Ankara Havası
Açılım, yani açılma işi... Kapalı olmaktan kurtulma hali ya da aynı şeyi daha basit biçimde ifade etme… Değişen her sosyo-politik ortamda olduğu gibi Türkiye’de de açılım sözcüğü sıkça kullanılıyor. Yıllardır statükonun belirlediği çerçevede kalan sorunlar artık çözüm yoluna giriyor, talepler dile geliyor. Bir yandan sorun yerine çözüm konuşuluyor, diğer yandan halının altına süpürülen geçmişin hukuk dışı tecrübeleri halkın ve hukukun huzuruna getiriliyor.
Sorun çözücü bir yaklaşım her alanda kendini hissettiriyor. Sadece iç politikada değil dış politikada da “sıfır problem” ilkesini benimseyen Türkiye, kuzeydoğudaki “dargın” komşu Ermenistan ile tarihten gelen sorunları çözmeye kararlı görünüyor. Ancak yılların biriktirdiği tortuları temizlemek pek de kolay değil.
Kamuoyunda genel bir destek alan Ermenistan Açılımı’na CHP ve MHP’nin gösterdiği sert tepkiler ile Ermeni işgali altındaki Dağlık Karabağ’ın akıbetini merak eden Azeri kamuoyunun bir bölümünden yükselen sesler bunun göstergesi. Karşı tarafta da, soykırım endüstrisinden beslenen Ermeni diasporası ile Taşnak Partisi gibi Ermenistan’ın radikal milliyetçi unsurları, içinde “açılım” ve “çözüm” geçen cümlelerden pek hazzetmiyor.
Ancak en büyük gelir kaynağı taş işçiliği olan yoksul Ermenistan halkı hem ekonomik bakımdan Türkiye’nin açacağı sınır kapısına muhtaç, hem de tarihten gelen bir kan davasını gütmeye devam eden diasporanın duygusal baskısına karşı psikososyal bir gerilim içinde.
Tavsiye Et
Ermenistan ile imzalanın protokollerin anlamı
Protokollerde özellikle, iki ülke arasındaki mevcut sınırların, uluslararası antlaşmalarda tarif edildiği biçimde karşılıklı olarak tanınması öngörülüyor. Bu da, Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan “sınırların resmen tanınması” konusunda Ermenistan’ın kesin bir politika değişikliğine giderek mevcut iddialarından ve toprak talebinden vazgeçmesi, yani geri adım atması anlamına geliyor.
Bir başka uzlaşma da, iki ülkenin “iyi komşuluk ilişkileri” anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir politika izlemeyecekleri konusunda gerçekleşiyor. Bu taahhüt, zımnen Türkiye’nin bir başka kırmızı çizgisi olan “soykırım iddiaları” konusunda Ermenistan’ın izlediği politikada değişiklik yapması demek oluyor. Ermeni tarafı, bugüne kadar hiç tartışmadığı soykırım iddialarını, ilk kez tartışmaya açmış oluyor. Bu da Ermenistan’ın geleneksel politikasında ciddi bir kırılma anlamı taşıyor. Zaten Ermeni diasporası ve Taşnak Partisi öncülüğündeki çözüm muhaliflerinin en fazla endişe duydukları nokta da burası.
Yakın geçmişte özellikle pek çok diplomatını teröre kurban vermiş Türkiye’yi rahatlatan bir diğer taahhüt, terörizm konusunda veriliyor. Her iki ülke, hangi nedenle olursa olsun, terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırılığı kınayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden ve müsamaha görmesinden kaçınacak ve bunlara karşı mücadelede işbirliğine gidecek.
Türkiye ile Ermenistan, bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve normları temelinde, barışçı şekilde çözümlenmesi konusunda birbirine söz vermiş oluyor. Bunun anlamı, metinde geçmese bile, Ermenistan işgali altındaki Dağlık Karabağ sorununun çözümü için uluslararası hukuk kurallarının geçerli olacağının Ermeni tarafınca kabul edilmesidir.
Sınırların açılmasıyla Türkiye ve Ermenistan, enerji, çevre, eğitim, turizm, ulaşım ve iletişim gibi alanlarda işbirliğine gidecek. Karşılıklı diplomatik temsilciliklerin açılması da, 100 bin dramı 265 ABD dolarına eşit olan ve para biriminin adında görüldüğü gibi ekonomik bir “dram” içinde bulunan Ermenistan’ı rahatlatacak. Dünyanın 15. büyük ekonomik gücü olan Türkiye ise kendisine hem yeni bir pazar, hem de Kafkaslar ve Orta Asya’ya daha kısa bir geçiş yolu bularak büyümesini sürdürmüş olacak.
Tavsiye Et
AK Parti iktidarı, devlet içindeki genel mutabakat görüntüsünü tabana yansıtmak amacıyla Ermeni Açılımı çerçevesinde hazırlanan protokolü Meclis’e taşıdı. Anlaşılan, Türkiye-Ermenistan arasındaki sorunların çözümü için her iki tarafın yöneticilerinin inisiyatif alması yetmeyecek; sorundan beslenen siyasal aktörler ile çözüm önerilerine temkinli yaklaşan toplum kesimlerinin de barış yönünde bir zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmeleri gerekecek. Şu an için çözümü kolaylaştıran en önemli faktör, Erdoğan ve Sarkisyan hükümetlerinin kendi meclislerinde aritmetik çoğunluğa ve halk nezdinde güvenilirliğe sahip olmaları.
Bir de futbol diplomasisi var tabii. Teorik düzlemde pek çok kez ifade edilen sporun barışa katkısı pratiğe geçiriliyor; diplomasi alanında oynanan maç, en az sahadaki kadar merak ve ilgiyle izleniyor.
Protokollerin İsviçre’de zorlu bir süreçten sonra imzalanması, tarihî husumetin artık sona ermesini bekleyenleri umutlandırdığı kadar, her iki tarafın çözüme muhalif kesimlerini ve diaspora lobisini de harekete geçirdi. Peki, taraflı tarafsız herkesin ciddiye aldığı protokoller ne getiriyor, ne götürüyor?
Tavsiye Et
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Habur’da teslim olan PKK’lıları karşılama törenini provokatif olarak değerlendirdi. Aynı şekilde Başbakan Erdoğan, şov yapmakla eleştirdiği DTP’yi sorumlu davranmaya çağırdı. DTP’nin, Demokratik Açılım sürecini tahrik ettiğini söyleyen Erdoğan, “Bu mudur samimiyet? Gerçekten barışı arzulayanlar böyle bir şova nasıl müsade eder?” dedi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Genelkurmay Başkanlığı da uyarıcılar arasındaydı. Peki, devletin zirvesinden uyarı ile birlikte sağduyu çağrıları gelirken muhalefetin tepkisi nasıldı?
CHP lideri Deniz Baykal, karşılama törenini “terör örgütünün şovu” olarak niteledi ve iktidarı, “Türkiye’nin temel hukuk sistemini yok saymayı içine sindirerek kararlaştırdığı projeyi uygulamak”la suçladı.
MHP lideri Devlet Bahçeli ise her zamanki gibiydi: “Bu karanlık manzarada, katile ‘sayın’ diyen hainlerle, şehide ‘kelle’ diyen zihniyet temsilcisi PKK paçavraları altında sınırda buluşmuştur.”
Muhalefetin tepkilerinin PKK’dan çok hükümete yönelik oluşu dikkat çekti. Toplumun artık Türkiye’yi terörden kurtaracak tarihî bir uzlaşma istediği bu kritik günlerde, en büyük sorumluluk uzlaşmanın taraflarına düşüyor. Bu bakımdan CHP ve MHP muhalefetinin sorumlu bir dil kullanması kadar iktidar partisi ile DTP’nin de dengeli ve mutedil sözcüleri ön plana çıkarması gerekiyor.
Örneğin, DTP, muhatap alınmak ve Türkiye’nin partisi olmak istiyorsa, kendisini PKK üzerinden var etmeyi bırakmalı. Bunun için, geçmişin acı tecrübeleriyle barışçı bir çizgiye gelmiş olan Ahmet Türk, Orhan Miroğlu gibi isimlerin ağzından kamuoyuna seslenebilir.
Her teslim oluş, aslında bir parmağın daha tetikten uzaklaşması demek. Fakat tetik çekmeye alışan parmakların barış sürecinde nasıl bir toplumsal rol oynayacağı da önemli. Bu nedenle, “dağdan inme” sürecinin, “yeraltına inme” sürecine dönüşmeden, uygulanacak sosyal politikalarla “şehir”den yönetilmesi gerekiyor. İşte bu süreçte Türkiye’ye; iktidarı, muhalefeti ve bütün toplum kesimleriyle, tarihî barışı sağlama görevi düşüyor.
Zaman Habur’da sabır zamanı, şov değil!
Tavsiye Et
Savaşmak mı zor, teslim almak mı?
Sık sık, içeriğinin bilinmediği yönünde eleştirilere maruz kalan Demokratik Açılım süreci ilk meyvesini verdi. Abdullah Öcalan’ın çağrısına uyarak Mahmur Kampı ve Kandil Dağı’ndan gelen 34 PKK’lı Habur sınır kapısında teslim oldu.
Ancak PKK’lıların teslim olma süreci de, çatışma süreci gibi sancılı geçiyor. Ankara’da bir generalin etrafındakilere fısıldadığı gibi: “Bunlarla savaşmak mı, yoksa bunları teslim almak mı zor, bilemiyorum.”
Tavsiye Et