Sayın Doğan;
Aydın görünümlü bir medya patronusunuz.
Size bu mektubu yazmaktaki cesaretimi işte bu görünümünüzden alıyorum.
İnanıyorum ki bu görüntü bir imaj çalışması sonucunda elde edilmiş değildir.
Gerçekliğe tekabül eden bir yanı mutlaka vardır.
Siz Milliyet’i satın aldığınızda ben çocuk denecek yaştaydım.
Çok yakın arkadaşımın babası da sizin İstanbul Ticaret Odası’ndan mesai arkadaşınızdı.
Kendisine “Mehmet Amca ne olacak bu medyanın hali?” diye sorduğumda sizin için “Tanırım iyi çocuktur, göreceksin her şey çok güzel olacak” diye cevap vermişti.
Gel zaman git zaman derler ya, geldi zaman gitti zaman.
Zaman dedim diye hemen heyecanlanmayın.
Henüz ortalıkta ne Zaman gazetesi vardı, ne de biat kültürüne teslim olmuş medya.
Sadece siz ve sizin benzerleriniz, türevleriniz vardı.
Amiral gemisi, bir iki mavna, üç beş de taka.
Amiral gemisi topu attı mı takaların üçü beşi batardı.
Onca zaman geçti.
Ama bırakın her şeyin çok güzel olmasını, tek bir şey bile güzel olmadı.
Halbuki Mehmet Amca mütedeyyin, ciddi bir adamdı.
Beni kandırmış olamazdı.
Günlerden bir gün Mehmet Amca’ya “Hani her şey çok güzel olacaktı?” diye sordum.
Belli ki sizi yeteri kadar tanıyamamıştı.
Ne beni ne de kendisini ikna edebilecek bir argümanı vardı.
Sadece “Geçen” dedi, “Fatih Camii’ndeydim. Arkamdan biri koluma dokundu. Döndüm baktım, Aydın Bey. Başıyla selam verecek oldu…”
Yutkunmak için sustu, sonra kaşlarını çatıp “Ona hiçbir şey demeden şöyle bir baktım” dedi gözlerini kısarak.
“Eee” dedim, “baktınız da ne oldu?”
Aynı kısık sert bakışlarını gözlerime dikti;
“İnsan olan anlar” dedi.
Ahirete irtihal edene kadar Mehmet Amca’nın o sert haline bir daha hiç şahit olmadım.
Aydın Bey,
Siz benden çok daha iyi bilirsiniz;
Yine o zamanlar tenekeden seyyareler vardı.
Şahin görünümlü Serçe’ler, Doğan görünümlü Şahin’ler.
İnekler Anadol’u yedikten sonra çıkartılan kuş serisinden bahsediyorum.
İnekler yiyemesin diye çıkartılan seri hani.
Malum inekler otobur, ama vatandaş hem otobur hem etoburdur.
Her ikisini de afiyetle yer.
Maşallah “koç” gibi işadamlarımız vatandaşın bu özelliğini bildiklerinden kuş serisini otomobil diye piyasaya sürdüler.
Vatandaş da bu işte bir iş olduğunu bilir, kendince tedbir alırdı.
Serçe’yi aldıktan sonra sanayinin yolunu tutar kaportacı Dursun Usta’ya “Bana şundan bir Şahin çıkar” derdi.
Kendisinden dinledim, Cem Yılmaz da eskiden böyle değilmiş.
Uzun boylu, yeşil gözlü ve ciddi biriymiş.
Onu sanayide şimdiki haline kaporta ustaları sokmuşlar.
İşte Dursun Usta o kaporta ustalarından.
Ne de olsa Nasreddin Hoca’nın ahfadından.
Hoca da o zaman henüz icat olunmamış medyanın pirlerinden.
O yüzden orasından burasından keserek leyleği kuşa çevirmenin ustasıymış.
Kanadını yolup, gagasını ufaltıp, bacaklarını kesiyor, leyleği bir güzel çarpıtıyormuş.
Sonra manşeti atıyormuş; “İşte Kuş”.
Vatandaş da “Hakikaten benzettin” diye mukabelede bulunuyormuş.
Hoca mı “Leyleği görmemişler kargaya fitler” diye vatandaşı işletiyormuş,
Yoksa vatandaş mı “Ben yapacağımı bilirim” diye Hoca’yla dalga geçiyormuş?
Orasını bilmiyorum.
Bildiğim, birilerinin orasından burasından keserek, kısarak, kırparak “Al sana kuş” diye piyasaya araba sürdükleridir.
Vatandaş da “Kuş öyle olmaz, böyle olur” diye mukabelede bulunur, parasının değerini korumaya çalışırdı.
Çünkü vatandaş da usta da biliyordu ki kuş serisinin otomobille ilgisi yok.
Tıpkı bir kısım medyanın gazetecilikle ilgisinin olmadığını bildikleri gibi.
Ama usta ne kadar usta olursa olsun ancak elindeki malzemeyi kullanıyordu.
Serçe’den Şahin, Şahin’den Doğan çıkartabiliyordu.
Ama Doğan’dan Mercedes çıkartamıyordu.
Kuştan da eşref-i mahlukat zaten olmuyordu.
Şair nitekim şöyle yazmış:
Hayat
dört şeyle kaimdir derdi adam
serçe ve şahin ve doğan
ve kartal
onlara Akbabayı sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri kokusunu
ham yüreğin pütürlerini geçemedim
gövdemi piyasaya zerkederek
yazar oldum kayrasıyla Sahibin
esfel-i safilin
nedir bildim
Aydın Bey,
Bir kısım medyanın gazetecilikle ilgisinin olmadığını vatandaş biliyor diye yazdığım için umarım alınmazsınız.
Alınacaksanız Ertuğrul Bey’den alının.
Genel yayın yönetmeniniz ikide bir başında bulunduğu yayın organı için “amiral gemisi” diyor.
Gazete olsaydı, “gazete” derdi.
Vatandaş “Ne biçim kaderimiz varmış” diyordur;
Otomobil zannediyoruz kuş çıkıyor, gazete zannediyoruz gemi çıkıyor.
Üstelik de muharip gemi.
O savaş gemisinin toplarını üzerine çevirip de üstüne gitmediği tek bir sivil T.C. hükümetini şu yaşımdayım ben bilmiyorum.
Amiral gemisinin klasik bir taktiği var.
A - Yeni kurulan hükümetin “Merak etmeyin arkanızdayız” diye arkasına dolanmak.
B - “Arkandayım ona göre” diye namluları doğrultarak pazarlığa oturmak.
C - Pazarlık istediği şartlarda sonuçlanmazsa sırtından vurmak.
Sanırım bu yüzden Sn. Başbakan, “Amiral Battı” oynamak zorunda hissediyor kendini.
Bence hiç panik olmaya gerek yok.
Elinizdeki malzemeye bakacaksınız.
Ustalık, malzemeyi yerli yerinde değerlendirip değerlendiremediğinizde.
Çölaşan’ın kovulmasının pek işinize yaramadığı görülüyor.
Ama bir iki ufak tedbir sizi bu oyundan da galip çıkaracaktır.
Ben genel yayın yönetmeninizi son günlerde epey endişeli görüyorum.
“Başbakan’a içki için demedim, sadece kadeh kaldırın dedim” derken epey sıkıntılı bir görüntüsü vardı ekranda.
“İçine ne koyduğuna ben karışmam, yeter ki kadeh kaldır, içen vatandaşla tokuştur dedim” diye açıklama yaparken de oldukça ürkekti.
Ona göre toplumsal barışa katkı sağlayacakmış bu medeni davranış.
Halbuki söz ustası biri “tokuşturma” teklifinin yanlış anlaşılma ihtimalini göz önünde bulundurmalıydı.
Ki Başbakan Kasımpaşalı, neticede teklifi yanlış anladığı anlaşılıyor. Aniden bir kavganın içinde buluverdiniz kendinizi.
Bu büyük bir yanlış oldu.
İkincisi;
Ya Dengir Mir Fırat çıkıp “Sen de toplumsal barış için beş vakit camiye git de istersen secdede içinden ‘Dürüyemin güğümleri kalaylı’ türküsünü istersen tahiyyatta ‘Lingo lingo şişeler, rakı da mı içtin sen bensiz’i söyle, söz biz de ona karışmayız” diye kürsüden cevap verseydi ne diyebilirdi!
Ne diyebileceğini tahmin edebiliyorum, size de söyleyeyim;
“Tahiyyat da ne?” diyecektir büyük ihtimalle.
Üstelik ekranda, köşesindeki o kendine güvenli, genç ve güleç halinden de eser yoktu.
Bembeyaz görünüyordu kendisi.
Bilemiyorum belki yaşlılıktan, belki içinde bulunduğu ruh halinden kaynaklanabilir bu durum.
İçine çamaşır suyu doldurup girdiği küvetten de kaynaklanabilir. Malum Türkiye, Beyaz Türklerindir.
Bilemiyorum.
Yalnız beyaz karakterle yazıldığı için o “beyaz” ifadesi sloganda gözükmüyor.
Bilesiniz.
Aydın Bey,
Diyeceğim o ki;
Düşmanınızın, yani hükümetin, sırttan vurma taktiğinize karşılık bu defa tedbir almış olduğu görülüyor.
Öyleyse onları bu defa içten vurmalısınız.
Takdir edersiniz ki amiral gemisinin kaptanlığı hem çarpıştığı coğrafyanın insanlarını zerre kadar tanımayan, hem savaşmak için yaşlı, hem performansı düşmüş, hem içkiye kafayı takmış, hem ürkmüş, hem de doymuş birisine teslim edilebilecek bir makam değildir.
Savaşın iyice kızıştığı şu günlerde çarpıştığınız düşmanın karakteristik özelliklerini daha yakından tanıyan, sokaktaki insana daha bir benzeyen, cevval, tahiyyat denildiğinde anlayan, gidecek başka limanı olmadığını bildiği için saldırgan, tetiği ben silahşor değilim diyerek çekebilen, sokak çarpışması yapabilecek, en önemlisi aç bir komutana, bir hakana ihtiyacınız var.
Arkadaş zaten hazır ve nazır bekliyor.
O daha Çaylak diyebilirsiniz. Olsun.
Potansiyeli var.
O da zamanla büyür. Akbaba olur.
Zat-ı âlilerinize başka taktikler de verebilirdim.
Ama ne yapayım ki eldeki malzeme bu.
Saygılar sunar, her zaman arkanızda olduğumu bilmenizi isterim.
SON TAHMİN
Amiral gemisinde devir teslim töreni yapılacak.
Paylaş
Tavsiye Et