Alien serisinde korkunç bir yaratık vardı.
Başka bir gezegenin yaratığıydı.
İnsanoğluna yabancıydı, insanoğlu da ona yabancı.
Alien kendi ikliminin efendisiydi, Ripley kendi ikliminin.
Alien yumurtlayan türdendi, Ripley doğurgan türden.
Her iki tür de ayaklarını yere sağlam bastıkları topraklardan bir şekilde uzaklaşmışlardı.
İkisi de yaşamak istiyordu.
İkisi de türünün devamını garantiye almak istiyordu.
İkisi de birbirinden ölesiye korkuyordu.
Kader ağlarını her zaman olduğu gibi ördü.
İki yabancının yollarını bir uzay gemisinde birleştirdi.
İkisi de akıllıydı.
İkisi de inatçı.
İkisi de vuruşkan.
Bu yüzden “gemide ikimize birden yer yok” diye düşündüler.
Kıyasıya bir kapışma başladı aralarında.
İki yabancı, gözler birleşmiş
İki yabancı, kalpler sözleşmiş
Bu sözlerin sıcaklığını ihtiva etmiyordu ilişkileri.
Ama iki yabancı, gölgelere sinmişti.
Birbirlerinin gırtlaklarına çökmek için.
Çünkü; ayrı dünyaların çocuklarıydılar.
Ama Ediz’le Filiz gibi değil. Ayhan’la Türkan gibi de değil.
Sami Hazinses’le, Necdet Tosun da yoktu ortalarda.
Ki muhabbet kumkuması olsunlar, arayı bulsunlar.
Seyircilerin yürekleri ağızlarındaydı.
Kimi Alien, Ripley’i kesin haklar diye bekliyordu.
Kimileri Ripley’e tezahürat tutuyordu.
Ama ne oldu?
Çatışa çarpışa biri birine, diğeri diğerine benzedi.
Ripley’in damarlarında asit dolaşmaya başladı.
Alien doğurganlık özelliği kazandı.
Nurtopu diyemeyeceğimiz bir yavruları oldu.
İbn Haldun bu filmin senaryosunu yüzyıllar önce yazmıştı.
Zaman geçtikçe Bedeviler Hadarilere benziyor, Hadariler Bedevilere dönüşüyordu.
Film bitti ya da yeni başladı. Bilemiyorum.
Benden eli yüzü düzgün bir seçim değerlendirmesi yazısı istemişlerdi.
Yukarda fotoğrafımı görüyorsunuz.
Bu çehreden eli yüzü düzgün siyaset yazısı isteyenin aklına şaşmak lazım.
Nebahat Çehre olsa neyse, o da basın mensubu değil.
O yüzden işi erbabına bırakmak lazım.
SAV
Bu işlerin erbabı da Sn. Önder Sav’dır zannımca.
Bakın hiç ummuyordunuz ama bir CHP yetkilisi ilk defa seçimlerden hemen sonra konuştu.
Öyle on, on beş gün sonra değil.
“Nereye kayboldu bu adamlar?” diye günlerce meraklanmanızdan sonra değil.
Hemen o gece konuştu.
Herkes birbirine “Konuştu amcası”, “Konuştu dayısı” diye müjde verdi.
Bütün yurdu bir heyecan dalgası kapladı.
“Ne dedi, ne dedi?” diye olağanüstü bir merak sardı herkesi.
Yandaş medya hemen “Araplara para kaptırma” demiştir diye atlayacak meydana.
“S.a.v.” diyecek değil ya diye burun kıvırmışlardır. Ama kazın ayağı öyle değil.
Düpedüz “demokrasi” dedi Önder Bey.
“Sandık” dedi. “Oy” dedi.
Hani diyemezdi? Hani dili dönmezdi?
Yine kendini bilmez bazı kalemşorlar, sandık lafını “Seçimleri kazandığımızı sandık” manasında söylemiştir, diyeceklerdir.
“Oy”u kastetmemiştir “oy anam oy” ünlemi bağlamında konuşmuştur, diye de iddia edebilirler.
Ama güneş balçıkla, Sav kılçıkla sıvanmaz.
Önder Bey savını gayet net ileri sürmüştür.
“Demokrasi” diyebilmiştir.
Herhalde ona da “Demokrasiyi bir türlü içimize sindiremiyoruz” manasında demiştir, diyecek haliniz yok.
Açık telefon önünde konuşmadı ki bu sefer.
Açık mikrofon önünde konuştu.
Bu yüzden iddia ediyorum ki bu seçim, Türkiye tarihinin en önemli seçimidir.
Bütün CHP yetkilileri demek ki seçimlerin hemen ertesinde mahcup olunmadan milletin karşısına çıkılabiliyormuş diye düşüneceklerdir.
Artık on beş-yirmi gün kampa çekilip sonuçlara hem uygun bir kulp bulma hem de dik durma alıştırması yapma krizine girmemiz gerekmiyor noktasına gelmeleri hayati önemdedir.
Otuz beş senelik utancı yenmelerini, Türk demokrasi tarihinin bir dönemeci sayıyorum.
“Demokrasiden bize hayır yok, bari demokrasi dışı yollara tevessül edelim” arayışı da biraz tavsayacaktır.
31 MART VAKASI
Sn. Kılıçdaroğlu da seçimden sonra gazetelere “Çarşaf açılımı samimiydi, bizim için önemli bir artı oldu, çarşaflıların partiye katılımı devam edecek” dedikten sonra eklemiş:
“Onlar da benim gibi bir insan.”
Günaydın Türkiye! Tarih, 31 Mart 2009.
Yepyeni bir 31 Mart Vakası ile karşı karşıyayız.
Malumunuz üzere İttihat ve Terakki Fırkası bu vaka üzerine daha da güçlenmiş ve Sultan’ı tahttan indirmişti.
Muamma gibi konuşmuyorum, ama adım Şevket Muamma.
Bence bu gelişmelerin hepsine karşı Deniz Bey’in bir hamlesi olacak.
“Olacak ne demek, oldu” diyenler bile var.
Bu aklıevvellere göre Deniz Bey, Ankara’ya Karayalçın’ı, İstanbul’a Kılıçdaroğlu’nu koyarak önlemini çoktan almışmış.
Böylelikle hayatı boyunca nefesini ensesinde hissettiği Karayalçın’dan ilelebet kurtulmuş.
Ankara’da kazanması, İstanbul’da kaybetmesi mukadder olan Kılıçdaroğlu’nu da harcamış.
Partinin oylarını bu iki aday sayesinde artırmış.
Ama muhtemel iki lider adayının ayaklarını da bu hamle ile kaydırmış.
Seçimlerin galibi bu oyunun kurucusu Deniz Bey’miş, mağluplarsa iki başkan adayıymış.
Şeytanın aklına gelmeyecek bu kurguları dillendiren gözlemciler oldu seçim gecesi.
Koca koca, kerli ferli adamlar.
Hepsi okumuş çocuklar.
Benim tanıdığım Baykal, koltuğa metelik vermez.
Denilse ki “Şu genel başkan parti içinde, memleket içinde sizden daha iyidir”;
O dakika bırakır koltuğu, yeter ki adayı gözü tutsun.
Ama memlekette o kalibrede, o belagatte lider adayı yoksa Baykal ne yapsın?
Koltuğu boş mu bıraksın?
Adaylar da kazansalardı kardeşim.
Nitekim Antalya’da çiçeği burnunda bir yeni siyasetçi kopardı aldı Antalya’yı.
Yeni siyasetçi, eski akademisyen Mustafa Akaydın.
Hem eski akademisyen hem eski siyasetçi olan Sn. Baykal’ı uyarmama bilmem gerek var mı?
Yeni Başkan’ın soyadının başındaki “Ak” eki tehlikeli olmayabilir.
Ama Antalya’yı koparıp almasını iyi okumalı bence.
Sonuç iyiye işaret de olabilir, kötüye de.
Onu ben bilmem. Baykal bilir.
Millete doğru adım atmanın ne kadar kazançlı olduğunu herhalde Baykal da görmüştür.
Bundan ders çıkarmasını bilecektir diye umut ediyorum.
Millet yerine cekete doğru adım atmanın kazançlı olmadığı da görülmüştür.
Ders çıkartılırken bu hususun da göz önünde bulundurulmasında sayısız yarar olacaktır.
MÜNECCİMBAŞI
Bir de müneccimbaşılar var bizim sularda.
Göklerin hanıymış adam.
Bence çok özgün şeyler değil yazdıkları.
Ama sen kalk daha seçimden bir ay önce Taraf’ta şu satırları yaz köşene:
Muhafazakârlık, bir “mecburiyet” değil, bir “tercih” olarak sunulduğunda demokratiktir. Zaten “muhafazakâr demokratlık” denen de budur. Muhafazakârlığı bir “hayat kurtarma operasyonu” değil, bir “tercih” olarak sunabilme erdemi.
AKP’nin Güneydoğu’da yaptıkları “önemli açılımlar” gibi gözükse bile, tutturduğu iktidar söyleminin korku makamı CHP’yi andırmaya başladı. Şimdilik bir iki perde alçaktan, ama aynı terane.
Bunun sonunda ne mi olur? CHP’nin başına ne geldiyse, ve daha neler gelecekse, onların teker teker hepsi AKP’nin başına Güneydoğu’da gelir.
Ve CHP, Türkiye’ye ne kadar vakit kaybettirdi, patinaj yaptırdıysa, AKP de Güneydoğu’ya ve dolayısıyla Türkiye’ye o kadar vakit kaybettirir.
AKP, DTP’ye şöyle bir cevap da verebilirdi. Meclis’te Kürtçe konuştunuz. Bunu hiç mi hiç tasvip etmiyoruz, hatta protesto ediyoruz ama bu tamamıyla sizin bileceğiniz bir şey. Lakin unutmayın, 10 yıl evvel konuşamıyordunuz. Bakın şimdi Kürtçe konuşmak, bir şey değil. Bunun için bize teşekkür etseniz de, “bir şey değil”. Bize teşekkür etmesiniz de, “bir şey değil”.
Ne kaybederdi böyle “normal” siyasi bir çıkışla AKP? Bunu gerçekten merak ediyorum. Ve adım gibi biliyorum ki, bu siyasete gelecekler. Ama, tabii Türkiye’yi bir 5-10 yıl, bir başka telden “korkuyla” süründürdükten sonra.
(28. 02. 2009, Taraf, Gökhan Özgün)
Şimdi gel de millete “Müneccimlik diye bir şey yoktur kardeşim” de bakalım, diyebiliyorsan.
DÜŞÜŞ
Bir de şu var.
“Üşüyorum” diyor adam telefonda.
“Çok soğuk” diyor.
“Çabuk olun” diyor.
“Zor durumdayız” diyor.
“Soğukkanlı olun” diyor biri telefonda.
Sonra üç gün boyunca;
“Geldik, geliyoruz”, “yetiştik, yetişiyoruz”, “gün doğsun oradayız”, “ikindi olsun varıyoruz” sözlerini duyuyoruz.
Sadece bir helikopter düşmüyor seçim öncesi bir dağın başına.
Helikopterle beraber çok şey düşüyor.
Pek çok şey.
SON TAHMİN
Türkiye normalleşecek.
Paylaş
Tavsiye Et