“BU bir aşk dizisidir.” Bu sözler, geçen sene yayımlanmaya başlanan ve Çeçenistan-Erivan-İstanbul hattında geçen, bu sene ise baştan sona tamamen değiştirilerek Filistin’e odaklanan Ayrılık dizisinin yapımcısı Selçuk Çobanoğlu’na ait. Dizinin ilk bölümünden itibaren halihazırda yeterince gergin olan Türkiye-İsrail ilişkileri iyiden iyiye gerildi ve İsrail’in oldukça sert tepkilerine yol açtı. Peki, bunca fırtına kopartan bu dizi, yapımcısının savunduğu cümlelerle söyleyecek ya da soracak olursak bir “aşk” dizisi miydi gerçekten de? Neydi bu kadar İsrail’i kızdıran? Ve en önemlisi İsrail’i bunca kızdırandizi, gerçekten de Filistinlileri destekleyen bir yerde mi duruyordu?
Bu dizi söz konusu olduğunda birbirinden itinayla ayrılması gereken noktalar var aslında. Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekiyor: Dizi, kurgusal yani sinematografik boyutu son derecece zayıf bir yapım. Yapımcının yazının başında aktardığımız cümleleriyle söyleyecek olursak, bir “aşk dizisi” olmaya çalışan ama öte yandan da, Filistin söz konusu olduğunda, asıl hakikati de görmezlikten gelemeyen bir kurgu var karşımızda. Ne var ki asıl sorun teşkil eden nokta, tam da bu kurgunun taşıdığı sıkıntıdan dolayı ortaya çıkmakta. Aşk gibi görece kişisel bir temanın, söz konusu olan Filistin gibi bir “olay” yahut “mesele” olduğunda bir hükmü kalmıyor ve bunun nedenini bizzat dizinin kendini yanlış bir şekilde konumlandırmasında aramak gerekiyor.
Kabaca söyleyecek olursak dizi, “sanatsal” yahut “estetik” boyutla, bunun dışında yaşanan “hakikat”i yani politika, şiddet ve bunların ima ettiği değerleri birbirinden ayırarak başlıyor işe. Dizinin, sanatsal boyutunu aşk yani kişisel bir durum,hakikat boyutunu ise Filistin’in içinde bulunduğu, siyasi-dinî-voroluşsal durum oluşturuyor. Bu iki boyutun birbirinden ayrılması ilk bakışta hiç de anlaşılmayacak bir durum değil aslında: Ortada bir hayli gergin bir süreç yani reel-politik dengeler var ve bir televizyon dizisi de kendisini buna göre konumlandırmak zorunda ister istemez. Öte yandan bu reel durum vurgusu haklı bir gerekçe yahut itiraz olsa bile, filmin kurgusal zayıflığıyla ilgili noktaya bir cevap oluşturamıyor ne yazık ki, çünkü yeterince “kan ve gözyaşı” var zaten bu filmde. Başka bir ifadeyle gerçekten “verilmek istenen” mesaj gayet net bir şekilde ulaşıyor izleyenlere. Dolayısıyla da filmin kendini konumlandırdığı yani sanatla hakikati birbirinden ayırmak zorunda olduğu herhangi bir angajmandan bahsetmek oldukça güç.
Burada asıl önemli olan nokta, filmin kendini farkında olmadan konumlandırdığı böylesi bir duruma rağmen, İsrail’in uyguladığı zulüm ve vahşeti temsil ederken, son derece karikatürize/vulgarize bir dili kullanması. Dizinin yapımcıları, bir Filistin filmi yapmak söz konusu olduğunda, kendilerini İsrail’in yaptıklarına yaslıyor ve böylece meselenin hallolduğunu düşünüyorlar garip bir şekilde. Yalnızca saf şiddet gösterimleri ile kolaycı bir yol seçiyor, şiddetin ve zulmün, cam yahut beyazperdeye olduğu gibi aktarıldığında her şeyin olup biteceğini düşünüyor ve böylece politik yani mesajla ilgili kaygıları aşmış oluyorlar. Oysa ki asıl önemli olan, hem ahlaki hem de estetik olanın birbirine kontrast oluşturmadığı bir ürün ortaya koymak. Başka bir söyleyişle, burada İsrail’in gerçekte uyguladığı şiddete yaslanmak ve biçimsel kaygıları gözetmemek, gerçekte olan bitenin de karikatür bir versiyona taşınması gibi bir sonuca yol açıyor.
Filmin, yapımcının sözleriyle estetik boyutunu oluşturan “aşk”ın temsilleri ise var olan zulmün temsiline paralel bir sıkıntı arz ediyor. Dizide, birbirlerine çok yakın Filistinli iki aile var ve bu ailelerden birisinde evli bir erkek (Hüseyin) karısının (Havin) en yakın arkadaşı ve diğer ailenin bekar kızı olan Kevser’e “sevdalanır.” Hüseyin bu sevdasını, Kevser’e anlatmaya çalışırken, önce karısı sonra da Kevser’in abisi (Rıdvan) tarafından “uygunsuz” bir halde görülür. Bunun üzerine Rıdvan Kevser’i öldürmeye çalışır fakat Hüseyin’in araya girmesi ve Kevser’e âşık olduğunu söylemesi ve onu Rıdvan’dan istemesiyle birlikte, Rıdvan bir an düşünür ve “namuslarının temizlenmesi” için onların evlenmelerine (Kevser’in istememesine rağmen) izin verir. Bunun üzerine de Hüseyin’in karısı Havin kendini asarak intihar etmek ister fakat başaramaz. Daha sonra ise Kevser evden kaçar ve sınır noktasında İsrailli askerler tarafından tutulur ve hatırlı kişilerin araya girmesiyle (ki bu hatırlı kişiler, iş dünyasındaki ilişkilerinin bozulmamasını isteyen İsrailli iş adamlarıdır) serbest bırakılır. Filistin törelerine göre, bir kızın İsraillerin elinde birkaç saat kalmasının, o kızın kirlenmiş olması anlamına geldiği için Kevser’i öldürmek için gelip evinden tekbirlerle alırlar. Bütün bu olan bitenler bize aslında hiç yabancı değil: Bir Güneydoğu filminden nağmeler taşıyan bir klişe. Bu klişe temsilinin sıkıntısı bir yana, bütün yaşam güçlerini dinlerinden ve inançlarından alan ve tam da bundan dolayı bunca zulme maruz kalan insanların, intihar ve töre cinayetleri gibi oryantal ve vulgar bir dille birlikte temsil edilmesi, Filistin’e yapılabilecek beklide en büyük haksızlık. Dizinin şiddetle söz konusu olduğunda düştüğü kolaycı boyut, filmin sözde estetik temsilinde de bir kez daha kendini gösteriyor. Böylesi yanlış bir temsil edişle birlikte, daha önce de ifade ettiğim gibi, bizzat dizinin kendini kolaycı konumlandırışından kaynaklanıyor. Karşımızda yıllardır maruz kaldığımız Kurtlar Vadisi fenomeninin başka bir kopyası bulunmaktadır ve bu kötü kopyanın, bizlerin gönül bağı bulunan Filistin ile ilgili olması bu durumun gerçekliğini değiştirmiyor. Dizi, tam olarak söyleyecek olursak, bu hassas noktamızı, yani İsrail’in yaptığı zulmün ve vahşetin yarattığı duygusallığımızı sömürüyor ve bizleri köşeye sıkıştırıyor. Dizinin de asıl zaafı tam da, olan bitene sahici ve duyguların da üstünde bulunan ontolojik bir yerden bakmayıp da, melodramik bir katharsise yaslanması.
Bütün bunlara rağmen İsrail, diziye oldukça sert bir tepki gösterdi ve dizinin ikinci bölümünde (diğer bölümlere de etki edecek bir şekilde) birkaç sahne çıkarıldı. Anlaşılan o ki, bazı devletler meseleye yalnızca güç ve iktidarla değil estetikten de yoksun bakıyorlar. Tam da bundan dolayı olacak, Filistinliler ikinci bölümle birlikte olan bitenlere çok sert tepkiler verdiler ve diziyle aralarına mesafe koydular. Bütün intifada süreçlerinden itibaren sapanlarla üzerlerine uygulanan tonca şiddeti sembolik bir dille bertaraf etmeye çalışan ferasetli Filistinlerin bu mesafeyi koymaları, bizce asıl önemsenmesi gereken noktadır. Filistinler Ayrılık’la imtihanlarında da başarılı oldular. Allah kabul etsin.
Paylaş
Tavsiye Et