük aktörler ile hükümetin bir mutabakata varamadığı anlaşılıyor.
Türkiye’nin 2009 yılına yönelik en büyük stratejisi ve hedefi, %3’lerin altına düşmeyecek bir büyüme hedefine odaklanmak olmalı. Burada büyümenin aktörlerinin kim ve faktörlerinin neler olacağının da ortaya konulması gerekiyor. Son yıllarda Türkiye’de büyümenin aktörü açık ara özel sektör olup, kamunun iktisadi faaliyetteki payı bir hayli geriledi. Ancak şu sırada yaşanmakta olan belirsizlik, güvensizlik, talep yetersizliği, kredi kanallarının daralmasıyla derinleşen finansman sıkıntısı gibi nedenlerle özel sektörün büyük oranda devre dışı kaldığı görülüyor. Bu kısır döngüden çıkmak üzere öncelikli olarak buna neden olan belirsizlik ve güven erozyonunun tamiri gerekiyor. Bunun için alınması gereken tedbirlerin başında ise iç piyasaya alım gücünü harekete geçirecek bir ivmenin verilmesi geliyor. Bu bağlamda gelir kayıplarını engellemek üzere istihdamın korunması ilk şart. İstihdamın adresi ise büyük şirketlerden ziyade, istihdamın yaklaşık %80’ini sağlayan, işletmelerin de %99’unu oluşturan küçük şirketler, yani KOBİ’ler.
Bu durumda beklentileri düzeltip, ekonominin büyük çarklarını çevirip diğer aktörleri de devreye sokmak ve günün sonunda toplam talebi harekete geçirmek üzere, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Keynesyen politikalar aracılığı ile kamu sektörünün etkin olarak devreye girmesi aciliyet arz ediyor. Böylece kamunun oluşturacağı pozitif dışsallıkların yatırımlar için hızlandırıcı etkisi devreye girecek, ekonominin bütünü için çarpan etkisi hızlanacaktır. Kamunun mali dengeleri de böyle bir açılımı mümkün kılmakta. Tek şartımız ise IMF’nin “ölümcül reçetesinin” bu seferlik kenara atılması.
Bu meyanda 2009 yılı programında zikredilen kamu yatırım hedefleri ve bunun için tahsis edilmesi gereken kaynaklardan asla fedakârlık yapılmamalı. Esasen 2009 yılı hükümet programına bakıldığında bu tespitlerimizde hükümetle aynı noktada buluşsak da, hükümetin “yoğurt yeme” tarzından birçok kesim rahatsız oluyor. Birçokları gerekli kamu harcamalarının burada bahsedilen türden ekonominin dönüşümü ve kaliteli bir sosyal devletin bir gereği olarak değil de yerel seçimlerde siyasi kaygılarla yapılacağından endişe ediyor. Hükümetin gün kurtarma anlamına gelecek bu yaklaşımlardan elden geldiğince kaçınması gerekiyor.
Paylaş
Tavsiye Et