Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Söyleşiyorum > Muhsin YAZICIOĞLU: “Derin devlet yok, derin çeteler var!”
Söyleşiyorum
Muhsin YAZICIOĞLU: “Derin devlet yok, derin çeteler var!”
Konuşan. M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ
Türk siyasal yaşamında sempatik bulunan, meydanlarda çok alkış alan, ama bu görüntüyü sandığa bir türlü yansıtamayan liderler vardır; Hasan Celal Güzel ve merhum Osman Bölükbaşı gibi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ise partisi gerek amblemi, gerekse söylemiyle benzer bir kaderi paylaşıyor. İlgi görüyor; ama seçim ittifakları dışında Meclis’e girme şansı bulamıyor.
Ankara Tuna Caddesi’ndeki mütevazı parti binasına girerken neredeyse hiçbir kontrol, üst araması ve sorguya maruz kalmadık ve kısa sürede kendimizi “Genel Başkan” yazılı kapının önünde buluverdik. Doğrusu, Hrant Dink cinayetinden sonra BBP ve liderinin basında sıkça gündeme geldiğini düşününce, daha sıkı güvenlik önlemleriyle karşılaşmak yadırgatıcı olmazdı.
12 Eylül Darbesi’nin ardından kapatılan Ülkü Ocakları’nın son genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül’ün önde gelen milliyetçi mağdurlarından birisi. Aynı günlerde başka bir nedenle, Kürt kökenli kişilerin Diyarbakır Cezaevi’nde işkence gördüklerini hatırlattığımızda sistemin hatalar yaptığını söylüyor. Türkiye’nin doğusundaki sorunu etnik bir adla tanımlamamaya özen gösteren Yazıcıoğlu, “terörle mücadele” konusunda da, sistemin sorunlar ürettiğini düşünüyor. Örneğin, terörist ile vatandaş ayrımının yapılamaması ve vatandaşın desteğinin alınamaması gibi…
Milliyetçilik, ulusalcılık gibi kavramsal/kuramsal tartışmaları pek sevmediği izlenimi veriyor Yazıcıoğlu. Bunun yerine güncel ve pratik konularda konuşmaya yatkın ve konuşurken daha çok “kürsüden hitap” üslubunu tercih ediyor.
Bu söyleşiden ona dair çıkan resim şu: Kişisel konularda ketum, güncelde hatip, teoriden uzak; sıcak bir Anadolu adamı.
Elbette takdir okuyucunun...­
 
Ulus ve mil­let ya da ulu­sal­cı­lık ve mil­li­yet­çi­lik; bi­ri Mo­ğol­ca, di­ğe­ri Arap­ça kö­ken­li iki ke­li­me. Bir de öz Türk­çe olan ‘bu­dun’ var; fa­kat gün­lük kul­la­nım­da yok. Siz­ce bu ke­li­me­ler ara­sın­da­ki fark ne? Türk­lü­ğü ta­nım­la­ma­ya bun­lar­dan han­gi­si da­ha el­ve­riş­li?
Şim­di ulus, da­ha alt bir kav­ram; da­ha doğ­ru­dan et­nik kö­ke­ni ifa­de edi­yor. An­cak mil­let da­ha ge­niş bir kav­ram ve da­ha çok ta­rih­sel sü­reç içe­ri­sin­de ge­liş­miş bir top­lu­mu ifa­de edi­yor. Do­la­yı­sıy­la bu­gün mil­let de­di­ği­miz za­man hem Tür­ki­ye’nin dı­şın­da­ki­le­ri, hem de Tür­ki­ye’nin için­de­ki Türk­le­ri, va­tan­daş­la­rı­mı­zı ifa­de ede­bi­li­yor. Ta­bii bu­gün bu kav­ram­la­rı kul­la­nır­ken muh­te­va­sı­nı da dü­şün­dü­ğü­nüz za­man mil­let da­ha ku­cak­la­yı­cı, da­ha ge­niş, kap­sa­yı­cı bir alan oluş­tu­ru­yor. Kur’an-ı Ke­rim’de “mil­let-i İb­ra­him” de­ni­yor; bu­ra­dan ha­re­ket­le mil­let den­di­ği za­man ba­zı ke­sim­ler üm­me­ti de ifa­de et­miş olu­yor­lar. Ama Türk mil­le­ti de­di­ği­niz za­man, hem Türk­lü­ğün hu­su­si­ye­ti­ni ifa­de edi­yor, hem de ta­rih­sel sü­reç içe­ri­sin­de ya­yıl­dı­ğı­mız alan­da Türk­le­rin iliş­ki kur­du­ğu, bir­lik­te ya­şa­ma­ya ka­rar ver­di­ği, ka­der bir­li­ği yap­tı­ğı un­sur­la­rı da içi­ne al­mış olu­yor.
 
Siz­ce Türk­lük na­sıl ta­nım­lan­ma­lı; Tür­ki­ye­li­lik kav­ra­mı ile Türk­lük kav­ra­mı ara­sın­da bir fark gö­rü­yor mu­su­nuz? Si­zin ka­fa­ta­sı mil­li­yet­çi­li­ği­ni de­ğil, ırk­çı­lı­ğa da­ya­lı ol­ma­yan Türk­lü­ğü sa­vun­du­ğu­nu­zu bi­li­yo­ruz. Hu­kuk öl­çü­le­ri­ne da­ya­lı mil­li­yet­çi­lik der­ken kas­tet­ti­ği­niz ne­dir? Kan ba­ğı de­ğil her­hal­de… Türk­lü­ğün si­ya­sal bir bi­linç ola­rak al­gı­lan­ma­sı mı?
Şim­di dün­ya­da saf bir ırk­tan bah­set­mek, kan tah­lil­le­ri­ne, gen tah­lil­le­ri­ne ba­ka­rak bir saf ırk ara­yı­şı içe­ri­si­ne gir­mek hem ge­rek­li de­ğil, hem de müm­kün de­ğil. Çün­kü Türk mil­le­ti­nin ta­rih içe­ri­sin­de üst­len­miş ol­du­ğu mis­yon, bu mis­yo­nun ge­rek­tir­di­ği ve oluş­tur­du­ğu me­de­ni­yet­ler, ege­men­lik da­ire­si içe­ri­si­ne çek­ti­ği ve ida­re et­ti­ği un­sur­lar dik­ka­te alın­dı­ğı tak­dir­de, Türk mil­le­ti­nin coğ­raf­ya­la­ra sığ­ma­yan bir ta­ri­he sa­hip ol­du­ğu gö­rü­lür. Ta­rih içe­ri­sin­de ka­zan­dı­ğı­mız en yü­ce de­ğer olan İs­lam’la ta­nış­tık­tan son­ra, ta­bii İs­lam or­tak pay­da­sın­da, da­ha ge­niş alan­da iliş­ki­ler oluş­tu­rul­ma­ya baş­lan­mış­tır. Ve bir sos­yo­lo­jik ger­çek ola­rak, İs­lam’ın ge­tir­miş ol­du­ğu ya­kın­laş­may­la, kız alıp-ver­me gi­bi yol­lar­la ai­le bir­lik­te­lik­le­ri­nin oluş­ma­sı çok da­ha ko­lay­laş­mış­tır. Ana­do­lu’ya ge­le­cek olur­sak, Ana­do­lu’da Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti sı­nır­la­rı içe­ri­sin­de ya­şa­yan va­tan­daş­la­rı­mız -Kürt, Türk­men, Laz, Çer­kez, Boş­nak- ara­la­rın­da kız alıp ver­di­ler; ak­ra­ba­lık bağ­la­rı oluş­tu. Bir­kaç gö­bek ile­ri­ye geç­ti­ği za­man han­gi­si­nin bas­kın ka­rak­te­ri oluş­tur­du­ğu be­lir­siz ha­le ge­li­yor. Do­la­yı­sıy­la Ana­do­lu coğ­raf­ya­sın­da biz bir ka­zan­da kay­na­dık, ka­rış­tık, ma­ya­lan­dık. Bu­nun için de Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti­’ne va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­lan­mış olan her­ke­sin adı ‘Türk’tür. Bu ana­ya­sal bir kav­ram­dır. An­cak bu ana­ya­sal kav­ram­la bir­lik­te Tür­ki­ye’nin sı­nır­la­rı öte­sin­de var olan ve bi­zim­le soy bağ­lan­tı­sı içe­ri­sin­de olan Türk­ler de var. O za­man o Türk­ler­le bu Türk­ler ara­sın­da­ki iliş­ki­yi na­sıl ku­ra­ca­ğız? Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti’­ne va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­lan­mış olan her­kes Türk’tür, de­yin­ce va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­lı ol­ma­yan­lar, dı­şa­rı­da ka­lan­lar ne ola­cak? On­lar Türk de­ğil mi? Biz, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti dev­le­ti­ne va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­la­nan­lar Türk’tür, de­di­ği­miz­de Türk kav­ra­mı­nı bir üst kim­lik ola­rak ka­bul et­miş olu­yo­ruz. Lo­zan Ant­laş­ma­sı’yla çok isa­bet­li bir şe­kil­de Müs­lü­man olan­lar bir mil­let sa­yıl­mış, gay­ri­müs­lim olan­lar da azın­lık ola­rak ka­bul edil­miş­ler­dir. Ta­bii Müs­lü­man olan­lar İs­lam or­tak pay­da­sın­da bir mil­let ka­bul edi­lin­ce, bu­nun adı­na ne di­ye­ce­ğiz di­ye so­rul­du. Bu­nun adı, ‘Türk’ di­ye ifa­de edil­miş­tir. Ya­ni bu­ra­da ‘İs­lam’ or­tak pay­da, ‘Türk­lük’ üst kim­lik ola­rak ka­bul edil­miş­tir. For­mül bu­dur. Pe­ki, azın­lık olan­lar ne ol­du? Azın­lık olan­lar da va­tan­daş­lık ba­ğıy­la bağ­lan­dık­la­rı için bu üst kim­li­ğe atıf­ta bu­lun­mak su­re­tiy­le on­lar da Türk ka­bul edil­miş­ler­dir. An­cak on­la­rın bir hu­su­si­yet­le­ri var­dır. On­la­r Türk ol­ma­mak gi­bi bir hak­ka sahipler. Ya­ni bu yi­ne ana­ya­say­la gü­ven­ce al­tı­na alın­mış­tır. On­lar Tür­ki­ye’de va­tan­daş ola­rak eşit hak­la­ra sa­hip­tir­ler. Her­kes hu­kuk kar­şı­sın­da eşit­tir. An­cak Tür­ki­ye­li­lik kav­ra­mı bu­nu ifa­de et­me­ye yet­me­mek­te­dir. Evet, he­pi­miz Tür­ki­ye­li­yiz; ama ki­miz di­ye so­rul­du­ğu za­man Türk’üz di­ye­ce­ğiz. Ya­ni dı­şa­rı­da ne­re­li­sin di­ye so­ru­lur­sa, Tür­ki­ye­li­yim der­sin; kim­si­niz di­ye so­ru­lun­ca Türk’üm der­sin. Tür­ki­ye­li­lik zor­la­ma bir kav­ram olu­yor. Ya­ni Tür­ki­ye­li­lik kav­ra­mı­nı or­ta­ya at­mış olan­lar zor­la­ma bir şe­kil­de Türk­lük kav­ra­mı­nı ge­ri­ye it­mek, onu bir alt kim­li­ğe dö­nüş­tür­mek, bir­çok et­nik un­sur­dan bi­ri­si ola­rak ifa­de et­mek su­re­tiy­le bir-iki aşa­ma öte­sin­de bu mo­zai­ğin -ken­di­le­ri­ne ait bir kav­ram ola­rak söy­lü­yo­rum- par­ça­lan­ma­sı­nı sağ­la­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar. Hal­bu­ki Tür­ki­ye’de oluş­tu­rul­muş olan, bir Türk eb­ru­su­dur. Bu eb­ru bir ke­re ya­pıl­mış­tır; bir da­ha bo­zar­sa­nız, as­la ya­pa­maz­sı­nız. Her­kes ak­lı­nı ba­şı­na ala­cak. Lo­zan’da or­ta­ya ko­nul­muş olan öl­çü ga­yet isa­bet­li­dir; bu­nu bir ke­re boz­duk­tan son­ra bir da­ha o fır­sa­tı bul­mak ko­lay de­ğil­dir. O ba­kım­dan Türk­lük kav­ra­mı­nı bir alt kim­lik ha­li­ne ge­tir­mek, sa­de­ce bir et­ni­si­te­ye dö­nüş­tür­mek Tür­ki­ye’nin bü­tün­lü­ğü­nü bo­zar. Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti üni­ter bir dev­let ola­rak ku­rul­muş­tur ve folk­lo­rik özel­lik­le­riy­le, nü­ans­la­rıy­la kül­tü­rel alt­ya­pı­sı var­dır. Bu alt­ya­pı­nın üze­rin­de İs­lam or­tak pay­da­sın­da ve Türk­lük üst kim­li­ğin­de bu­luş­mu­şuz; bu­nu bu şe­kil­de an­la­mak doğ­ru olan­dır.
 
Bu­ra­da ter­sin­den bir so­ru sor­mak is­ti­yo­rum. Tür­ki­ye­li­lik kav­ra­mı­nı öne çı­kar­mak eb­ru­yu bo­zar, de­di­niz. Pe­ki, ül­ke­nin do­ğu­sun­da­ki acil ve so­mut so­ru­nu da göz önün­de bu­lun­dur­du­ğu­muz­da, Türk­lük kav­ra­mın­da ıs­rar et­mek Tür­ki­ye’yi bö­lün­mek­ten kur­tar­ma­ya ye­te­cek mi?
Me­se­le­ye iyi ni­yet­le bak­ma­dı­ğı­nız tak­dir­de za­ten her ha­lü­kar­da o nok­ta­ya ge­li­nir. Me­se­la Yu­gos­lav­ya’da ön­ce bir fan­te­zi ola­rak ül­ke­yi fe­de­ras­yon­laş­tır­ma­ya ça­lış­tı­lar. Ar­ka­sın­dan fe­de­ras­yo­nu el­le­rin­de tu­ta­ma­dı­lar ve so­nuç­ta ül­ke par­ça­lan­dı git­ti. Yu­gos­lav­ya’da ya­pı bo­zul­duk­tan son­ra otuz-kırk yıl bi­le bek­le­ye­me­miş­ler­dir. Bir­kaç yıl içe­ri­sin­de dar­ma­da­ğın ol­muş­tur. Şim­di Tür­ki­ye’yi fe­de­ra­tif bir ya­pı­ya dö­nüş­tür­me pro­je­le­ri var. Bu pro­je­nin ileriki aşa­ma­sın­da asıl va­rıl­mak is­te­nen he­def, Tür­ki­ye içe­ri­sin­den ye­ni dev­let­le­rin çı­kar­tıl­ma­sı­nı sağ­la­mak­tır. Ön­ce “iki mil­let, bir dev­let” kav­ra­mı­nı ge­ti­re­lim, di­yor­lar. Ana­ya­sa­mız­da­ki “Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti’nin ül­ke­si ve mil­le­tiy­le bö­lün­mez bü­tün­lü­ğü tar­tı­şı­la­maz” ifa­de­si­ni çı­ka­ra­lım, onun ye­ri­ne Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’ni bir or­tak­lık dev­le­ti ola­rak ifa­de ede­lim, di­yor­lar. Onu ka­bul et­ti­ği­miz tak­dir­de de­va­mın­da or­tak­lı­ğı­mı­zın çok faz­la git­me şan­sı gö­zük­mü­yor. “Ben or­tak­lık­tan ay­rı­lı­yo­rum, his­sem ne ka­dar­sa ve­rin” nok­ta­sı­na ge­ti­ri­le­cek, son­ra da self-de­ter­mi­nas­yo­na alt­ya­pı oluş­tu­rul­muş ola­cak­tır. Bu­na mey­dan ver­me­mek la­zım. El­bet­te her­ke­sin ken­di­si­ni ifa­de et­me öz­gür­lü­ğü­nü sağ­la­mak ge­re­ki­yor. Bu nok­ta­da va­tan­daş­la­rın aşi­re­tiy­le, bo­yuy­la, mez­he­biy­le ken­di fark­lı­lık­la­rı­nı ifa­de ede­bil­me­le­ri Türk­lük üst kim­li­ğin­de bu­luş­ma­mı­za ma­ni de­ğil­dir.
 
Tür­ki­ye’nin do­ğu­sun­da te­rör so­ru­nu, Gü­ney­do­ğu so­ru­nu, Kürt so­ru­nu gi­bi ad­lan­dır­ma­lar­la bir so­run­dan bah­se­di­li­yor. Her ha­lü­kar­da or­ta­da bir so­run var; ama ta­nım­lar bir­bi­ri­ni tut­mu­yor. Siz bu ta­nım­lar­dan her­han­gi bi­ri­ni be­nim­si­yor mu­su­nuz? Ve bu so­ru­nun çö­zü­mü için ilk el­den, aci­len ne­ler öne­ri­yor­su­nuz?
Bir de­fa “Kürt so­ru­nu” di­ye bir kav­ra­mı doğ­ru bul­mu­yo­rum. Çün­kü so­ru­nu et­nik ola­rak ko­yar­sa­nız, çö­zü­mü­nü de et­nik açı­dan yap­mak mec­bu­ri­ye­tin­de ka­lır­sı­nız. Kürt so­ru­nu de­di­ği­niz za­man, de­mek ki Tür­ki­ye’de Kürt­ler so­run­dur. Öy­ley­se Kürt­ler’in bu so­ru­nu­nu na­sıl çö­ze­ce­ğiz? Ar­ka­sın­dan da “Ma­dem Kürt­ler so­run­dur, o hal­de Kürt­le­re gö­re bir çö­züm üre­te­lim” öne­ri­si ge­le­cek ma­sa­ya ve “Siz bu­nun bir so­run ol­du­ğu­nu ka­bul et­ti­ği­ni­ze gö­re o za­man çö­zün” di­ye­cek­ler. Ni­te­kim Sa­yın Baş­ba­kan bu­nu at­tı or­ta­ya, on­dan son­ra ‘çöz’ de­di­ler. He­men Apo içe­ri­den de­meç ver­di; “Çok isa­bet­li; Sa­yın Baş­ba­kan bu yol­da de­vam et­sin” de­di. Ve çö­zü­mü de söy­le­di, “Kürt so­ru­nu­nun çö­zü­mü için atı­la­cak bi­rin­ci adım ana­ya­sa de­ği­şik­li­ği­dir. Tür­ki­ye’nin bir or­tak­lık dev­le­ti ol­du­ğu­nu ka­bul et­mek­tir. Tür­ki­ye’yi, Türk­ler ve Kürt­le­rin kur­du­ğu bir dev­let ola­rak ka­bul et­me­li­yiz” de­di. Pe­ki, Tür­ki­ye’de böy­le bak­tı­ğı­nız za­man baş­ka un­sur­lar yok mu? Ya­ni Çer­kez­le­rin hiç mi et­ki­si ol­ma­mış? Do­la­yı­sıy­la “Ön­ce ana­ya­sa­da­ki mad­de­yi de­ğiş­ti­re­lim, or­tak­lık dev­le­ti ol­du­ğu­nu söy­le­ye­lim; son­ra da Kürt­le­rin eği­tim, dil gi­bi so­run­la­rı­nı bir bir çö­ze­lim” de­ni­yor. Dün­ya­nın her ye­rin­de hâ­kim un­sur ola­rak or­tak bir dil, tek res­mî dil ka­bul edi­lir. Res­mî ya­zış­ma­lar böy­le ya­pı­lır; her yö­re­ye gö­re ay­rı res­mî ya­zış­ma ya­pıl­maz, ay­rı eği­tim di­li kul­la­nıl­maz. O dil­ler gün­lük ha­yat­ta, iliş­ki­ler­de, ya­yın­lar­da kul­la­nı­la­bi­lir; bun­lar ay­rı bir ko­nu. Ama tev­hi­di na­sıl sağ­la­ya­cak­sı­nız? Şim­di İs­tan­bul’da­ki bir Kürt kar­de­şi­miz için ay­rı bir okul mu sağ­la­ya­ca­ğız? O okul­da ay­rı bir dil­le mi eği­tim ya­pa­ca­ğız? Bu da bir tür ay­rım­cı­lık sa­yı­la­cak. Hem son­ra­sın­da bu­nun üs­te­sin­den ge­le­bil­me şan­sı­nız yok­tur. Me­se­la bir Kürt kar­de­şi­miz öğ­ret­men ol­duy­sa, onu sa­de­ce Kürt­le­rin ol­du­ğu yer­le­re mi öğ­ret­men ola­rak gön­de­re­ce­ğiz? Bu bö­lü­cü­lük­tür, ay­rım­cı­lık­tır. Şim­di Tür­ki­ye’nin gü­zel­li­ği­ne ba­kın: Di­yar­ba­kır’dan bir kar­de­şi­miz gi­di­yor Edir­ne’de öğ­ret­men­lik ya­pı­yor. Edir­ne­li bir öğ­ret­men kar­de­şi­miz gi­di­yor Van’da öğ­ret­men­lik ya­pı­yor, ora­da bi­ri bir kı­za âşık olu­yor. Di­ğe­ri git­ti­ği yer­de bir de­li­kan­lı­ya âşık olu­yor, ev­le­ni­yor­lar, ço­cuk­la­rı do­ğu­yor. O ço­cuk­lar­dan bi­ri­si kal­kı­yor sav­cı olu­yor; o da gi­di­yor Ri­ze’ye, Ri­ze’de bi­ri­siy­le ev­le­ni­yor. On­dan son­ra ge­li­yor onun ço­cu­ğu Or­du’da bir Gür­cü’yle ev­le­ni­yor. Ana­do­lu bu. Asır­lar­dır biz bu­ra­da bir­lik­te­yiz. Şim­di Kürt so­ru­nu di­ye bir kav­ram or­ta­ya koy­mak doğ­ru de­ğil­dir. Tür­ki­ye’nin so­run­la­rı var...
 
“Bu da sa­de­ce on­lar­dan bi­ri­si­dir” mi di­yor­su­nuz?
Tür­ki­ye’nin so­run­la­rı var. O so­run­la­rın içe­ri­sin­de şun­lar var­dır: Böl­ge­le­ra­ra­sı kal­kın­mış­lık fark­lı­lı­ğı bir so­run­dur. Böl­ge­le­ra­ra­sı kal­kın­ma­yı den­ge­le­mek bir çö­züm­dür. Sis­te­mi bu­na gö­re dü­zen­le­mek ve ta­bia­tın ge­tir­di­ği avan­taj­lar­la dev­le­tin im­kan­la­rı­nı den­ge­le­mek ge­re­ki­yor. O za­man böl­ge­le­ra­ra­sı den­ge olur. Bir ye­re ta­bi­at ala­bil­di­ği­ne ver­miş, bir ye­re ver­me­miş. O hal­de bu­na gö­re ya­tı­rım­la­rı­nı­zı yön­len­di­re­cek­si­niz. Göç, bu ül­ke­nin bir so­ru­nu­dur. Gö­çü ön­le­mek bir çö­züm pro­je­si­dir. Bü­yük şe­hir­ler­de­ki get­to­laş­ma­lar, çar­pık kent­leş­me, de­je­ne­ras­yon ve kap­kaç­tan gas­pa, ti­ner­ci so­kak ço­cuk­la­rı­na ka­dar uza­nan olum­suz­luk­lar bir so­run­dur. Bu so­ru­nun çö­zü­mü köy­den şeh­re, şe­hir­den bü­yük şeh­re doğ­ru akan sağ­lık­sız gö­çü dur­dur­mak­tır. Bu­nun için de in­sa­nı­mı­zın doğ­du­ğu yer­de kar­nı­nı do­yu­ra­bi­le­ce­ği, doğ­du­ğu yer­de me­de­ni­ye­tin ko­lay­lık­la­rın­dan ya­rar­la­na­bi­le­ce­ği, in­san­ca eği­tim ve sağ­lık hiz­me­ti ala­bi­le­ce­ği, iş sa­hi­bi ola­bi­le­ce­ği im­kan­la­rı ona sağ­la­mak bir çö­züm­dür. Ül­ke­mi­zin bir yö­re­sin­de­ki üre­ti­min baş­ka bir yö­re­ye nak­li­ni, li­man­la­ra, ha­va­alan­la­rı­na ula­şı­mı­nı; in­sa­nı­mı­zın üret­ti­ği­ni dı­şa­rı­ya pa­zar­la­ma­sı­nı sağ­la­mak bir çö­züm­dür. Ya­ni ül­ke­de iş­siz­lik, üre­tim­siz­lik, ih­ra­cat ya­pa­ma­mak bi­rer so­run­dur. Ül­ke­mi­zin her bir kö­şe­si­ni li­man­la­ra ko­lay­ca bağ­la­ya­bi­le­cek, kar­go ta­şı­ma­cı­lı­ğı­na el­ve­riş­li ha­va­alan­la­rı­nı yap­mak; üre­ti­mi, is­tih­da­mı, ih­ra­ca­tı art­tı­ra­rak ül­ke­nin top­ye­kun kal­kın­ma­sı­nı sağ­la­mak da bir çö­züm­dür. Şim­di biz ül­ke­miz­de eği­tim­de­ki ye­ter­siz­lik ve den­ge­siz­li­ği, fır­sat eşit­siz­li­ği­ni bir so­run ola­rak gö­rü­yo­ruz. Öy­ley­se ül­ke­nin her bir kö­şe­si­ne eği­ti­mi gö­tür­mek, top­lu­mun her ke­si­mi­ni ce­ha­let­ten kur­tar­mak ve on­la­rın eği­tim­de fır­sat eşit­li­ği­ni sağ­la­ya­bi­le­cek şe­kil­de dev­le­tin kay­nak­la­rın­dan ya­rar­lan­ma­sı­nı te­min et­mek bir çö­züm­dür. Bu­na ait pro­je­le­ri­mi­zin ol­ma­sı la­zım­dır. Ben şöy­le dü­şü­nü­yo­rum: Kürt’e gö­re bir çö­züm, Çer­kez’e göre bir çö­züm, Türk­men’e, Ale­vi’ye, Sün­ni’ye gö­re bir çö­züm de­ğil, Tür­ki­ye’ye gö­re bir çö­züm üret­me­miz la­zım. Her bi­ri­miz için ya­rar­lı olan bu­dur. Te­rör bir so­run­dur. Te­rör­le mü­ca­de­le he­pi­mi­zin işi­dir ve so­nuç­ta te­rö­rist­le Kürt’ü bir­bi­rin­den ayır­mak, çö­züm­le­rin en önem­li­le­rin­den bi­ri­sidir. Te­rör­le, te­rö­rist­le mü­ca­de­le ede­ce­ğiz; ama ay­nı aşi­ret­ten­dir, ay­nı ai­le­den­dir, ai­le ya­kın­lı­ğı var­dır di­ye di­ğer va­tan­da­şı­mı­zı ke­sin­lik­le ra­hat­sız et­me­ye­ce­ğiz. O va­tan­da­şı­mı­zı po­tan­si­yel suç­lu ha­li­ne ge­tir­me­ye­cek yön­tem­le­ri bul­mak da bir çö­züm­dür.
 
Pe­ki, bu has­sas ay­rım şim­di­ye ka­dar sağ­lık­lı bir şe­kil­de ya­pı­la­bil­di mi?
Ha­yır, bun­lar ya­pı­la­ma­dı. Bu­ra­da sis­te­min üret­ti­ği so­run­lar var. Te­rör­le mü­ca­de­le­de ön­ce­lik­le­ri­mi­zi be­lir­le­ye­me­dik. Te­rör­le mü­ca­de­le, sos­yo-psi­ko­lo­jik yan­la­rıy­la da ek­sik­lik­le­ri ka­pat­ma­ya yö­ne­lik ge­niş bir mü­ca­de­le ala­nı ola­rak dü­şü­nül­me­di­ği, te­rö­rün dış kay­nak­la­rı doğ­ru he­sap edi­lip ku­ru­tu­la­ma­dı­ğı ve lo­jis­tik des­tek alan­la­rı ke­si­le­me­di­ği için doğ­ru dü­rüst ya­pıl­ma­mış­tır. Te­rör­le mü­ca­de­le sa­de­ce as­ker­le­rin işi gi­bi dü­şü­nül­müş ve sa­de­ce gü­ven­lik güç­le­ri­mi­zin te­rö­ris­ti ko­va­la­ma­sı, ya­ka­la­ma­sı, içe­ri­ye at­ma­sı gi­bi gö­rül­müş­tür. Do­la­yı­sıy­la çok da­ha kap­sam­lı ba­kıl­ma­sı ge­re­kir­di. Bir ta­raf­tan te­rör un­sur­la­rı­na alt­ya­pı sağ­la­yan, on­la­rın in­san kay­nak­la­rı­nı oluş­tu­ran alan­la­rı ku­rut­ma­mız la­zım; bu iş­siz­lik­tir, yok­sul­laş­ma­dır, ce­ha­let­tir, eği­tim­siz­lik­tir. Öy­ley­se in­san­lar aşıy­la, işiy­le ve ül­ke­de uy­gu­la­nan ada­let me­ka­niz­ma­sıy­la ken­di­le­ri­ne öz­gü­ven­le­ri­ni art­tı­ra­cak ve bu öz­gü­ven içe­ri­sin­de dev­le­tiy­le ba­rı­şık ha­le ge­le­cek­ler ve te­rör, in­san kay­na­ğı ola­rak va­tan­da­şı­mı­zı kul­la­na­ma­ya­cak. Bir de­fa bu is­tis­mar alan­la­rı­nı ka­pa­ta­ca­ğız. Bu­nun için ne la­zım­dır? Gü­ney­do­ğu­muz­da yay­la­la­rı ku­zu­la­rı­mız­la, hay­van­cı­lı­ğı­mız­la do­lu do­lu kul­lan­ma­mız; ova­la­rı ye­şert­me­miz; GAP’ı en­teg­re bir pro­je ola­rak ta­mam­la­ma­mız ve gü­ney­do­ğu­yu Or­ta­do­ğu’nun am­ba­rı ha­li­ne ge­tir­me­miz la­zım. Gü­ney­do­ğu­nun iş­siz­li­ği­ni, yok­sul­laş­ma­sı­nı ve en önem­li­si gö­çü­nü en­gel­le­me­miz la­zım. Ay­nı za­man­da bu­na pa­ra­lel ola­rak te­rör­le ve te­rö­rist­le mü­ca­de­le­de onun an­la­dı­ğı dil­den, ta­viz­siz, çok ka­rar­lı ol­ma­lı; mil­le­ti ya­nı­mı­za ala­rak ve yö­re hal­kı­na gü­ven ve­re­rek on­lar­la bü­tün­leş­me­li­yiz.
 
Son gün­ler­de sık­ça söy­len­se de, özel­lik­le Müm­taz’er Tür­kö­ne Ho­ca’nın yük­sek ses­le di­le ge­tir­di­ği bir tes­pit var. Ken­di­si 12 Ey­lül’den son­ra bir Türk mil­li­yet­çi­si ola­rak Ma­mak Ce­zae­vi’nde ya­şa­dık­la­rı­nı ha­tır­la­tı­yor ve bir­ta­kım in­san­la­rın da ay­nı gün­ler­de Di­yar­ba­kır Ce­zae­vi’nde iş­ken­ce gör­dük­le­ri­ni söy­lü­yor. Di­yar­ba­kır’da­ki Kürt­le­rin gör­dü­ğü mu­ame­le has­ma­ne bir Kürt mil­li­yet­çi­li­ği­ni do­ğu­ru­yor. Böy­le­ce Türk mil­li­yet­çi­li­ği ile Kürt mil­li­yet­çi­li­ği bir­bi­ri­ne düş­man ve bir­bi­ri­nin an­ti­te­zi ha­li­ne ge­ti­ri­li­yor. Siz bu yak­la­şı­ma ka­tı­lı­yor mu­su­nuz?
Ta­bii bu­ra­da sis­te­min yıl­lar­dır kul­lan­dı­ğı ar­gü­man­lar iti­ci ol­muş­tur; to­par­la­yı­cı ol­ma­mış­tır ve or­tak de­ğer­le­ri­mi­zi öne çı­kar­mak ye­ri­ne dış­la­yı­cı ve öte­le­yi­ci ol­muş­tur. Bun­la­rın et­ki­le­ri mut­la­ka var­dır ve dış odak­lar Tür­ki­ye’de is­tis­mar alan­la­rı bu­la­bil­miş­ler­dir. 12 Ey­lül ha­re­ka­tın­dan son­ra ce­za­ev­le­rin­de uy­gu­la­nan yön­tem­ler ta­bii ki dev­let­le bü­tün bağ­la­rı ko­pa­ra­cak şe­kil­de ger­çek­leş­ti. Me­se­la 12 Ey­lül ha­re­ka­tın­dan son­ra ce­za­ev­le­rin­de­ki söz­de eği­tim di­ye ya­pı­lan uy­gu­la­ma­lar… Üni­ver­si­te öğ­ren­ci­si­ne era­ta ve­ri­len eği­tim ve­ril­me­ye kal­kı­şıl­mış­tır. Bu­nu da cop­la, so­pay­la, da­yak­la bir ter­bi­ye me­to­du tar­zın­da yap­mış­lar­dır.
 
Ör­ne­ğin, Türk mil­li­yet­çi­si­ne zor­la İs­tik­lal Mar­şı söy­let­mek gi­bi mi?
Evet. Türk mil­li­yet­çi­si ol­mak­tan do­la­yı yar­gı­la­nan bir ki­şi­ye, da­ha yük­sek ses­le İs­tik­lal Mar­şı söy­le­ye­cek­sin, di­ye da­ya­tır­sa­nız; on­dan son­ra İs­tik­lal Mar­şı’nı bir cop gi­bi kul­lan­ma­ya kal­kı­şır­sa­nız bu ters et­ki ya­par. Ma­ale­sef bu­na ben­zer bir yı­ğın olum­suz­luk­lar ya­şan­mış ve bun­la­rın so­nu­cun­da çe­şit­li tep­ki­ler de doğ­muş­tur. Ama öy­le ya da böy­le, bu­nun sa­de­ce içe­ri­de böy­le bir­kaç psi­ko­lo­jik un­su­run et­ki­le­riy­le mey­da­na gel­di­ği­ni söy­le­mek bi­raz da işi da­ral­tır. Tür­ki­ye zor bir coğ­raf­ya­dır. Bu coğ­raf­ya üze­rin­de bir­li­ği­mi­zi sağ­la­ma­mız ve o bir­li­ğin üze­rin­den or­tak bir dev­le­ti sür­dü­rü­le­bi­lir ha­le ge­tir­me­miz el­bet­te ko­lay de­ğil­dir. Çün­kü asır­lar­dır bu coğ­raf­ya­ya hük­met­mek is­te­yen em­per­ya­list güç­ler, Ba­tı­lı un­sur­lar hiç­bir za­man bi­zi ra­hat bı­rak­ma­mış­lar­dır, bı­rak­ma­ya­cak­lar­dır da. Şim­di ça­ğı­mız­da ar­tık iş­gal­ler yok, sı­nır­lar de­ğiş­me­ye­cek zan­ne­di­yor­duk; tam ter­si­ne gö­rül­dü­ğü gi­bi, çok ra­hat­lık­la At­lan­tik’in öte­sin­den bir dev­let ge­li­yor, Af­ga­nis­tan’ı, Irak’ı iş­gal edi­yor ve si­zin­le kom­şu oluyor. Şim­di bü­tün bun­lar­dan son­ra Sevr bir pa­ra­no­ya­dır, bö­lün­me sa­de­ce bir kor­ku­dur, bu ül­ke­de dış odak­la­rın top­rak­la­rı­mı­zı iş­gal et­me­si bir ha­yal­dir, di­ye dü­şün­mek doğ­ru de­ğil­dir. Önü­müz­de olan, ger­çek­ler­dir. Bun­la­ra kar­şı mü­ca­de­le et­mek bi­zim gö­re­vi­miz­dir. Dev­le­tin bir­li­ği­ni, mil­le­tin bü­tün­lü­ğü­nü ko­ru­ma­mız ve va­ta­nı­mı­zın üze­rin­de her bi­ri­miz ken­di hu­su­si­yet­le­ri­mi­zi mut­lu­luk içe­ri­sin­de en iyi şe­kil­de ya­şar­ken ay­nı za­man­da ken­di­mi­zi gü­ven içe­ri­sin­de his­set­me­miz ge­re­ki­yor. Bu­nu ve­re­cek olan dev­let ve sis­tem­dir.
 
Bi­raz gün­ce­le ge­lir­sek; geç­miş­te Ni­zam-ı Âlem Ocak­la­rı, bu­gün de Al­pe­ren Ocak­la­rı di­ri ve di­na­mik bir genç­lik po­tan­si­ye­li­ne sa­hip ola­rak gö­rün­dü. An­cak son gün­ler­de bu po­tan­si­yel, Da­nış­tay bas­kı­nı ve son­ra­sın­da Hrant Dink ci­na­ye­ti gi­bi is­ten­me­yen olay­lar­la ba­sın­da yer bul­du. Aca­ba, ira­de­niz dı­şın­da bir ye­re mi çe­kil­mek is­te­ni­yor­su­nuz? Siz du­ru­mu na­sıl gö­rü­yor ve ne gi­bi ted­bir­ler al­ma­yı dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Şim­di Bü­yük Bir­lik Par­ti­si, çok di­na­mik bir ta­ba­na ve iyi ye­tiş­miş kad­ro­la­ra sa­hip­tir. Bir­çok araş­tır­ma­da, eği­tim se­vi­ye­si en yük­sek par­ti ola­rak BBP çık­mak­ta­dır; o ba­kım­dan ül­ke so­run­la­rı­na, dün­ya­da­ki ge­liş­me­le­re kar­şı du­yar­lı bir ha­re­ket­tir. İn­san kay­na­ğı ola­rak par­ti­miz­le ay­nı de­ğer­le­ri pay­la­şan genç­lik ha­re­ke­ti olan Ni­zam-ı Âlem Ocak­la­rı ve son­ra­dan ku­ru­lan Al­pe­ren Ocak­la­rı da mil­li­yet­çi, va­tan­se­ver, ma­ne­vi de­ğer­le­re bağ­lı, de­mok­rat ki­şi­lik­li, hu­ku­kun üs­tün­lü­ğü­ne ina­nan ve bir sev­gi me­de­ni­ye­ti­nin pe­şin­de ko­şan bir genç­lik ha­re­ke­ti­dir. Bu genç­lik ha­re­ke­ti de ül­ke ve dün­ya so­run­la­rı­na çok du­yar­lı­dır, ref­leks­le­ri çok yük­sek­tir. On­dan do­la­yı da çok gün­de­me gel­miş­tir. Pro­tes­to gös­te­ri­le­ri, yü­rü­yüş­ler, et­kin­lik­ler yap­mış­lar; ama hep de­mok­ra­tik çer­çe­ve­de kal­mış­lar­dır. Pan­kart ve afiş­ler asar­lar, der­gi çı­ka­rır­lar, in­ter­net si­te­le­rin­de gö­rüş­le­ri­ni ifa­de eder­ler, pa­nel dü­zen­ler­ler; ama şid­det kul­lan­maz­lar. On­la­rın sı­nı­rı şid­de­te ka­dar­dır. Do­la­yı­sıy­la BBP, bu di­na­miz­mi ve du­yar­lı ya­pı­sıy­la ge­li­şen ve git­tik­çe da­ha faz­la gün­de­me gi­ren bir ha­re­ket­tir. As­lın­da BBP son gün­ler­de­ki olay­lar­la de­ğil; ka­tı­lım­lar­la güç­le­nen bir par­ti ol­du­ğu için gün­de­me gel­di. Bu­nun üze­ri­ne, der­hal bir kı­sım olay­lar­la iliş­ki­len­di­ril­mek su­re­tiy­le; es­ki fo­toğ­raf­la­rı ye­ni bil­gi­ler­le, es­ki dav­ra­nış­la­rı ye­ni olay­lar­la bir­leş­ti­re­rek, mi­zan­sen­ler­le ka­mu­oyun­da fark­lı bir ima­ja otur­tul­mak is­ten­di. Ben­ce bu bir pro­je­dir. Tür­ki­ye’de ik­ti­dar­lar dı­şa­rı­da kur­gu­la­nıp içe­ri­de uy­gu­la­nı­yor, di­yo­rum. Hep kon­jonk­tü­re gö­re ik­ti­dar­lar çı­ka­rı­lı­yor. BBP bu oyu­nu bo­zan bir ha­re­ket ola­rak or­ta­ya çı­kı­yor. Hiç­bir iç ve dış güç oda­ğın­dan ica­zet al­ma­yan, doğ­ru­dan mil­le­te da­ya­nan öz­gün ya­pı­sı ve ken­di­ne ait du­ru­şuy­la ik­ti­da­ra yü­rü­yen bir ha­re­ket BBP. Bu öz­gün ya­pı­sıy­la Mec­lis’e gir­me ve ik­ti­dar ol­ma ih­ti­ma­li ki­mi çev­re­le­ri ra­hat­sız et­miş, kay­gı­lan­dır­mış ola­bi­lir. Ama biz on­la­rın kay­gı­lan­ma­sı­nı is­ti­yo­ruz za­ten.
 
İç ve dış odak­lar­dan söz et­miş­ken, ce­va­bı kı­sa bir so­ru: Siz­ce de­rin dev­let ne­dir, var mı­dır, ge­rek­li mi­dir?
De­rin dev­let… Bir de­fa ger­çek­te çe­te, maf­ya olan, rüş­vet ve soy­gun­la uğ­ra­şan ve dev­le­tin kay­nak­la­rı­nı kul­la­na­rak men­fa­at el­de eden şe­be­ke­leş­me­le­ri dev­let kav­ra­mıy­la bir­lik­te ifa­de et­mek dev­le­te say­gı­sız­lık­tır ve doğ­ru da de­ğil­dir. Bu­nun adı de­rin ya da sığ dev­let de­ğil; çe­te­leş­me­dir, maf­ya­laş­ma­dır. Dev­le­tin ta­rih­ten ge­len bi­ri­kim­le­riy­le ge­le­ce­ğe yö­ne­lik ül­kü­ler, ide­al­ler ve he­def­ler doğ­rul­tu­sun­da de­rin­leş­me­si, dev­le­tin ku­rum­la­rı­nın da ül­ke­nin men­fa­at­le­ri­ni ulus­la­ra­ra­sı ca­mia­da ko­ru­mak ve o çı­kar­lar doğ­rul­tu­sun­da mil­li gü­ven­li­ği sa­vun­mak için de­rin­leş­me­si ih­ti­yaç­tır. Bu ko­nu­da el­li/yüz/iki yüz yıl­lık pers­pek­tif­ler ya­pa­cak, bu pers­pek­tif­le­re gö­re dev­le­te ve mil­le­te he­def gös­te­re­cek ku­rum­la­rı­mı­zın ol­ma­sı la­zım el­bet­te.
 
Bu mev­cut “de­rin dev­let” ta­nı­mın­dan fark­lı bir şey; da­ha çok “bil­ge dev­let”i ifa­de edi­yor?
Evet. Bu­nun adı bil­ge dev­let olur. An­cak ide­al­le­ri, he­def­le­ri olan dün­ya dev­le­ti ola­bi­lir. Me­se­la Ame­ri­ka’nın da­ha ev­vel bir Ye­şil Hat Pro­je­si var­dı. On­dan son­ra Bü­yük Or­ta­do­ğu ve İs­ra­il pro­je­le­ri var. Şim­di dev­let bu­dur; ken­din­ce he­def­ler be­lir­li­yor ve ge­re­ği­ni de ya­pı­yor. Si­zin he­def­le­ri­niz ol­ma­ya­cak mı? Şim­di de­rin dev­let kav­ra­mıy­la çe­te­leş­me­yi, maf­ya­laş­ma­yı ay­nı pa­ra­le­le ko­ya­rak kul­la­nır­sa­nız, çe­te­le­re bir ul­vi­yet ka­tar, on­la­ra bir hu­su­si­yet ve güç veh­met­ti­rir­si­niz. Bu­nu kim ya­pı­yor­sa, tam ter­si­ne on­la­ra hiz­met edi­yor de­mek­tir. Pe­ki, bun­la­rı kim dü­zel­te­cek? Bu­nu an­cak muk­te­dir bir ik­ti­dar dü­zel­tir. Yö­net­me hak­kı si­ya­se­te ait­tir. Si­ya­set ge­lir ve bun­la­rı dü­zel­tir. Ku­rum­la­rın yer­li ye­ri­ne otur­tul­ma­sı, her şe­yin hu­kuk içi­ne alın­ma­sı ik­ti­dar­la­rın işi­dir. İk­ti­dar­lar ac­zi­yet için­dey­se çe­te­leş­me, maf­ya­laş­ma dev­let ha­li­ne ge­lir.
 
Bu açı­dan AK Par­ti ik­ti­da­rı­na on üze­rin­den kaç ve­rir­si­niz?
Bu alan­da AK Par­ti’ye on üze­rin­den an­cak bir ve­ri­rim. Çün­kü hâ­lâ mu­ha­le­fet­te gi­bi ko­nuş­mak­ta­dır. Bir de­fa si­ya­se­ti de­mok­ra­tik­leş­tir­me­miş, ken­di için­de de­mok­ra­tik­leş­me­miş­tir ki Tür­ki­ye’yi de­mok­ra­tik­leş­tir­sin. Dev­le­tin ku­rum­la­rı­nın in­san hak­la­rı­na yö­ne­lik iş­le­yi­şin­de et­ki­li ola­ma­mış­tır ik­ti­dar.
 
Tür­ki­ye’nin Av­ru­pa Bir­li­ği üye­li­ği­ne ba­kı­şı­nı­zı me­rak edi­yo­rum. BBP, AB’ye kar­şı mı?
Kar­şı­dır. AB’ye ‘ha­yır’ di­yor; AB sü­re­ci der­hal dur­du­rul­ma­lı­dır, di­yor. Onun ye­ri­ne Türk Bir­li­ği sü­re­ciy­le meş­gul ol­ma­lı­yız. Ken­di coğ­raf­ya­mız­da ön­der­lik ya­pa­bi­le­ce­ği­miz çok yön­lü, çok un­sur­lu, he­le­zo­nik bir dış po­li­ti­ka­yı esas ka­bul et­me­li­yiz. Çün­kü AB ar­tık bir iha­net pro­je­si­ne dö­nüş­tü Tür­ki­ye için.
 
Son ola­rak ki­şi­sel bir so­ru: Geç­mi­şe dö­nüp bak­tı­ğı­nız­da şöy­le bir mu­ha­se­be yap­tı­ğı­nız olu­yor mu? Mer­hum Tür­keş’in ba­şın­da bu­lun­du­ğu MHP’den ay­rı­lıp BBP’yi kur­du­nuz. Ar­dın­dan Re­fah-Yol Koa­lis­yo­nu baş­ba­kan de­ğiş­ti­rip de­vam et­sey­di, ki­lit par­ti ola­rak koa­lis­yon­da yer ala­cak­tı­nız; ama Cum­hur­baş­ka­nı De­mi­rel, gö­re­vi ANAP’a ver­di. Bun­dan son­ra BBP, sem­pa­tik bu­lu­nan ama hep Mec­lis dı­şın­da ka­lan bir par­ti ol­du. Aca­ba, “MHP için­de kal­say­dım ve Dev­let Bah­çe­li’nin baş­kan se­çil­di­ği kon­gre­de ben de ya­rış­say­dım” di­ye dü­şün­dü­ğü­nüz ol­du mu?
Ben hep inan­dı­ğı­mı yap­tım. Yap­tık­la­rım ve sa­vun­duk­la­rım, inan­dık­la­rım­dır. El­bet­te in­sa­nız ve ha­ta­la­rı­mız da ol­muş­tur. Ama ha­ta­la­rı­mız bi­le inan­dık­la­rı­mız­dır. Bir piş­man­lık duy­gu­su için­de de­ği­lim. Ta­ri­hî olay­la­rı ta­ri­hin o gün­kü şart­la­rı­na gö­re de­ğer­len­dir­me­li­yiz.

Paylaş Tavsiye Et