Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2009) > Söyleşiyorum > Fuat KEYMAN: “Güvenliğin yolu, demokrasi ve kalkınma”
Söyleşiyorum
Fuat KEYMAN: “Güvenliğin yolu, demokrasi ve kalkınma”
Söyleşi: M. Akif KAYAPINAR, M. Mücahit KÜÇÜKYILMAZ
Medeniyetler dönüşümü ile uluslararası sistemik dönüşümün eşzamanlı yaşandığı şu yıllarda küresel düzlemde siyasî, sosyal ve kültürel anlamda derin ve geniş çaplı değişimler söz konusu. Modern Ulus Devlet’in temel birim olduğu Vestfalya sisteminden daha farklı bir sisteme evrilen bugünün dünyasında Türkiye’nin konumunu Fuat Keyman’la konuştuk bu ay.
Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Prof. Fuat Keyman, aynı zamanda bu üniversitede Küreselleşme ve Demokratik Yönetim Merkezi’nin direktörlüğünü yürütüyor. 1981’de ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 1983’te ODTÜ Siyaset Bilimi’nde yüksek lisansını; 1992’de Carleton Üniversitesi’nde siyaset bilimi doktorasını tamamladı.
Keyman, küreselleşme, uluslararası ilişkiler, Türkiye ekonomi-politiği ve demokratikleşme üzerinde çalışıyor. Yurt içinde ve yurt dışında pek çok kitabı ve makalesi yayınlanan Keyman’ın eserleri arasında Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık; Citizenship and Identity in a Globalizig World: European Questions and Turkish Experience (Küreselleşen Dünyada Vatandaşlık ve Kimlik: Avrupa Soruları, Türkiye Deneyimleri); Türkiye ve Radikal Demokrasi; Değişen Dünya, Dönüşen Türkiye; Global-Yerel Eksende Türkiye; Liberalizm, Devlet, Hegemonya; Türkiye’de Devlet Sorunu: Küreselleşme, Modernleşme, Demokratikleşme; Remaking Turkey: Globalization and Alternative Modernities (Türkiye’yi Yeniden-İnşa Etmek: Küreselleşme ve Alternatif Modernleşmeler) bulunuyor. Keyman, küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkileri konusunda araştırmalarını sürdürüyor.
Uluslararası ilişkiler teorisi, küreselleşme ve uluslararası ilişkiler, güncel Türk siyaseti konularında dersler veren Keyman, New Perspectives on Turkey, Doğu/Batı, Review of International Political Economy dergilerinin de editörleri arasında yer alıyor.­
 
So­ğuk Sa­vaş son­ra­sı ulus­la­ra­ra­sı sis­te­mi na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? So­ğuk Sa­vaş ku­rum­la­rı­nın iş­le­vin­de bir de­ği­şik­lik ol­du mu ve­ya var­lık ge­rek­çe­le­ri or­ta­dan kalk­tı mı? Je­opo­li­ti­ğin ye­ni­den önem ka­zan­ma­sı ne­le­ri de­ğiş­tir­di ve bu de­ği­şim ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­le­rin di­li­ne na­sıl yan­sı­dı? İde­a­list söy­lem­den rea­list söy­le­me ge­çiş var gi­bi gö­zü­kü­yor. Bu­na ka­tı­lı­yor mu­su­nuz?
So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­mi iki tür­lü de­ğer­len­di­ri­le­bi­lir. Bi­rin­ci­si, ABD’nin ba­şı­nı çek­ti­ği Ba­tı’nın, Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin ba­şı­nı çek­ti­ği Do­ğu’ya ga­lip gel­me­si. İkin­ci­si, Fran­cis Fu­ku­ya­ma ta­ra­fın­dan di­le ge­ti­ri­len ve be­nim faz­la­ca al­tı­nı çiz­di­ğim bir de­ğer­len­dir­me: So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­mi sa­de­ce Ba­tı’ya kar­şı Do­ğu’nun tem­sil­ci­si olan Sov­yet­ler Bir­li­ği ve onun tem­sil et­ti­ği sis­te­min çö­kü­şü de­ğil, ay­nı za­man­da Ba­tı’nın al­ter­na­tif­siz kal­ma­sı­dır. Ar­tık Ba­tı’yı, Fu­ku­ya­ma’nın ifadesiyle, ser­best pa­za­rı, bi­rey­ci­li­ği ve li­be­ral dev­le­ti sor­gu­la­ya­cak al­ter­na­tif bir ya­pı kal­ma­mış­tır. Bu yüz­den de So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­mi bir an­lam­da ta­ri­hin de bi­ti­mi; çün­kü ar­tık bu­gün­kü dün­ya bi­rey­ci­lik, ser­best pa­zar ve li­be­ral de­mok­ra­si te­me­lin­de ev­ren­sel­leş­miş­tir. So­ğuk Sa­vaş son­ra­sı dö­ne­me bak­tı­ğı­mız­da bu ta­nım­la­ma­nın bir ta­raf­tan kü­re­sel­leş­me de­nen ege­men ide­olo­ji­yi ya­rat­tı­ğı­nı; fa­kat öbür ta­raf­tan Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin çök­me­si Ba­tı’yı al­ter­na­tif­siz bı­rak­sa da, fak­lı di­renç bi­çim­le­ri­nin ve olu­şum­la­rın or­ta­ya çık­tı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Bu, Ba­tı’ya kar­şı bir dev­let ve­ya grup ta­ra­fın­dan de­ğil, sis­tem al­tı ya da mer­kez kaç kuv­vet­le­ri de­di­ği­miz ya­pı­lar ta­ra­fın­dan ge­liş­ti­ri­li­yor ve bu mü­ca­de­le­de kül­tür önem ka­za­nı­yor. Bun­lar et­nik, din­sel ve Sri Lan­ka ör­ne­ğin­de gör­dü­ğü­müz kül­tü­rel te­mel­li mü­ca­de­le­ler. Fu­ku­ya­ma’nın te­zi, ba­zı so­run­lar ta­şı­sa da, bir an­lam­da doğ­ru­la­nı­yor. Öte yan­dan So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­miy­le, ya­şa­dı­ğı­mız dün­ya çok cid­di gü­ven­siz­lik­le­rin, risk­le­rin ol­du­ğu bir ye­re dö­nü­şü­yor. 1990’lar­da be­lir­siz­lik, gü­ven­siz­lik ve risk; mik­ro mil­li­yet­çi­lik ve din­sel kök­ten­ci­lik te­me­lin­de ya­şa­nı­yor. Sri­ Lan­ka, So­ma­li, Ru­an­da, Ce­za­yir ve son ola­rak da Bos­na’da ol­du­ğu gi­bi. 11 Ey­lül 2001’den son­ra bu­na bir de te­rör un­su­ru ek­len­di. Ba­tı bel­ki al­ter­na­tif­siz ka­lı­yor; ama or­ta­ya çı­kan al­ter­na­tif­ler, de­net­len­me­si çok da­ha zor mer­kez-kaç kuv­vet­ler ta­ra­fın­dan ya­ra­tı­lı­yor. Fu­ku­ya­ma bir üç­gen te­me­lin­de an­la­tı­yor ye­ni du­ru­mu: Ser­best Pa­zar+li­be­ral dev­let+bi­rey­ci­lik. Bun­lar dün­ya­nın ye­ni ev­ren­sel ko­du­nu tem­sil edi­yor ve ar­tık bu kod al­ter­na­tif­siz sa­yı­lı­yor. I. Kör­fez Sa­va­şı’ndan son­ra Irak’a ve Kü­ba’ya, “ya bu sis­te­min için­de­si­niz­dir ya da dı­şın­da­sı­nız­dır” de­ni­yor. 1990’lar­dan son­ra böy­le bir sis­tem ku­ru­lu­yor; an­cak sis­te­me kar­şı di­renç ar­tık dev­let­ler dü­ze­yin­de de­ğil, dev­let-al­tı ak­tör­le­rin ya­şa­ma ge­çir­di­ği, ken­di­si­ni mik­ro mil­li­yet­çi­lik ola­rak gös­te­ren ya­pı­lar­dan ge­li­yor. Bun­lar, dev­let te­me­lin­de te­rö­re ka­dar va­ran risk­ler, gü­ven­siz­lik­ler ve muğ­lak­lık­lar dün­ya­sı ya­ra­tı­yor.
 
Tek ku­tup­lu bir he­ge­mon­ya­dan zi­ya­de bir is­tik­rar­sız­lık, dü­zen­siz­lik hat­ta sis­tem­siz­lik ve ka­os ha­kim gö­zü­kü­yor.
So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­mi hâ­lâ de­vam edi­yor; fa­kat ora­da şöy­le bir so­run var: Do­ğu blo­ğu­nun çök­me­siy­le or­ta­ya çı­kan şey, esa­sın­da iki dün­ya­nın bi­ti­mi. Onun ye­ri­ne ne­yin ko­nu­la­ca­ğı bi­lin­me­di­ği gi­bi bu­nu çok da­ha risk­li, gü­ven­siz ve muğ­lak ya­pan mik­ro mil­li­yet­çi­lik akım­la­rı or­ta­ya çı­kı­yor. Bu­na kül­tü­rün ge­ri dö­nü­şü ya da kim­li­ğin ge­ri dö­nü­şü de de­ni­yor. 90’lı yıl­la­rın si­vil sa­vaş­la­rın­da, es­ki Yu­gos­lav­ya’da mik­ro mil­li­yet­çi­li­ğin, Ce­za­yir’de din­sel kök­ten­ci­li­ğin öne çık­tı­ğı gö­rü­lü­yor. Mik­ro mil­li­yet­çi­lik, Sri­ Lan­ka’da ol­du­ğu gi­bi, kül­tü­rel kök­ten­ci­li­ğe de ek­lem­le­ne­bi­li­yor. Ve Bos­na tra­je­di­sin­de­ki gi­bi, çok cid­di bir et­nik kı­yım sü­re­ci baş­lı­yor.
 
Mik­ro mil­li­yet­çi­lik­ler ile kü­re­sel­leş­me ara­sın­da, özel­lik­le ulus-dev­le­tin al­tı­nı oy­ma yö­nün­de, adı kon­ma­mış bir uz­laş­ma ol­du­ğu şek­lin­de­ki yo­rum­la­ra ne di­yor­su­nuz?
İki tür­lü yo­rum­la­na­bi­lir: Bi­rin­ci­si, mik­ro mil­li­yet­çi­lik de­di­ği­miz şey, gü­cü­nü sa­de­ce var ol­du­ğu yer­den de­ğil, kü­re­sel bo­yut­tan da alı­yor. Bos­na ör­ne­ğin­de gö­rül­dü­ğü gi­bi, o sü­re­ce des­tek ver­mek için il­la ki Bos­na­lı ol­mak ge­rek­mi­yor. Aca­ba bu, ulus-dev­le­tin al­tı­nı mı oyu­yor; yok­sa ulus-dev­le­tin bu mü­ca­de­le­yi yap­ma ka­pa­si­te­sin­de bir so­run mu ya­ra­tı­yor? Ba­na gö­re ulus-dev­let, bu sü­reç­ler­le mü­ca­de­le ede­cek ka­pa­si­te­ye ve yö­ne­tim an­la­yı­şı­na sa­hip de­ğil. Bu se­bep­le ulus-dev­let­le­rin de ken­di­le­ri­ni ye­ni­le­dik­le­ri bir dö­ne­me gi­ri­yo­ruz. Bu­na yö­ne­tim, yö­ne­ti­şim, ka­tı­lım­cı de­mok­ra­si ve de­mok­ra­tik­leş­me gi­bi ad­lar ve­ri­li­yor. Tür­ki­ye ve Av­ru­pa’da AB en­teg­ras­yo­nu ve­ya Ame­ri­ka’da NAF­TA de­ni­yor; ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­ler, böl­ge­sel­lik­ler olu­şu­yor. So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­de iki ku­tup­lu dün­ya­da den­ge da­ha ra­hat ku­ru­lu­yor­du; çün­kü ku­tup­lar bel­liy­di. Fa­kat bir ta­ne­si git­ti­ği za­man olu­şan boş­luk na­sıl do­la­cak? Bu çok önem­li bir so­ru ve bu so­ru, şu ana ka­dar ba­na gö­re Sa­mu­el Hun­ting­ton’ın Me­de­ni­yet­ler Ça­tış­ma­sı te­zin­den çok fark­lı, am­pi­rik bir bi­çim­de or­ta­ya ko­na­bi­li­yor. Har­vard Üni­ver­si­te­si ta­rih­çi­si Ni­all Fer­gu­son’un söy­le­di­ği gi­bi, me­de­ni­yet içi ve me­de­ni­yet­ler ara­sı çar­pış­ma -si­vil sa­vaş­la­rın, mik­ro mil­li­yet­çi­li­ğin or­ta­ya çık­ma­sı, et­nik kı­yım­la­rın ya­pıl­ma­sı, mer­kez-kaç kuv­vet­le­ri­nin sü­rek­li ola­rak ulus-dev­le­ti zor­la­ma­sı- ko­lay kon­trol edi­le­bi­le­cek bir sü­reç de­ğil. 11 Ey­lül’den son­ra­ki dün­ya­da bu çok da­ha net­le­şi­yor; risk­le­rin, be­lir­siz­lik­le­rin ol­du­ğu bir ge­çiş dö­ne­mi...
 
Ge­çiş dö­ne­mi der­ken, ne­ye ge­çe­ce­ği­mi­zi bi­li­yor mu­yuz?
Şu an­da onun­la il­gi­li bir tar­tış­ma var; fa­kat ne­yin ger­çek­le­şe­ce­ği ko­nu­sun­da ne söy­lem­sel, ne de si­ya­sî dü­zey­de bir net­lik var. Bir ta­raf­ta, özel­lik­le 11 Ey­lül son­ra­sı dö­nem­de or­ta­ya çı­kan Ame­ri­kan he­ge­mon­ya­sı­nın ulus-dev­let dü­ze­yin­de, dün­ya­yı tek ta­raf­lı ola­rak ye­ni­den in­şa et­me sü­re­ci var; ki bu­na Bü­yük Or­ta Do­ğu Pro­je­si ya da Ame­ri­kan Ye­ni Yüz­yı­lı de­ni­yor. Ama bu­gün Irak’ta gör­dü­ğü­müz gi­bi, bu­nun ger­çek­leş­me­si ko­nu­sun­da şüp­he­ler var. An­cak be­nim de dâ­hil ol­du­ğum bir söy­lem, her ne ka­dar bu so­run­lar ya­şan­sa da, çok ta­raf­lı bir ya­pı­ya doğ­ru gi­di­le­ce­ği­ni ve ulus-dev­let­ler ka­dar ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­le­rin, si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı­nın da önem ka­za­na­ca­ğı da­ha de­mok­ra­tik bir dün­ya dü­ze­ni­nin ku­rul­ma­sı için bir ça­ba­nın ger­çek­le­şe­ce­ği­ni ön­gö­rü­yor. Bu ge­çiş dö­ne­min­de dün­ya­nın ne­re­ye gi­de­ce­ği ve bu­nun han­gi norm­lar te­me­lin­de (tek ta­raf­lı, çok ta­raf­lı, ulus-dev­let, ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­ler, si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı ara­sın­da­ki ile­ti­şim ve et­ki­le­şim­den kay­nak­la­nan bir de­mok­ra­tik dün­ya yö­ne­ti­mi) ola­ca­ğı bel­li de­ğil. Bu­gün So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­de­ki den­ge yok; si­vil sa­va­şı or­ta­ya çı­kar­ta­bi­le­cek mik­ro mil­li­yet­çi ak­tör­ler, el-Kai­de gi­bi kü­re­sel ak­tör­ler ve Ame­ri­kan dış po­li­ti­ka­sı­nı ta­ma­mıy­la sa­va­şa in­dir­ge­ye­bi­len ye­ni-mu­ha­fa­za­kâr­lık gi­bi ide­olo­ji­ler var. Üs­te­lik ge­çiş dö­ne­mi­nin risk­le­rin­den söz eder­ken eko­no­mik kriz­ler, kü­re­sel ısın­ma gi­bi çok cid­di çev­re­sel kriz­le­ri de he­sa­ba kat­mak zo­run­da­yız.
 
Ge­çiş dö­ne­mi­nin öl­çe­ği ne ka­dar bü­yük? Me­se­la bu, Vest­fal­ya sis­te­mi­nin ku­rul­ma­sı ka­dar bü­yük bir dö­nü­şüm mü?
Ba­na gö­re evet; çün­kü Vest­fal­ya sis­te­mi ulus-dev­let te­me­lin­de bir ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler sis­te­mi kur­du. Bu ba­zen bir bi­lar­do ma­sa­sı gi­bi, her top­lu­mun ulus-dev­let bi­çi­min­de var ol­du­ğu bir ya­pı­yı an­dı­rı­yor­du. Ba­zen de bir örüm­cek ağı gi­bi her şe­yin; ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­le­rin, ulus-dev­le­tin, si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı­nın, ço­k u­lus­lu şir­ket­le­rin, sos­yal ha­re­ket­le­rin iç içe geç­ti­ği bir ya­pı­yı gös­te­ri­yor­du. Bu­gün ise bir dö­nü­şüm ya­şı­yo­ruz ve bu dö­nü­şü­mün so­run­la­rı var. Sa­vaş­tan çev­re­ye, in­san hak­la­rın­dan de­mok­ra­tik­leş­me­ye, eko­no­mik kriz­ler­den sos­yal ada­le­te, yok­sul­luk­tan böl­ge­sel eşit­siz­lik­le­re ka­dar so­run­la­ra bak­tı­ğı­mız­da, sis­tem­sel bir dö­nü­şüm sü­re­cin­de ol­du­ğu­muz mu­hak­kak. So­run­lar, tek bir ulus-dev­let ya da ya­pı­nın çö­ze­bi­le­ce­ği so­run­lar de­ğil. Bu sis­tem­sel dö­nü­şüm, 11 Ey­lül son­ra­sı dö­nem­de­ki ül­ke iş­gal­le­ri, re­jim de­ği­şik­lik­le­riy­le da­ha da hız­lan­dı ve de­rin­leş­ti. Bel­ki de bu­gün, 1648 Vest­fal­ya ile baş­la­yan ve ulus-dev­let­ler te­me­lin­de ku­ru­lan bir sis­tem­den ne­re­ye doğ­ru ge­çe­ce­ği­mi­zin an­la­şı­la­ca­ğı son aşa­ma­lar­dan bi­ri­ni ya­şı­yo­ruz.
 
Ge­çiş dö­ne­min­de çok ta­raf­lı bir ya­pı­ya doğ­ru gi­di­le­ce­ği­ni ön­gör­dü­ğü­nü­zü söy­le­di­niz. Bu ye­ni du­ru­ma Türk dış po­li­ti­ka­sı na­sıl uyum sağ­la­ma­lı? AB, ABD ya da Rus­ya ve Çin gi­bi güç­ler­le Tür­ki­ye’nin iliş­ki­le­ri na­sıl ol­ma­lı?
Çok önem­li ve doğ­ru bir so­ru. Bir ke­re se­rin­kan­lı olup bu sis­tem­sel dö­nü­şü­mü iyi oku­mak ve bir çö­züm­le­me sü­re­ci­ne gir­mek la­zım. Dü­şün­ce ku­ru­luş­la­rı ve kon­fe­rans­la­rın te­mel iş­lev­le­rin­den bi­ri de bu dün­ya­yı an­la­mak ol­ma­lı. İkin­ci­si, sis­tem­sel bir dö­nü­şü­mün ya­şan­dı­ğı dün­ya­da, tam ola­rak ne­re­ye doğ­ru gi­dil­di­ği­nin ve bu sü­re­cin be­lir­siz­li­ği­nin de far­kın­da olun­ma­sı la­zım. He­men “ABD gel­di, Irak’ı iş­gal et­ti, Bü­yük Or­ta Do­ğu Pro­je­si var ve dün­ya böy­le ola­cak” de­mek söy­lem dü­ze­yin­de müm­kün; ama bu­gün gö­rü­yo­ruz ki, Irak’ta olan ile bu söy­lem­de or­ta­ya ko­na­nın ger­çek­leş­me­si ay­nı an­da müm­kün ol­mu­yor. Ba­na gö­re, Irak sa­va­şı sü­re­cin­de Tür­ki­ye’de, “Sa­va­şı des­tek­le­ye­lim” di­yen in­san­la­rın yap­tı­ğı te­mel ha­ta, or­ta­ya ko­nan pro­je­nin ay­nen uy­gu­la­na­bi­le­ce­ği zan­nıy­dı. Or­ta Do­ğu’nun ye­ni­den ya­pı­lan­dı­rıl­ma­sı ko­nu­su, ye­ni mu­ha­fa­za­kâr­la­rın Ame­ri­kan yüz­yı­lı pro­je­si­nin bir par­ça­sıy­dı; fa­kat şu an­da pro­je­nin Irak’ta bi­le bir ger­çek­leş­me so­ru­nu var. Pek çok pro­je­nin ay­nı an­da yü­rü­tül­mek is­ten­di­ği­ni gör­me­miz la­zım; bun­lar­dan bir ta­ne­si ABD’nin he­ge­mon­ya­sı al­tın­da tek ta­raf­lı dün­ya pro­je­si. Bu­na kar­şı­lık, Çin ve Rus­ya gi­bi ulus-dev­let­le­rin güç­le­ne­ce­ği, böl­ge­sel­lik­le­rin da­ha da ar­ta­ca­ğı, ça­tış­ma­lı bir dün­ya­ya gi­di­le­ce­ği dü­şün­ce­si var. Me­se­la Ame­ri­ka’da­ki ba­zı ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler uz­man­la­rı di­yor ki; bu­gün Irak Sa­va­şı’ndan da­ha faz­la ka­fa yor­ma­mız ge­re­ken olay, Ame­ri­ka-Çin re­ka­be­ti­dir. Üçün­cü­sü de, Av­ru­pa Bir­li­ği tar­tış­ma­la­rın­da gör­dü­ğü­müz gi­bi, de­mok­ra­tik bir yö­ne­tim al­tın­da, çok ta­raf­lı ulus­la­ra­ra­sı örgüt­le­rin, dev­let­le­rin ve si­vil top­lum­la­rın et­ki­le­şim ha­lin­de bu­lun­du­ğu bir dün­ya he­de­fi­dir. Bu­ra­da amaç, ulus­la­ra­ra­sı bir de­mok­ra­tik dün­ya yö­ne­ti­mi kur­mak ve bu dün­ya­da kar­şı­lık­lı ba­ğım­lı iliş­ki­ler, eko­no­mi, kül­tür, di­ya­log ol­duk­ça önem­li. Han­gi pro­je­nin ba­şa­rı­lı ola­ca­ğı­nı bil­mi­yo­ruz; o yüz­den de Türk dış po­li­ti­ka­sı­nın, dün­ya­yı okur­ken bu üç fark­lı ola­sı­lı­ğa gö­re stra­te­ji­ler ge­liş­tir­me­si ge­re­ki­yor. Tür­ki­ye, dünyada tek ta­raf­lı bir ya­pı­ya gi­di­lir­se ne yap­ma­lı; Ame­ri­ka, Çin, Rus­ya gi­bi ulus-dev­let re­ka­bet­le­ri olan bir dün­ya­ya gi­di­lir­se ne yap­ma­lı; de­mok­ra­tik dün­ya yö­ne­ti­mi­ne doğ­ru gidilirse ne yap­ma­lı? En önem­li­si, po­li­ti­ka­la­rın gün­lük de­ğil, viz­yon te­mel­li ol­ma­sı la­zım. Ben bu­na gü­ven­lik, de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma­yı be­ra­ber dü­şü­nen bir dış po­li­ti­ka an­la­yı­şı di­yo­rum. Tür­ki­ye ken­di­si için ne ka­dar de­mok­ra­tik­le­şir ve eko­no­mik kal­kın­ma­sı­nı sağ­lar­sa, dış po­li­ti­ka­da o ka­dar güç­lü olur. Tür­ki­ye bu üç ala­nı bir­lik­te dü­şün­me­li; 1980’ler ve 90’lar­dan fak­lı ola­rak, sa­de­ce gü­ven­lik en­deks­li de­ğil, gü­ven­lik ile eko­no­mik kal­kın­ma­yı, gü­ven­lik ile de­mok­ra­tik­leş­me­yi be­ra­ber gö­ren bir dış po­li­ti­ka an­la­yı­şı­na git­me­li; pa­ra­dig­ma de­ği­şi­mi sağ­la­ma­lı.
 
Bu söy­le­dik­le­ri­niz­le pa­ra­lel Char­les Do­ran’ın, “sis­te­mik dö­nü­şüm za­man­la­rın­da sis­tem li­ne­er git­mez; li­ne­er git­me­yen bir dö­nem­de de li­ne­er dü­şün­mek bü­yük ha­ta­la­ra ne­den olur” gi­bi bir ifa­de­si var­dı.
Bu sis­tem de li­ne­er git­me­ye­cek; bu­gün onu bi­li­yo­ruz. Za­ten, li­ne­er ol­ma­dı­ğı için, be­nim bi­raz ön­ce söy­le­di­ğim gi­bi, en az üç ta­ne ola­sı­lı­ğı dü­şün­me­niz; li­ne­er de­ğil çok ne­den­sel­li, çok bo­yut­lu, çok kat­man­lı bir an­la­yı­şa sa­hip ol­ma­nız ge­re­kir.
 
Irak Sa­va­şı’n­da Ame­ri­ka ta­ra­fın­da yer al­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nen­ler, sis­te­min li­ne­er git­ti­ği­ni dü­şü­ne­rek li­ne­er tep­ki ver­me­miz ge­rek­ti­ği­ni id­di­a edi­yor­lar­dı.
Char­les Do­ran’ın ve­ya­hut di­ğer ba­zı çö­züm­le­me­ci­le­rin bu bağ­lam­da­ki sap­ta­ma­sı da şu: Bir sa­va­şın ka­za­nıl­ma­sı için as­ke­rî za­fe­ri si­ya­sî za­fe­re dö­nüş­tür­me­niz la­zım. Her za­man bir li­ne­er­lik söz ko­nu­su ol­mu­yor. Me­se­la Irak Sa­va­şı’n­da 21 gün­de Sad­dam Hü­se­yin’in büs­tü dü­şü­rül­dü; ama iki kü­sur yıl­dır hâ­lâ mü­ca­de­le edi­li­yor. Büs­tü de­vir­me­niz si­ya­sî za­fer an­la­mı­na gel­mi­yor; si­ya­sî za­fer çok bo­yut­lu, çok ne­den­li bir ba­kış açı­sı­nı ge­rek­ti­ri­yor. O za­man, “Ame­ri­ka sü­per güç­tür, bu­nu ba­şa­rır; o yüz­den onun­la bir­lik­te ol­ma­mız ge­re­kir” den­di. Oy­sa ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler­de as­ke­rî ka­pa­si­te ile yu­mu­şak güç ara­sın­da bi­re bir iliş­ki yok ar­tık. Bir ül­ke­nin as­ke­rî ka­pa­si­te­si­nin yük­sek ol­ma­sı onun yu­mu­şak gü­cü­nün, inan­dı­rı­cı­lık ve rı­za gü­cü­nün de yük­sek ol­du­ğu an­la­mı­na gel­mi­yor. Bu­na ik­ti­da­rın pa­ra­dok­su de­ni­yor; Ame­ri­ka tam da bu iki­le­mi ya­şı­yor.
 
Türk dış po­li­ti­ka­sı­na ge­lir­sek; dün­ya kon­jonk­tü­rü­nün de zor­la­ma­sıy­la, So­ğuk Sa­vaş son­ra­sın­da bir sap­ma, bir pa­ra­dig­ma kay­ma­sı ger­çek­leş­miş gö­rü­nü­yor. Bu­nun risk­le­ri var mı­dır?
So­ğuk Sa­vaş dö­ne­min­de Türk dış po­li­ti­ka­sı, üze­rin­de ça­lış­mak için bi­le, sı­kı­cı bir alan­dı. Çün­kü Tür­ki­ye, Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin tem­sil et­ti­ği dün­ya ile Ame­ri­ka’nın tem­sil et­ti­ği dün­ya ara­sın­da tam­po­nu oy­nu­yor­du. O yüz­den de çok faz­la ka­fa yor­ma­sı, ya­ra­tı­cı ve stra­te­jik ol­ma­sı ge­rek­mi­yor; mev­cut den­ge­ye gö­re ken­di­si­ni ko­num­lan­dı­rı­yor­du. Fa­kat So­ğuk Sa­vaş bi­tin­ce, 1990’la­rın ba­şın­da cid­di bir dış po­li­ti­ka kri­zi ya­şan­dı. Tam­pon böl­ge özel­li­ği­ni kay­bet­miş bir Tür­ki­ye’nin dış po­li­ti­ka kim­li­ği­nin ne ol­du­ğu tar­tı­şıl­dı. Ba­na gö­re, Tur­gut Özal’ın Kör­fez Sa­va­şı’na gir­me­si, ak­tif ol­ma ça­ba­la­rı da bu kri­zin gös­ter­ge­le­ri­dir. Tam­pon böl­ge özel­li­ği yok ol­du­ğu za­man, Tür­ki­ye’nin öne­mi­ni kay­be­de­bi­le­ce­ği dü­şü­nü­lü­yor­du. Hal­bu­ki bu­gün, Tür­ki­ye’nin öne­mi­nin gi­de­rek art­tı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Bir de, tam­pon böl­ge özel­li­ği yok olan Tür­ki­ye’nin ye­ni bir dış po­li­ti­ka kim­li­ği ya­rat­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni gö­rü­yo­ruz. AKP ik­ti­da­rı­nın bu yön­de bir gi­ri­şi­mi var. Hü­kü­me­tin dış po­li­ti­ka­sı­na bak­tı­ğı­mız za­man ak­tif­lik, çok bo­yut­lu­luk, kom­şu­la­rıy­la sı­fır so­run gi­bi söy­lem­ler gö­rü­yo­ruz. Fa­kat söy­lem dü­ze­yin­den stra­te­ji­ye ge­çil­di­ği za­man bun­la­rın ne şe­kil­de uy­gu­la­na­ca­ğı so­ru işa­re­ti ya­ra­tı­yor. Bir gi­ri­şim var; ama bu gi­ri­şi­min da­ha net­leş­me­si ge­re­ki­yor.
 
Ye­ni dış po­li­ti­ka an­la­yı­şı siz­ce bir dev­let po­li­ti­ka­sı ha­li­ne ge­le­me­di mi?
Bir o var; bir de hem pro­vo­ka­tif, hem açık­la­yı­cı bir ör­nek ola­rak ak­lı­ma Ha­mas’ın zi­ya­re­ti ge­li­yor. Ha­mas, Tür­ki­ye’den son­ra İran’a ve Rus­ya’ya da git­ti. Ha­mas’ın Tür­ki­ye’ye gel­me­si o an­lam­da bir so­run de­ğil, bel­ki de önem­li bir şey; eğer İran’a ve özel­lik­le Rus­ya’ya gi­di­yor­sa... Ama ta­bii Ha­mas’ın gel­me­sin­de dış po­li­ti­ka için önem­li olan pek çok pro­se­dü­rel so­run ya­şan­dı. Sü­re­cin iş­le­yiş tar­zı­na da­ir, da­vet­le, kim­ler­le gö­rüş­tü­ğüy­le il­gi­li, dip­lo­ma­tik ol­gun­luk ve usul­ler­le il­gi­li bir so­run ya­şan­dı. Bir pa­ra­dig­ma de­ği­şik­li­ği ol­du­ğu za­man, bu­nun viz­yo­nu ka­dar ol­gun­lu­ğu, üs­lu­bu, ha­ya­ta ge­çiş şek­li de önem­li. Tür­ki­ye’de esa­sın­da bir ge­çiş tar­tış­ma­sı da ya­şa­nı­yor. Fa­kat bu ge­çi­şin ne ka­dar pa­ra­dig­ma­tik ol­du­ğu he­nüz bi­lin­mi­yor. Ba­na gö­re, Tür­ki­ye ha­ki­ka­ten çok ta­raf­lı, ak­tif bir dış po­li­ti­ka uy­gu­la­ma­lı; çün­kü Or­ta Do­ğu, Bal­kan­lar, Türk dün­ya­sı ve Kaf­kas­ya böl­ge­si için ki­lit bir ül­ke ko­nu­mun­da. Ama bu­nu uy­gu­la­mak için eko­no­mik ve de­mok­ra­tik an­lam­da güç­lü ol­ma­lı. Me­se­la ken­di için­de Kürt so­ru­nu­nu çö­ze­me­yen bir Tür­ki­ye’nin Irak’a ba­kı­şı da bir bü­tün­sel­lik ta­şı­mı­yor; ola­yı, Bü­yük Or­ta Do­ğu çer­çe­ve­sin­den gör­mek ye­ri­ne, Ku­zey Irak’a odak­la­nı­yor. O za­man pa­ra­dig­ma­tik de­ği­şik­lik, viz­yon de­ği­şik­li­ği ola­mı­yor. Siz ken­di so­run­la­rı­nız­la kar­şı kar­şı­ya olun­ca, bun­lar si­zi, viz­yon ya­rat­mak ve dün­ya­yı oku­mak ko­nu­sun­da en­gel­le­ye­bi­li­yor. Ku­zey Irak’a ne ka­dar odak­la­nır­sak, Irak’ta ne ol­du­ğu­nu an­la­ma ka­pa­si­te­miz de o öl­çü­de aza­lı­yor. Bu ba­kım­dan Tür­ki­ye’de­ki dış po­li­ti­ka­nın pa­ra­dig­ma­tik de­ği­şi­mi mut­la­ka de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma sü­reç­le­riy­le des­tek­len­me­li. So­ğuk Sa­vaş’tan fak­lı ola­rak bu­gün, gü­ven­lik ko­nu­su­nu de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma­dan so­yut­la­mak müm­kün de­ğil.
 
Za­ten dış po­li­ti­ka­da dün­ya­da­ki­ne pa­ra­lel bir de­ği­şim ya­şa­na­cak­sa, Tür­ki­ye’nin ge­le­ne­ği bu­na mü­sa­it ol­mak­tan zi­ya­de bu­nu zo­run­lu kı­lı­yor. Os­man­lı’nın son za­man­la­rın­dan bu ya­na, dış po­li­ti­ka iç po­li­ti­ka­yı be­lir­le­me­ye baş­la­mış. Cum­hu­ri­yet ku­rul­duk­tan son­ra da, Tür­ki­ye’nin de­mok­ra­tik­leş­me­si ve iç po­li­ti­ka­da­ki ge­liş­me­ler ge­nel­lik­le dış po­li­ti­ka­nın et­ki­siy­le ol­muş. Bun­dan son­ra iç po­li­ti­ka­da ya­şa­ya­ca­ğı­mız sü­re­ci bu çiz­gi­nin de­va­mı ola­rak mı gör­me­li­yiz?
Ha­yır. Bu­gü­ne ka­dar dış po­li­ti­ka­da­ki ge­liş­me­le­rin Tür­ki­ye’yi zor­la­ma­sı yü­zün­den iç de­ği­şim­ler ol­du, di­yor­su­nuz; bu doğ­ru. Fa­kat ta­rih­sel bir araş­tır­ma yap­tı­ğı­mız za­man, her de­ği­şim dö­ne­min­de iç ta­lep­le­rin de ol­du­ğu gö­rü­lür. Ben, “Tür­ki­ye’de­ki önem­li ta­rih­sel de­ği­şik­lik­ler dış ak­tör­le­rin et­ki­siy­le ol­muş­tur” yak­la­şı­mı­nı çok doğ­ru bul­mu­yo­rum. II. Dün­ya Sa­va­şı’ndan son­ra dün­ya­da bir eği­lim var­dı; ama Tür­ki­ye’de de çok cid­di eko­no­mik ve si­ya­sî bir iç ta­lep var­dı. Ben­ce iç ta­lep­ler ve iç top­lum­sal ha­re­ket­len­me­ler ile dış dün­ya­da­ki sü­reç­ler ke­siş­ti­ği za­man Tür­ki­ye’de da­ha cid­di iyi­leş­me­ler olu­yor. Her ne ka­dar bu­gün Tür­ki­ye’de mil­li­yet­çi­li­ğin yük­sel­di­ği gö­rül­se de, ay­nı za­man­da de­mok­ra­tik­leş­me, li­be­ral­leş­me de yük­se­li­yor. Bu­gün Tür­ki­ye’de iç­ten ge­len bir de­ği­şim ta­le­bi var ve bu dış­tan bes­le­ni­yor; fa­kat bes­len­me şek­lin­de net­lik yok. Av­ru­pa Bir­li­ği’ne yak­laş­tık­ça de­mok­ra­tik­le­şir­ken; Ame­ri­ka’ya yak­laş­tık­ça gü­ven­li­ği ar­tı­yor. Esa­sın­da il­ginç bir şe­kil­de dün­ya­da­ki be­lir­siz­lik, Tür­ki­ye’de­ki bu iç top­lum­sal ta­lep­te ka­fa ka­rı­şık­lı­ğı ya­ra­ta­bi­li­yor. O yüz­den­dir ki, bu­gün Tür­ki­ye’de şe­hir­li tü­ke­tim top­lu­mu mil­li­yet­çi­li­ği ile de­mok­ra­tik­leş­me sü­reç­le­ri ay­nı an­da çok güç­lü ola­rak or­ta­ya çı­ka­bi­li­yor. Mil­li­yet­çi­lik, şe­hir­li ola­rak ba­zen ken­di­si­ni Kurt­lar Va­di­si’nde sem­bo­li­ze edi­yor. Tür­ki­ye’nin ne­re­ye doğ­ru gi­de­ce­ği üze­ri­ne açık fik­ri­miz yok; dün­ya­ya gö­re ken­di­mi­zi ko­num­la­ya­ca­ğız. Bu­nun­la bir­lik­te, dış po­li­ti­ka Tür­ki­ye’de her za­man iç po­li­ti­ka­yı be­lir­le­me­de et­ki­li ol­muş­tur. Bu­nun so­nuç­la­rın­dan bi­ri, Tür­ki­ye’nin mo­dern­leş­me sü­re­ci­nin gü­ven­li­ği­ni sağ­la­yan dev­le­tin öne­mi­nin ve gü­cü­nün hep ön plan­da ol­ma­sı­dır. Bu şe­kil­de, her za­man gü­ven­lik, ulu­sal çı­kar, dev­let çı­ka­rı adı­na de­mok­ra­tik­leş­me, eko­no­mik kal­kın­ma ve is­tik­rar ikin­ci pla­na atıl­mış­tır. Fa­kat bu­gü­nün dün­ya­sın­da, ar­tık böy­le bir lük­sü­müz yok. Eğer ha­ki­ka­ten güç­lü bir Tür­ki­ye is­ti­yor­sak, mu­hak­kak de­mok­ra­tik­leş­me­yi ve eko­no­mik kal­kın­ma­yı ön pla­na çı­kar­ma­mız ge­re­ki­yor. Çün­kü dün­ya­da eko­no­mi­si çal­kan­tı­lı, de­mok­ra­si­si ek­sik olan ül­ke­le­rin gü­ven­lik bağ­la­mın­da da ra­hat ol­ma­la­rı ko­lay de­ğil. Ör­ne­ğin, Irak Sa­va­şı’­na meş­rui­yet ka­zan­dır­mak için kul­la­nı­lan söy­le­min “de­mok­ra­si ih­ra­cı” ol­ma­sı bi­ze gös­te­ri­yor ki; de­mok­ra­tik ol­mak en azın­dan baş­ka ül­ke­le­rin se­ni iş­gal et­me­si­ni ön­le­yi­ci ya da iş­ga­lin gay­ri meş­ru­lu­ğu­nu or­ta­ya ko­yan bir et­ken ola­bi­lir. Eğer Irak’ta­ki de­mok­ra­tik­leş­me dü­ze­yi yük­sek ol­say­dı, çok cid­di meş­rui­yet kri­zi olan bu sa­vaş­ta “de­mok­ra­si ih­ra­cı” söy­le­mi­nin kul­la­nıl­ma­sı müm­kün ola­maz­dı. Bu­gü­nün dün­ya­sın­da gü­ven­lik ek­sen­li ol­mak is­ti­yor­san bi­le, de­mok­ra­tik­leş­me ve sür­dü­rü­le­bi­lir eko­no­mik kal­kın­ma­yı sağ­la­mak; yok­sul­luk, böl­ge­sel eşit­siz­lik gi­bi so­run­la­ra çö­züm bul­mak ge­rek­li. Eğer se­nin top­lum­sal ba­rı­şı­nı ze­de­le­ye­bi­le­cek eşit­siz­lik, ada­let­siz­lik so­ru­nun var ise, o za­man ak­tif, çok bo­yut­lu, ya­pı­cı bir dış po­li­ti­ka uy­gu­la­man müm­kün de­ğil­dir.
 
Bu çer­çe­ve­de şu­nu sor­mak is­ti­yo­rum: Özel­lik­le So­ğuk Sa­vaş’tan son­ra Ba­tı kut­bun­da Ame­ri­ka ve Av­ru­pa’yı yek­vü­cut bir ya­pı gi­bi gö­re­mi­yo­ruz. Tür­ki­ye’nin Ba­tı’nın bu iki fark­lı tem­sil­ci­siy­le iliş­ki­le­ri­ni na­sıl gö­rü­yor­su­nuz? Siz­ce bun­lar­dan bi­ri di­ğe­ri­nin al­ter­na­ti­fi ol­ma­lı mı?
Af­ga­nis­tan de­ğil ama Irak Sa­va­şı dö­ne­min­de Av­ru­pa ile Ame­ri­ka ara­sın­da bir fark­lı­laş­ma­nın, ko­pu­şun ol­du­ğu­nu göz­lem­le­dik. Bu bel­li çev­re­ler­ce tran­sat­lan­tik iliş­ki­le­rin kri­ze gir­me­si ola­rak yo­rum­lan­dı. Ör­ne­ğin Ro­bert Ka­gan, İk­ti­dar ve Cen­net ki­ta­bın­da ar­tık tran­sat­lan­tik iliş­ki­le­rin bit­ti­ği­ni ve çok cid­di bir kı­rıl­ma­nın ol­du­ğu­nu söy­le­di. Ame­ri­ka’nın fel­se­fe­ci Tho­mas Hob­bes gi­bi, gü­cü ve şö­val­ye­li­ği; Av­ru­pa’nın da Im­ma­nu­el Kant gi­bi ba­rış ve cen­ne­ti tem­sil et­ti­ği söy­len­di. Ba­na gö­re bi­rin­ci gö­rüş doğ­ru; ya­ni At­lan­tik öte­si iliş­ki­ler­de Ame­ri­ka’yla Av­ru­pa ara­sın­da Irak sa­va­şı te­me­lin­de bir fark­lı­laş­ma ya­şan­dı. Fa­kat bu­nun dü­zel­til­me­si im­kan­sız olan Mars ile Nep­tün ve­ya­hut Şö­val­ye ile Cen­net ara­sın­da­ki bir kı­rıl­ma ol­du­ğu­nu san­mı­yo­rum. O yüz­den de bu­gün böy­le bir kı­rıl­ma ya­şan­mak­la bir­lik­te tran­sat­lan­tik iliş­ki­ler­de bel­li alan­lar­da -ör­ne­ğin İran ko­nu­sun­da- ya­kın­laş­ma­lar gö­re­bi­li­yo­ruz. Türk dış po­li­ti­ka­sı ken­di­si­ni, tran­sat­lan­tik iliş­ki­ler­de kı­rıl­ma­lar ya­şan­sa bi­le, bu iliş­ki­le­rin var­lı­ğı te­me­lin­de ko­num­lan­dır­mak zo­run­da. Bu ne­den­le İran so­ru­nun­da hem Av­ru­pa Bir­li­ği, hem Ame­ri­ka bi­zi İran’da bir dö­nü­şü­mün ve çö­zü­mün ol­ma­sı­na kat­kı ver­me ko­nu­sun­da zor­la­ya­cak.
 
İran bü­yü­kel­çi­si­nin nük­le­er ener­ji ko­nu­sun­da or­tak ha­re­ket et­me yö­nün­de Tür­ki­ye’ye yap­tı­ğı tek­li­fi an­lam­lı bu­lu­yor mu­su­nuz? 
Bu tek­lif­ler Tür­ki­ye’nin böl­ge­de­ki öne­mi­ni gös­te­ri­yor. Bu­nu İran da bi­li­yor, Av­ru­pa da, Ame­ri­ka da… Bel­ki vur-kaç­lar ola­bi­lir; ama İran’la Ame­ri­ka, İran’la Av­ru­pa ara­sın­da bir sa­va­şın ya­şan­ma­sı pek müm­kün de­ğil. Bu­gün Ame­ri­ka’nın tek ta­raf­lı ola­rak dün­ya­yı yö­ne­te­me­ye­ce­ği Irak’ta or­ta­ya çık­mış­tır. O yüz­den biz, dış po­li­ti­ka viz­yo­nu­mu­zu Ame­ri­ka’nın pro­je­sin­den ha­re­ket­le ko­num­lan­dı­rır­sak, yan­lış ya­pa­rız. Bu ba­kım­dan, sa­va­şa gir­me­mek doğ­ru bir ka­rar­dı ben­ce. Bun­dan son­ra­ki so­run­lar da­ha çok dip­lo­ma­si ve mü­za­ke­re­ler yo­luy­la çö­zü­le­ce­ği için, Tür­ki­ye’nin böl­ge­de na­sıl bir rol oy­na­ya­ca­ğı­nı iyi sap­ta­ma­sı la­zım. Tür­ki­ye, ken­di­si­ni Ame­ri­ka ve Av­ru­pa iliş­ki­le­rin­de çok cid­di kı­rıl­ma­la­rın ol­ma­ya­ca­ğı, ya­şa­nan kı­rıl­ma­la­rın bel­ki de­vam ede­ce­ği ama hiç­bir za­man fark­lı iki kut­ba yol aç­ma­ya­ca­ğı yak­la­şı­mı üze­ri­ne kur­ma­lı. Bun­dan son­ra dün­ya, ulus-dev­let­le­rin ağır­lık­lı ol­du­ğu tek ta­raf­lı bir dü­ze­ne de gi­de­bi­lir; Ame­ri­ka-Çin, Ame­ri­ka-Rus­ya gi­bi ulus-dev­let te­mel­li he­ge­mo­nik bir ya­pı da olu­şa­bi­lir. Ama ay­nı za­man­da ulus-dev­let­ler, ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­ler, hat­ta si­vil top­lum ku­ru­luş­la­rı­nın da da­hil ol­du­ğu da­ha çok ta­raf­lı, de­mok­ra­tik bir ya­pı­ya gi­di­le­bi­lir. Ben­ce bu­nun tam ka­ra­rı alın­ma­dı. İkin­ci­si ger­çek­le­şir­se, Ame­ri­ka’yla Av­ru­pa Bir­li­ği ara­sın­da kı­rıl­ma­lar ol­sa da, iş­bir­li­ği­nin art­ma­sı muh­te­mel­dir. Tür­ki­ye, tam­pon böl­ge kim­li­ği­ni kay­bet­ti; ama şim­di ya­pı­cı dış po­li­ti­ka uy­gu­la­ya­bi­le­cek, be­nim de­yi­şim­le, bir “ki­lit ül­ke” ko­nu­mun­da. Hat­ta bir ta­raf­tan iç­te se­kü­ler­lik so­ru­nu ya­şar­ken, di­ğer ta­raf­tan Müs­lü­man kim­li­ğiy­le se­kü­ler re­ji­mi bir­leş­tir­di­ği için mo­del ül­ke ol­ma özel­lik­le­ri­ne de sa­hip. İkin­ci­ye doğ­ru gi­dil­di­ği za­man Tür­ki­ye’ye böy­le bir rol bi­çi­le­ce­ği gö­rü­lü­yor.
 
Dış po­li­ti­ka ile iç po­li­ti­ka et­ki­le­şi­mi bağ­la­mın­da, Türk dış po­li­ti­ka­sı dün­ya­da­ki ge­çiş dö­ne­mi­ne uyum sağ­la­ma­ya ça­lı­şı­yor. Bu uyum sağ­la­ma sü­re­ci­nin iç po­li­ti­ka den­ge­le­ri­ne ve top­lum­sal ya­pı­ya bun­dan son­ra­ki yan­sı­ma­la­rı na­sıl ola­bi­lir?
Bir ge­nel­le­me ris­ki ta­şı­sa da, 1923-30 dö­ne­min­den fark­lı ola­rak, 1930-2000’ler ara­sı­nı dış po­li­ti­ka­nın gü­ven­lik te­me­lin­de iç po­li­ti­ka­yı be­lir­le­di­ği ve bu an­lam­da de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma gi­bi so­run­la­rın ikin­ci pla­na atıl­dı­ğı bir dö­nem ola­rak gö­rü­yo­rum. Fa­kat 2000’den son­ra­ki dün­ya­da ar­tık Tür­ki­ye’de iç po­li­ti­ka ile dış po­li­ti­ka­yı ayır­mak, dış po­li­ti­ka­yı dı­şa­rı­da gör­mek müm­kün de­ğil. Bu­gün Tür­ki­ye-Av­ru­pa Bir­li­ği, Tür­ki­ye-İMF, Tür­ki­ye-ABD iliş­ki­le­ri­ne bak­tı­ğı­mız­da, bun­la­rın ne­re­ye ka­dar dış ak­tör, ne­re­ye ka­dar iç ak­tör ol­du­ğu­nu çok açık çiz­gi­ler­le sap­ta­mak müm­kün de­ğil. Ben­ce, 2000’li dö­nem­ler­de gi­de­rek iç po­li­ti­ka ve iç po­li­ti­ka­da­ki ge­liş­me­ler, ya­ni de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma ta­lep­le­ri, dış po­li­ti­ka kim­li­ği­ni ve yö­ne­li­mi­ni be­lir­le­ye­cek. 1923-30 ara­sın­da Mus­ta­fa Ke­mal Ata­türk, Cum­hu­ri­yet’i kur­duk­tan son­ra kar­şı­sın­da üç ta­ne so­run gö­rü­yor­du: Bi­rin­ci­si, fa­kir ve eği­tim­siz bir ül­ke­den mo­dern bir ül­ke ya­rat­mak; ikin­ci­si, sa­vaş­tan çı­kıl­dı­ğı için, ül­ke­nin gü­ven­li­ği­ni, dev­le­tin be­ka­sı­nı sağ­la­mak; üçün­cü­sü de Ba­tı­lı­laş­ma. 1923-30 dö­ne­mi ara­sın­da­ki dış po­li­ti­ka­da şöy­le bir gö­rüş or­ta­ya çı­kı­yor: Tür­ki­ye’nin güç­lü ola­bil­me­si için eği­tim, eko­no­mi gi­bi alan­lar­da hız­la mo­dern­leş­me­si la­zım­dır. Bu­nun için­de de­mok­ra­tik­leş­me re­fe­ran­sı yok; “An­cak mo­dern olan bir ül­ke dı­şa­rı­ya kar­şı güç­lü ola­bi­lir” dü­şün­ce­siy­le, yu­ka­rı­dan aşa­ğı­ya çok hız­lı bir mo­dern­leş­me gi­ri­şi­mi var. Dış po­li­ti­ka­da ise, “şu­nu alır­sam bu­nu ve­re­bi­li­rim” gi­bi prag­ma­tik ve “yurt­ta sulh ci­han­da sulh” an­la­yı­şı için­de et­ra­fı­na çok ka­rış­ma­yan bir çiz­gi be­nim­se­ni­yor; bu­na “ak­tif ta­raf­sız­lık” di­yo­ruz. Ata­türk çağ­daş­laş­ma­nın Ba­tı’da ol­du­ğu­nu gö­rü­yor. 1930-2000 ara­sın­da ise mo­dern­leş­me, ye­ri­ni gü­ven­li­ğe bı­ra­kı­yor. Bu­gün ben­ce dış po­li­ti­ka kim­li­ği­ni, eği­li­mi­ni be­lir­le­mek­te tek­rar mo­dern­leş­me­yi ter­cih et­mek za­ma­nı. Ta­bii şim­di­ki mo­dern­leş­me­nin ta­nı­mı da de­mok­ra­tik­leş­me, çok kül­tür­lü­lük, eko­no­mik kal­kın­ma, sos­yal ada­let gi­bi kav­ram­lar­la ya­pıl­ma­lı. 2001 kri­zi­ni tek­rar ya­şa­ya­cak bir Tür­ki­ye ak­tif, ya­pı­cı dış po­li­ti­ka uy­gu­la­ya­maz. 2002’den bu ya­na Tür­ki­ye’de­ki yö­ne­tim­de sap­ma­la­rın ol­ma­ma­sı ben­ce önem­li. Bu sap­ma­la­rı AKP mi is­te­mi­yor, yok­sa dün­ya­nın şart­la­rı mı bu­nu ge­rek­ti­ri­yor, bu­nu tam bi­le­mi­yo­rum. An­cak, iş­te sis­tem­sel dö­nü­şüm böy­le bir şey.
 
Ni­san ayın­da dos­ya ko­nu­muz Irak ol­du­ğu için, Irak’la il­gi­li sor­mak is­ti­yo­rum. Özel­de Irak, ge­nel­de böl­ge­de bü­yük bir de­ği­şim ya­şa­nı­yor. I. Dün­ya Sa­va­şı’ndan son­ra böl­ge ulus-dev­let­le­re bö­lü­nü­yor, II. Dün­ya Sa­va­şı’ndan son­ra İs­ra­il ku­ru­lu­yor; ama bu­gün, bü­yük bir sa­vaş ya­şan­ma­dı­ğı hal­de, Ame­ri­kan ira­de­siy­le ye­ni bir dö­nü­şüm ger­çek­le­şi­yor. Bu BOP ola­rak açık­lan­dı ön­ce; son­ra bi­raz ge­ri çe­kil­di. Ge­nel­de böl­ge­yi, özel­de Irak’ı na­sıl gö­rü­yor­su­nuz?
Dün­ya­da bel­li bir is­tik­ra­rın ol­ma­sı için, Or­ta Do­ğu’da­ki so­run­la­rın de­mok­ra­tik bir çö­zü­me git­me­si la­zım. İs­tik­rar bir an­lam­da de­mok­ra­tik­leş­mey­le olu­yor. Fa­kat de­mok­ra­tik­leş­me­nin iş­gal­le, sa­vaş­la ol­ma­ya­ca­ğı an­la­şıl­dı. Irak’ın ne­re­ye gi­de­ce­ği ben­ce bü­yük bir so­ru işa­re­ti; fa­kat sü­reç böy­le gi­der­se, onun Tür­ki­ye, Or­ta Do­ğu ve dün­ya üze­rin­de­ki ne­ga­tif et­ki­le­ri uzun va­de­li olur. Irak’ta bir iç sa­vaş ola­sı­lı­ğı güç­le­nir­se, ara­la­rın­da Tür­ki­ye’nin de yer al­dı­ğı BM kuv­vet­le­ri ya da çok ta­raf­lı ulus­la­ra­ra­sı ör­güt­sel ya­pı­lar mu­hak­kak böl­ge­ye mü­da­ha­le et­me­li. Çün­kü Irak’ta bü­yük bir ha­ta ya­pıl­dı; pro­je ile pro­je­nin ger­çek­leş­me­si ay­nı şey zan­ne­dil­di. Hat­ta New York Ti­mes ya­za­rı Tho­mas Fri­ed­man ve son ola­rak Kav­şak­ta­ki Ame­ri­ka ki­ta­bı­nı ya­zan Fu­ku­ya­ma gi­bi pek çok in­san, as­ke­rî za­fe­ri si­ya­sal za­fe­re dö­nüş­tür­me­den ga­lip ge­li­ne­me­ye­ce­ği­ni an­la­dı. Ame­ri­ka’nın as­ke­rî za­fer son­ra­sı dö­ne­me iliş­kin hiç­bir plan ve prog­ra­mı yok­muş; bu ne­den­le onu des­tek­le­yen­ler bi­le şim­di des­tek­le­ri­ni çek­ti. Bu şu de­mek: Irak’ta çok bü­yük bir par­ça­lan­ma­ya, bir iç sa­va­şa -za­ten çok bü­yük bir in­san tra­je­di­si ya­şa­nı­yor- ya da da­ha faz­la­sı­na izin ve­ri­le­mez; çün­kü on­dan son­ra İs­ra­il-Fi­lis­tin so­ru­nun­da Yol Ha­ri­ta­sı uy­gu­la­mak fi­lan ha­yal olur. Ben­ce çok kı­sa bir za­man­da, bir-iki yıl için­de bu sü­reç ya çok ta­raf­lı­lı­ğa doğ­ru gi­de­cek ya da baş­ka tür­lü, Irak’ın ken­di için­de bir an­laş­ma­ya va­rı­la­cak­tır. Şu an bi­raz bek­le­mek la­zım; fa­kat ben Tür­ki­ye’nin ve böl­ge güç­le­ri­nin de için­de ol­du­ğu çok ta­raf­lı, ko­ru­ma­cı ve is­tik­rar oluş­tu­ru­cu bir ya­pı­nın Irak’a mü­da­hil ola­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Irak’ın ta­ma­men si­vil sa­va­şa, kao­sa gir­me­si­ni sa­de­ce Tür­ki­ye de­ğil, dün­ya da kal­dı­ra­maz. Çün­kü dün­ya­nın kü­çül­dü­ğü ve par­ça­lan­dı­ğı, kü­re­sel­leş­me, ulus-dev­let üs­tü, ulus-dev­let al­tı ör­güt­le­rin önem ka­zan­dı­ğı has­sas bir dö­nem­den ge­çi­yo­ruz. Her şe­yin öte­sin­de fel­se­fî dü­zey­de kü­re­sel­leş­me, Zygmunt Bau­man’ın da söy­le­di­ği gi­bi, be­lir­siz­lik­le­rin, muğ­lak­lık­la­rın hâ­kim ol­du­ğu bir dö­nem; bu­gün tam da böy­le bir dö­nem ya­şı­yo­ruz. Bun­dan de­mok­ra­tik­leş­me de çı­ka­bi­lir; par­ça­lan­ma ve­ya­hut et­nik, din­sel, kül­tü­rel ay­rış­ma ve ça­tış­ma da… Dün­ya­nın ne­re­ye doğ­ru gi­de­ce­ği ko­nu­sun­da ak­tör­le­rin ka­rar­la­rı önem­li; ki bu ka­rar­la­rın arasında Tür­ki­ye’nin­ki de bu­lu­nu­yor. Tür­ki­ye’nin de­mok­ra­tik­leş­me ve eko­no­mik kal­kın­ma te­me­lin­de ve­re­ce­ği bir ka­rar, onu hem böy­le bir ya­pı için­de gü­ven­li kı­la­cak, hem de Tür­ki­ye’nin o ya­pı­ya kat­kı ver­me­si­ni sağ­la­ya­cak­tır.
 
Ho­cam çok te­şek­kürler.

Paylaş Tavsiye Et