Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2009) > Söyleşiyorum > Ömer ÇAHA: “Mahalle baskısı değil, modernleşme baskısı”
Söyleşiyorum
Ömer ÇAHA: “Mahalle baskısı değil, modernleşme baskısı”
Söyleşi: Fahrettin ALTUN
Türk siyasi hayatının dinamiklerini, kurumlarını, ana yönelimlerini, çelişkilerini, nevi şahsına münhasır yönlerini anlama çabamız sürüyor. Bu doğrultuda Türk siyasi hayatını farklı perspektiflerden yorumlayan mutena isimlerle söyleşilerimize devam ediyoruz. Bu ayki konuğumuz sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Ömer Çaha. 1964 yılında dünyaya gelen Çaha’nın kitaplarından bazıları şunlar: Women and Civil Society in Turkey; Açık Toplum Yazıları; Seçmen Davranışı ve Siyasal Partiler; Dört Akım Dört Siyaset; Aşkın Devletten Sivil Topluma; Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi. Halihazırda Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin dekanlığı görevini yürüten Çaha, aynı fakültede siyasi düşünce tarihi, klasik ve modern siyaset düşüncesi, Türk siyasi hayatı ve sivil toplum dersleri vermektedir.
 
İs­ter­se­niz önü­müz­de­ki si­ya­si tab­lo­yu ko­nu­şa­rak baş­la­ya­lım. Şu an­da Türk si­ya­set sah­ne­sin­de bir ge­ri­lim var mı si­ze gö­re? Yok­sa med­ya­tik ya­hut sa­nal bir ge­ri­lim mi kar­şı­mız­da­ki?
Sos­yo­lo­jik baz­da ben şah­sen kri­ze va­ra­bi­le­cek ni­te­lik­te bir ge­ri­lim ol­du­ğu ka­na­atin­de de­ği­lim. Türk top­lu­mu hak­kın­da ya­pı­lan sos­yo­lo­jik in­ce­le­me­le­re bak­tı­ğı­mız­da, top­lum­sal düz­lem­de de­ğer­ler, ya­şam bek­len­ti­le­ri ve in­san­la­rın dün­ya­ya ba­kış­la­rı iti­ba­riy­le çok kök­lü de­ği­şik­lik­ler ol­ma­dı­ğı­nı gö­re­bi­li­yo­ruz. Bir baş­ka de­yiş­le, bi­zim var­say­dı­ğı­mız gi­bi Ke­ma­list­ler ve İs­lam­cı­lar ara­sın­da çok ka­lın du­var­lar yok. Bu­nun­la bir­lik­te hem de­ğer­ler iti­ba­riy­le hem de ya­şam bek­len­ti­si iti­ba­riy­le fark­lı top­lum­sal ke­sim­le­rin bir­bi­ri­ne ya­kın­laş­ma­sı söz ko­nu­su ol­du­ğu gi­bi, top­lum­sal ke­sim­le­rin bir­bi­ri­ne kar­şı em­pa­ti­si de ge­li­şi­yor. Ör­ne­ğin Gü­ney­do­ğu böl­ge­siy­le il­gi­li ne­re­dey­se bü­tün açı­lım­la­ra, Kürt me­se­le­si­nin çö­zü­me ka­vuş­tu­rul­ma­sı ça­ba­la­rı­na ‘Türk’ ke­sim­ler des­tek ve­ri­yor­lar. Top­lum­sal ke­sim­ler bir­bir­le­ri­ni gi­de­rek da­ha faz­la an­la­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar. Bun­da Tür­ki­ye’nin ya­şa­mak­ta ol­du­ğu ve gi­de­rek sos­yo­lo­jik dü­zey­de de­rin­le­şen mo­dern­leş­me sü­re­ci­nin de et­ki­si ol­du­ğu ka­na­atin­de­yim.
 
Da­ni­el Ler­ner, The Pas­sing of Tra­di­tio­nal So­ci­ety ki­ta­bın­da mo­dern­leş­me ve em­pa­ti ara­sın­da bir bağ­lan­tı ol­du­ğu­nu, hat­ta mo­dern­leş­me­nin ol­maz­sa ol­maz şart­la­rın­dan bi­ri­si­nin em­pa­ti kur­ma be­ce­ri­si ol­du­ğu­nu id­di­a eder, bi­li­yor­su­nuz. Ben­zer şey­le­ri kas­te­di­yor­su­nuz, de­ğil mi?
Evet ta­bi­i. Mo­dern­leş­me ne­ti­ce iti­ba­riy­le içe­ri­sin­de yo­ğun bir et­ki­le­şi­min söz ko­nu­su ol­du­ğu or­tak bir ka­mu­sal alan ya­ra­tır. Bu nok­ta­da top­lum­sal ke­sim­ler ara­sın­da kar­şı­lık­lı ba­ğım­lı­lık iliş­ki­si ge­li­şir. Bu sa­de­ce mes­le­ki an­lam­da de­ğil si­ya­si an­lam­da da böy­le­dir.
 
Si­ya­si an­lam­da­ki ba­ğım­lı­lı­ğı bi­raz aça­bi­lir mi­si­niz?
Me­se­la bir par­ti­nin öz­gür­lü­ğü baş­ka par­ti­nin var­lı­ğı­na bağ­lı­dır. Di­ğer par­ti var ol­ma­sa o par­ti de var ola­maz.
 
CHP is­tis­na her­hal­de.
Ha­yır, CHP için de ge­çer­li. AK Par­ti’nin var ol­ma ze­mi­ni­ni kal­dır­dı­ğı­nız za­man bu as­lın­da CHP’nin de var ol­ma ze­mi­ni­nin kal­dı­rıl­ma­sı de­mek­tir. Ba­kın, Tür­ki­ye mo­dern­le­şi­yor. Fa­kat bu sü­reç­te tek tip­li, tek ha­ki­kat­li, tek ba­kış açı­lı mo­der­nist ya da Ke­ma­list mo­dern­leş­me an­la­yı­şın­dan uzak­la­şı­lı­yor. As­lın­da Ke­ma­list­ler de bu sü­reç­ten aza­de de­ğil. Bu­gün Tür­ki­ye’de çok ge­niş bir ke­sim, et­nik, di­nî özel­lik­le­ri­ni si­ya­se­te ta­şı­mak is­te­yen­ler vs. bu Ke­ma­list mo­dern­leş­me an­la­yı­şı­nın dı­şın­da çok ha­ki­kat­li, çok bo­yut­lu, çok sim­ge­sel­li, çok de­ğer­li, çok amaç­lı, çok renk­li, çok dil­li, çok mü­zik­li bir mo­dern­leş­me ara­yı­şı içe­ri­sin­de.
 
Ei­sens­tadt’ın “ço­ğul mo­dern­lik­ler”i gi­bi.
Evet. Bu ço­ğun­lu­ğa da­ya­lı, çok renk­li mo­dern­leş­me sü­re­ci­ni her­kes ya­şı­yor. Bu sü­reç­te olu­şan or­tak ka­mu­sal ala­na her­kes ken­di de­ğe­ri­ni ta­şı­yor. De­yim ye­rin­dey­se su­lar fark­lı yön­ler­den ge­lip bir de­ni­ze akı­yor. Du­rum böy­le olun­ca ka­çı­nıl­maz ola­rak top­lum­sal ke­sim­ler bir­bir­le­ri­ni da­ha faz­la ta­nı­yor, bir­bir­le­rin­den da­ha faz­la et­ki­le­ni­yor­lar. Tür­ki­ye’de bu ya­şa­nı­yor şu an­da ve bu ne­den­le sos­yo­lo­jik dü­zey­de açık­ça ben bir ge­ri­lim, bir kriz gör­mü­yo­rum. Bu gül­lük gü­lis­tan­lık bir sos­yo­lo­jik ya­pı var an­la­mı­na da gel­mez kuş­ku­suz. Yıl­lar­dır mu­ha­fa­za­kâr din­dar ke­sim­ler bir kor­ku psi­ko­lo­ji­si içe­ri­sin­dey­di Tür­ki­ye’de. Ha­li­ha­zır­da se­kü­ler ke­sim­ler­de bir kay­gı­nın baş gös­ter­di­ği­ni gö­re­bi­li­yo­ruz. Bu ke­sim­ler, da­ha zi­ya­de sa­hip ol­duk­la­rı ka­za­nım­la­rın el­den git­me­sin­den kay­gı du­yu­yor gi­bi­ler ve bu­nu da yok sa­ya­ma­yız.
 
Ne tür ka­za­nım­la­rı kas­te­di­yor­su­nuz?
Me­se­la ka­dın­la­rın ba­şı­nı aça­rak, mi­ni etek gi­ye­rek, kot pan­to­lon gi­ye­rek, ge­ce so­ka­ğa ka­rış­ma­sı, kı­ya­fe­tin­de öz­gür ol­ma­sı vs. Bu­nu, Cum­hu­ri­yet’in ken­di­si­ne ka­zan­dır­dı­ğı bir öz­gür­lük ola­rak, se­kü­le­riz­min ken­di­si­ne ta­nı­dı­ğı bir hak ola­rak te­lak­ki edi­yor. Din­sel bir bas­kı ile bu­nun gi­de­bi­le­ce­ği en­di­şe­si­ni ya­şa­yan ke­sim­ler var top­lum­da. Bu­nu yok say­ma­mak la­zım; fa­kat bu­gün med­ya­da bu kay­gı­nın son de­re­ce abar­tı­lı bir bi­çim­de iş­len­di­ği­ni ve or­ta­da ya­pay, kur­ma­ca bir kriz ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Çün­kü ne­ti­ce iti­ba­riy­le bu su­ni kriz­den me­det uman ke­sim­ler de var ül­ke­de. Med­ya bağ­lan­tı­sı olan ke­sim­ler, iş dün­ya­sıy­la bağ­lan­tı­sı olan ke­sim­ler, ik­ti­dar bek­len­ti­si olan in­san­lar için ba­zen kriz el­zem ha­le ge­le­bi­li­yor. Bu, dün­ya­nın her ye­rin­de de böy­le­dir. Ser­best re­ka­bet or­ta­mı içe­ri­sin­de ipi gö­ğüs­le­ye­me­yen ke­sim­ler kriz­ler çı­kar­mak su­re­tiy­le do­lam­baç­lı yol­lar­la ik­ti­da­ra kon­mak is­ter­ler. Tür­ki­ye’de de bi­raz bu olu­yor, iş­te as­ker şap­ka­sı­nı dü­zel­ti­yor, med­ya ora­dan bir me­saj çı­ka­rı­yor. Efen­dim iş­te cum­hur­baş­ka­nı hap­şı­rı­yor, med­ya ora­dan bir şey çı­ka­rı­yor. Bu­nun ben yap­ma­cık su­ni bir kriz ol­du­ğu ka­na­atin­de­yim ve de­yim ye­rin­dey­se top­lum da bu zo­ka­yı yut­mu­yor.
 
Bu söy­le­di­ği­ni­ze ka­tı­lı­yo­rum fa­kat si­ya­si düz­lem­de bu kri­zin bir ger­çek­li­ği yok mu? Top­lum­sal alan­da bir kriz yok, doğ­ru. An­cak Tür­ki­ye’de Cum­hu­ri­yet’in ku­ru­lu­şun­dan be­ri as­ker le­hi­ne ta­nım­la­na­ge­len si­vil-as­ker iliş­ki­le­ri ze­mi­ni­nin ye­ni­den ta­nım­lan­ma­sı en­di­şe­si yok mu bi­ri­le­rin­de? Ve bu ke­sim­ler el­le­rin­de­ki si­ya­si ay­rı­ca­lık­la­rı tes­lim et­me­mek adı­na bir ta­raf ola­rak or­ta­ya çı­kıp Türk si­ya­si ha­ya­tı­na ye­ni ge­ri­lim alan­la­rı ek­le­mi­yor­lar mı? 27 Ni­san ve son­ra­ki sü­re­ci göz önün­de bu­lun­dur­du­ğu­nuz­da ne­ler söy­le­ye­bi­lir­si­niz bu bağ­lam­da?
Şu an­da Tür­ki­ye’de ik­ti­da­rın el de­ği­şim sü­re­ci ya­şa­nı­yor. Cum­hu­ri­yet’i ku­ran bü­rok­ra­tik elit -ki bu bü­rok­ra­tik eli­tin esa­sı­nı as­ke­rî elit oluş­tu­ru­yor- Cum­hu­ri­yet’in hem fel­se­fe­si­ne hem de­ğer­le­ri­ne hem de ku­rum­la­rı­na ren­gi­ni ver­miş, dam­ga­sı­nı bas­mış­tır. Bir baş­ka de­yiş­le bu elit, ku­ru­cu ik­ti­da­rı oluş­tur­muş­tur. Her as­ke­rî dev­rim son­ra­sın­da bu bü­rok­ra­tik ira­de, si­ya­si ira­de­nin üze­ri­ne da­ha faz­la çık­mış­tır. Si­ya­si ira­de, de­yim ye­rin­dey­se, bir ab­lu­ka al­tı­na alın­mış­tır bu sü­reç­te. Bu ya­pı­nın ilk ça­tır­da­ma­sı Özal’la be­ra­ber gel­di. Özal, bü­rok­ra­tik elit­le si­ya­si elit ara­sın­da­ki iliş­ki­le­ri den­ge­le­yi­ci ham­le­ler yap­tı. Ama bu ham­le­le­rin hu­kuk­sal, si­ya­sal ve eko­no­mik ze­mi­ni­ni oluş­tu­ra­ma­dı. Eğer Tür­ki­ye eko­no­mi­si­ni dün­ya eko­no­mi­si­ne tam an­la­mıy­la bağ­la­mış ol­say­dı oluş­tu­ra­bi­lir­di. Fa­kat onu ba­şa­ra­ma­dı; ya­ni zin­de güç­ler Özal’ın eko­no­mi po­li­ti­ka­la­rı­nı hep sek­te­ye uğ­rat­tı. Ba­kın, oto­ri­ter re­jim­le­rin en önem­li da­ya­nak nok­ta­la­rın­dan bir ta­ne­si eko­no­mik güç­tür. Bu ne­den­le söz ko­nu­su ik­ti­dar de­ği­şi­min­de eko­no­mi çok önem­li bir ro­le sa­hip­tir. Özal o ala­nı ba­şa­ra­ma­dı. Kül­tü­rel an­lam­da önem­li ba­şa­rı­lar el­de et­ti. Kül­tü­rel ço­ğul­cu­luk, si­vil top­lum, li­be­ral­leş­me, öz­gür­lük ve de­mok­ra­si gi­bi de­ğer­le­ri ar­tık vaz­ge­çil­mez de­ğer­ler ha­li­ne ge­tir­di. Bu­nu ba­şar­mak önem­liy­di; fa­kat as­ker-si­vil den­ge­si­ne dö­nük bir hu­ku­ki ve si­ya­si ze­min in­şa edi­le­me­di­ğin­den uzun va­de­de ba­şa­rı­lı olu­na­ma­dı. Fa­kat AK Par­ti hü­kü­me­ti 2002’den be­ri as­ker-si­vil den­ge­si­ni oluş­tu­ra­bi­le­cek bir alt­ya­pı­ya yö­nel­di. Bu­nu ya­par­ken Özal’ın prens­le­rin­den yar­dım al­dı. Cum­hu­ri­yet ta­ri­hi için­de hat­ta bel­ki bü­tün Os­man­lı-Türk ta­ri­hi içe­ri­sin­de ilk de­fa bü­rok­ra­si­yi bu den­li ken­di kon­tro­lü­ne ala­bil­miş si­ya­si si­ma Özal’dır. Fa­kat bu, hu­kuk­sal ya da eko­no­mik bir alt­ya­pı­dan de­ğil, bi­za­ti­hi Özal’ın güç­lü şah­si­ye­tin­den kay­nak­la­nan bir şey­di. Şu an­da AK Par­ti bu alt­ya­pı­yı kur­ma­ya ça­lı­şı­yor. Bu­ra­da ta­bii ki AB’nin çok önem­li bir fonk­si­yo­nu var. AK Par­ti AB sü­re­ciy­le bir­lik­te hu­kuk­sal dü­zen­le­me­le­re git­ti ve as­ker-si­vil den­ge­si­ni önem­li öl­çü­de ye­ni­den tah­sis et­me­ye ça­lış­tı. Ye­rel yö­ne­tim­ler ile mer­ke­zî yö­ne­tim iliş­ki­si­ni ye­ni­den for­mü­le et­me­ye gay­ret et­ti. Ve esas önem­li­si de eko­no­mik bir ze­min in­şa et­me­ye ça­lış­tı. AK Par­ti şu an­da eğer Tür­ki­ye’nin dö­nü­şü­mü­nü ger­çek­leş­tir­me­ye de­vam ede­cek­se, bu dö­nü­şü­mün eko­no­mik alt­ya­pı­sı­nı mut­lak su­ret­te kur­mak zo­run­da.
 
Pe­ki, bu ne an­la­ma ge­li­yor?
Bu, Tür­ki­ye’nin dün­ya eko­no­mi­si için, dün­ya­da­ki eko­no­mik ak­tör­ler için vaz­ge­çil­mez bir pa­zar ha­li­ne gel­me­si­dir. Tür­ki­ye’nin dün­ya­ya en­teg­re ol­ma­sı; onun mil­li ge­li­ri­ni, üre­ti­mi­ni, ya­ban­cı ser­ma­ye gi­ri­şi­ni, tek­no­lo­ji trans­fe­ri­ni, it­ha­lat ve ih­ra­ca­tı­nı, ki­şi ba­şı­na gay­ri­sa­fi mil­li hâ­sı­la­sı­nı art­tı­ra­cak­tır. Bu­nu art­tır­dı­ğı za­man ben ina­nı­yo­rum ki as­ker-si­vil den­ge­si ge­ri dö­nül­mez bir şe­kil­de sağ­la­na­cak­tır. Şim­di bu­ra­da as­ke­rî bü­rok­ra­siy­le AK Par­ti’nin mer­ke­zin­de yer al­dı­ğı si­ya­si elit ara­sın­da bir ge­ri­lim ol­du­ğu re­ali­te. Za­man za­man pat­lak ve­ren bu du­rum, ik­ti­da­rın el de­ğiş­tir­me sü­re­ci­nin be­ra­be­rin­de ge­tir­di­ği bir san­cı. Bu san­cı­yı Tür­ki­ye ya­şa­ya­cak, ya­şa­ma­sı ka­çı­nıl­maz. Bu­nu aşa­bil­me­si, bir yol ka­za­sı­na uğ­ra­ma­ma­sı için de­di­ğim gi­bi bu alt­ya­pı­la­rı çok sağ­lam te­mel­le­re oturt­ma­sı ge­re­ki­yor. Hü­kü­me­tin Tür­ki­ye’yi özel­lik­le eko­no­mik an­lam­da dün­yay­la bü­tün­leş­tir­me­si la­zım, an­cak bu­nu yap­tı­ğı tak­dir­de bu den­ge­nin si­vil­le­rin le­hi­ne de­ği­şe­bi­le­ce­ği ka­na­atin­de­yim.
 
AKP de ku­rul­du­ğu dö­nem­den be­ri böy­le­si bir çiz­gi­yi iz­le­ye­ce­ği­ni hem ken­di ta­ba­nı­na hem de top­lu­ma açık­ça dek­la­re et­ti ve si­ya­se­tin re­ha­bi­li­tas­yo­nu­nun dış des­tek­le müm­kün ola­bi­le­ce­ği­ni söy­le­di za­ten.
Şu­nu ka­bul et­mek la­zım, Tür­ki­ye iç­sel di­na­mik­ler­le çok kök­lü dö­nü­şüm­ler ya­pa­mı­yor. Tür­ki­ye’de bu­gü­ne ka­dar de­ği­şim dış­sal bas­kı­lar­la müm­kün ol­muş­tur ve AK Par­ti de Tür­ki­ye’nin de­mok­ra­tik­leş­me­si sü­re­cin­de AB des­te­ği­ni ar­ka­sı­na alı­yor. Şu an Tür­ki­ye üze­rin­de iki ulus­la­ra­ra­sı gü­cün çe­kiş­me­si­nin ol­du­ğu ger­çe­ği­ni de göz ar­dı et­me­mek la­zım. AB’nin Tür­ki­ye’si ile Ame­ri­ka ve İs­ra­il’in Tür­ki­ye’si bir­bi­rin­den fark­lı ve bu iki odak ara­sın­da bir çe­kiş­me var. Bu iki gü­cün po­li­ti­ka­la­rı­nın Tür­ki­ye’nin iç si­ya­se­tin­de­ki ak­tör­le­re et­ki­le­ri­ni ve bağ­lan­tı­la­rı­nı da bir fak­tör ola­rak göz önün­de bu­lun­dur­mak la­zım.
 
Siz bu iki güç ara­sın­da te­mel­de bir ça­tış­ma ol­du­ğu­nu var­sa­yı­yor­su­nuz ve “AB’nin Tür­ki­ye’si” içe­ri­sin­de AKP’nin ye­ri­nin “ABD’nin Tür­ki­ye’si”nde­kin­den çok da­ha güç­lü ol­du­ğu­nu ya da ola­bi­le­ce­ği­ni söy­lü­yor­su­nuz. Ya­kın­lar­da Was­hing­ton’da bir ga­ze­te­ci ba­na ABD’nin Tür­ki­ye’de AKP’yi or­du­dan da­ha faz­la güç­lü gör­mek is­te­di­ği­ni, zi­ra Or­ta­do­ğu’nun kay­na­dı­ğı şu dö­nem­ler­de Tür­ki­ye’de söz ge­çi­ri­le­bi­le­cek bir si­ya­si ira­de­nin güç­lü bir or­du­ya kı­yas­la kat be kat da­ha faz­la ter­ci­he şa­yan ol­du­ğu­nu söy­le­di. Açık­ça­sı ABD, AKP’nin po­li­ti­ka­la­rı­nın ar­ka­sın­da ve bu AB sü­re­cin­den da­ha an­lam­lı gö­rü­nü­yor ba­na. Ye­ni-mu­ha­fa­za­kâr­la­rın AKP re­zer­vi de­vam edi­yor kuş­ku­suz; fa­kat on­lar da ik­ti­dar­dan ne­re­dey­se tas­fi­ye edil­di­ler. Na­sıl yo­rum­lar­sı­nız tüm bun­la­rı?
Uzun va­de­li, ge­niş pers­pek­tif­li ABD viz­yo­nu açı­sın­dan bak­tı­ğı­nız za­man ta­bii ki AK Par­ti’nin tem­sil et­ti­ği mo­del çok önem­li. Bu yö­nüy­le bak­tı­ğı­mız­da AK Par­ti­li bir Tür­ki­ye, AK Par­ti’nin Tür­ki­ye’de İs­lam-se­kü­ler­lik te­me­lin­de oluş­tur­ma­ya ça­lış­tı­ğı de­mok­ra­tik sis­tem ay­nı za­man­da ulus­la­ra­ra­sı sis­tem, açı­sın­dan çok önem­li bir em­ni­yet sü­ba­bı­dır. Fa­kat Ame­ri­ka ne ya­zık ki, de­li­le­rin de ik­ti­da­rı ku­man­da et­me şan­sı olan bir ül­ke. Şu an­da Ame­ri­ka’da olan da bu. Ne var ki, Tür­ki­ye ha­li­ha­zır­da için­de Ame­ri­ka­lı­la­rın da ol­du­ğu ulus­la­ra­ra­sı ser­ma­ye çev­re­le­ri­nin iş­ta­hı­nı ka­bar­tan bir ül­ke, bir pa­zar. Böy­le bir pa­za­rın çok ko­lay­lık­la el­den çı­ka­rı­la­bi­le­ce­ği ka­na­atin­de de­ği­lim. Böy­le bir pa­zar­da sü­rek­li­lik ve is­tik­rar an­cak si­vil ira­dey­le, de­mok­ra­tik­leş­mey­le sağ­la­na­bi­lir. Bu ne­den­le ulus­la­ra­ra­sı ser­ma­ye de her­hal­de bu­nu gö­rü­yor­dur di­ye dü­şü­nü­yo­rum.
 
Bel­ki de bu­nun­la ala­ka­lı ola­rak 27 Ni­san’da as­ker, ken­di mü­da­ha­le ge­le­nek­le­ri içe­ri­sin­de za­yıf bir tep­ki gös­te­re­bil­di. Fa­kat yi­ne de med­ya üze­rin­den ör­güt­le­nen si­ya­si şid­det­ten AKP bir tür­lü ken­di­si­ni kur­ta­ra­mı­yor. Kor­ku­lan, en­di­şe du­yu­lan AKP’nin Şe­rif Mar­din’in üze­ri­ne at­la­nan kav­ra­mıy­la “ma­hal­le bas­kı­sı”na ku­lak ve­re­bil­me po­tan­si­ye­li mi? AKP’nin böy­le bir ma­hal­le­si var mı sa­hi­den?
Tür­ki­ye hep san­cı­lı bir ül­ke ol­du. Özal’la il­gi­li ba­zı ga­ze­te­ler öy­le man­şet­ler atar­lar­dı ki, Tür­ki­ye’de iç sa­vaş var sa­nır­dı­nız. 1960’lı ve 70’li yıl­lar­da Tür­ki­ye’yi iç ça­tış­ma­ya sü­rük­le­yen de za­ten bu psi­ko­lo­ji. Bun­lar ola­cak. Fa­kat mü­saa­de eder­se­niz Şe­rif Mar­din’in bu ma­hal­le bas­kı­sı kav­ra­mıy­la il­gi­li bir­kaç şey söy­le­mek is­ti­yo­rum. Bir ke­re ma­hal­le bas­kı­sı kav­ra­mı mo­dern, de­mok­ra­tik bir top­lu­mu açık­la­yı­cı bir sos­yo­lo­jik kav­ram de­ğil. Bu da­ha zi­ya­de ge­le­nek­sel top­lu­mu ifa­de eden bir kav­ram. Ge­le­nek­sel top­lum, ma­hal­le­ler ba­zın­da get­to­la­ra ay­rıl­mış­tır. Ma­hal­le de­nen ol­gu her an­lam­da kah­ve­siy­le, oku­ma sa­lon­la­rıy­la, de­di­ko­du me­ka­niz­ma­la­rıy­la var­dır ve top­lum­da bir ma­hal­le di­na­miz­mi söz ko­nu­su­dur. Ve ma­hal­le ho­mo­jen bir şey­dir. Şim­di mo­dern top­lum bu an­lam­da ma­hal­le­le­re bö­lün­müş bir top­lum de­ğil. Mo­dern top­lu­mun ay­rış­ma­sı­nı sağ­la­yan te­mel şey, si­vil top­lum­dur. Eğer bah­se­de­cek­sek si­vil top­lum bas­kı­sın­dan bah­set­me­miz la­zım. Bi­rin­ci nok­ta bu. İkin­ci­si AK Par­ti İs­la­mi bir ma­hal­le­den gel­mi­yor. AK Par­ti’yi var eden şey ‘ka­muo­yu’dur. Ör­ne­ğin, ANAR’ın AK Par­ti’nin oluş­ma­sın­da çok önem­li, iş­lev­sel bir ro­lü var­dır. Tür­ki­ye’de 70’li ve 80’li yıl­lar­da si­ya­se­tin umur­sa­ma­dı­ğı ‘ka­muo­yu’, 90’lar­dan son­ra ade­ta ye­ni­den keş­fe­dil­di ve si­ya­se­tin mer­ke­zi­ne otur­du. Ka­muo­yu araş­tır­ma­sı 90’lar­dan son­ra oluş­ma­ya baş­la­dı ve 2000’ler­de gi­de­rek da­ha önem­li bir un­sur ha­li­ne gel­di. Ka­mu­oyu­nun res­mi çok iyi çe­kil­me­ye, nab­zı ya­ka­lan­ma­ya baş­lan­dı. Fa­zi­let Par­ti­si dö­ne­min­de ka­muo­yu yok­la­ma­la­rı par­ti­nin önü­ne gel­di­ğin­de iki ta­vır ser­gi­le­nir­di. Bi­rin­ci­si za­ten ka­mu­oyu­na te­pe­den ba­kan bir yak­la­şı­mı içe­ri­sin­de ba­rın­dı­rı­yor­du ve bu yok­la­ma­la­rın ver­di­ği me­sa­jı yok sa­yı­yor­du. İkin­ci­si ise ka­mu­oyu­nu dik­ka­te alan bir yak­la­şım­dı. Ben­ce AK Par­ti’nin çı­kış nok­ta­sı bu­dur. AK Par­ti ka­mu­oyu­nun me­sa­jı­nı doğ­ru oku­du ve ona gö­re şe­kil­len­di. Ve bu ka­muo­yu ne İs­la­mi ne mu­ha­fa­za­kâr bir ka­muo­yu. As­lın­da bu, tam da ifa­de et­me­ye ça­lış­tı­ğı­mız mo­dern renk­li­li­ğe, çe­şit­li­li­ğe da­ya­lı ka­mu­sal alan­da olu­şan bir ka­mu­oyu­dur. Ve AK Par­ti ba­na gö­re bu ka­mu­oyu­nun bek­len­ti­si­ni keş­fet­miş ve onun bek­len­ti­le­ri­ne ce­vap ve­ri­ci bir si­ya­si ak­tör ola­rak dev­re­ye gir­miş, geç­ti­ği­miz 4-5 se­ne­lik sü­reç içe­ri­sin­de de bu­na uy­gun bir bi­çim­de ha­re­ket et­miş­tir. Ka­muo­yu tah­lil­le­ri AB’yi is­ti­yor­du, AK Par­ti AB de­di. Ka­muo­yu li­be­ral­leş­me is­ti­yor­du, AK Par­ti onu te­min et­me­ye ça­lış­tı. Ka­muo­yu de­mok­ra­tik­leş­me di­yor­du, AK Par­ti onu yap­ma­ya gay­ret et­ti. Ka­muo­yu ça­tış­ma­dan uzak bir si­ya­set ar­zu edi­yor­du, AK Par­ti onu yap­ma­ya ça­ba­la­dı. Ka­mu­oyun­da ba­şör­tü­sü bi­rin­ci ön­ce­lik­li so­run de­ğil­di.
 
Ba­şör­tü­sü şu an­da mı so­run ha­li­ne gel­di AKP için?
AK Par­ti şu an­da bü­tün po­li­ti­ka­sı­nı ba­şör­tü­sü üze­ri­ne bi­na et­miş de­ğil. Fa­kat Tür­ki­ye’de ya­şa­nan bir re­ali­te, bir so­run­lar yu­ma­ğı var ve ba­şör­tü­sü o so­run­lar­dan bir ta­ne­si. AK Par­ti’nin o so­ru­na da bir şe­kil­de el at­ma­sı ge­re­ki­yor ve yap­ma­ya ça­lış­tı­ğı da o. Fa­kat bü­tün si­ya­se­ti­ni bu­na has­ret­miş de de­ğil. Ta­bii şu­nu da unut­ma­mak la­zım Tür­ki­ye’de bu ba­şör­tü­sü me­se­le­si re­ji­min has­sas ref­leks­le­rin­den bi­ri ha­li­ne ge­ti­ril­di.
 
Pe­ki, ne­den böy­le ol­du?
Ben şah­sen ba­şör­tü­sü me­se­le­si­nin ar­ka­sın­da kıs­men bi­raz ön­ce söy­le­di­ğim gi­bi se­kü­ler ke­sim­le­rin kay­gı­la­rı­nın yat­tı­ğı­nı dü­şün­mek­le be­ra­ber esa­sın­da ba­şör­tü­sü­nün bir kav­ga, bir ça­tış­ma mal­ze­me­si ola­rak kul­la­nıl­mak is­ten­di­ği­ni de gö­rü­yo­rum. Tür­ki­ye’de bu kriz­den, kav­ga­dan, ça­tış­ma­dan me­det uman ke­sim­ler, ça­tış­ma mal­ze­me­si­nin el­den git­me­si­ni is­te­mi­yor­lar. Bu nok­ta­da AK Par­ti üze­rin­de, ma­hal­le bas­kı­sı de­ğil; içe­ri­sin­de se­kü­ler ke­sim­le­rin da­ha faz­la ol­du­ğu ka­muo­yu bas­kı­sı et­ki­li olu­yor.
 
Kim­ler var bu ka­mu­oyu­nun içe­ri­sin­de?
Bu ka­muo­yu içe­ri­sin­de med­ya­sı da var, iş dün­ya­sı da var. Tür­ki­ye’de mo­dern­leş­me­yi ta­lep eden; mo­dern­leş­me­nin ik­ti­sa­di, si­ya­si, eko­no­mik ve hu­kuk­sal bo­yu­tu­nu el­de et­mek is­te­yen bir top­lum, bir ka­muo­yu var ve bu­nun çe­şit­li renk­le­ri var. Fa­kat mo­dern­leş­me­nin or­tak de­ğer­le­ri bu fark­lı renk­le­ri, si­ya­si ak­tör­le­ri bir bas­kı al­tın­da tu­tu­yor.
 
Ya­ni AKP üze­rin­de mo­dern­leş­me bas­kı­sı var di­yor­su­nuz, ma­hal­le bas­kı­sı de­ğil.
Evet, ma­hal­le bas­kı­sı de­ğil, mo­dern­leş­me bas­kı­sı ile kar­şı kar­şı­ya AKP. Ben bu­nun öte­sin­de bir bas­kı ol­du­ğu ya da ola­ca­ğı ka­na­atin­de de­ği­lim.
 
Pe­ki, AKP’nin son se­çim­ler­de Do­ğu ve Gü­ney­do­ğu Ana­do­lu böl­ge­sin­de al­dı­ğı des­te­ğin se­be­bi de böl­ge hal­kı­nın “mo­dern­leş­me ta­le­bi” mi? Yok­sa Tür­ki­ye’de bun­ca za­man­dır gi­de­rek ke­mik­le­şen bir­ta­kım prob­lem­ler yı­ğı­nı­nın çö­züm­len­me­si­ne da­ir bir bek­len­ti mi? Da­ha açık bir de­yiş­le, söz ko­nu­su des­te­ğin se­be­bi AKP’nin Kürt me­se­le­sin­de ge­le­nek­sel Türk dev­let po­li­ti­ka­sın­dan fark­lı bir po­li­ti­ka iz­le­ye­bi­le­ce­ği ümi­di mi?
Ben şah­sen iki­si­nin de ge­çer­li ol­du­ğu ka­na­atin­de­yim. Ni­ha­ye­tin­de iki­si de bir­bir­le­riy­le bağ­lan­tı­lı. Gü­ney­do­ğu­lu in­san da Or­ta Ana­do­lu­lu in­san da so­nuç­ta mü­ref­feh ya­şa­ma ar­zu­sun­da. Her iki­si de, nor­mal ola­rak, ço­cu­ğu­nun iş bul­ma­sı­nı, mes­lek sa­hi­bi ol­ma­sı­nı is­ti­yor; dü­zen­li bir ha­ya­tı ar­zu­lu­yor. Bu­gü­ne ka­dar ya­şa­nan ça­tış­ma or­ta­mı bu­na im­kan ver­me­di. Gü­ney­do­ğu’da şim­di­ye ka­dar DTP’ye olan des­te­ğin önem­li bir kay­na­ğı bu tep­ki­den kay­nak­la­nı­yor­du. Ya­ni 1993’te DEP’li mil­let­ve­kil­le­ri­nin apar to­par po­lis gü­cüy­le Mec­lis’ten dı­şa­rı atıl­ma­la­rı, böl­ge­de olan bi­ten bir­ta­kım ka­ran­lık olay­lar vs. bir tep­ki oyu ola­rak DTP’ye yö­nel­di. Bu sü­reç­te AK Par­ti’den ön­ce Re­fah Par­ti­si de Fa­zi­let Par­ti­si de böl­ge­den sü­rek­li des­tek al­mış­tı ama ha­tır­lar­sa­nız.
 
Bu ne an­la­ma ge­li­yor?
Ba­na gö­re eğer böl­ge­nin yö­ne­li­şin­den bir me­saj çı­kar­tı­la­cak­sa o me­saj şu­dur: Böl­ge ça­tış­ma is­te­mi­yor, hu­zur is­ti­yor. Böl­ge, AK Par­ti’nin gös­ter­di­ği he­def­le­ri pay­laş­mak is­ti­yor. Ya­ni AB he­de­fi­ne yö­nel­mek, bu­ra­da de­mok­ra­tik bir ze­mi­nin oluş­ma­sı­nı is­ti­yor ve bu­nun üze­ri­ne da­ha faz­la aş, da­ha faz­la iş im­ka­nı­nın ya­ra­tıl­ma­sı­nı ar­zu­lu­yor. Böl­ge­nin AK Par­ti’ye yö­ne­li­şi ar­ka­sın­da­ki ne­de­nin bu ol­du­ğu ka­na­atin­de­yim. Şu­nu da unut­ma­mak la­zım, ay­nı za­man­da di­nî du­yar­lı­lık­la­rın çok yük­sek ol­du­ğu bir böl­ge­den bah­se­di­yo­ruz. Ba­na gö­re bu ba­şör­tü­sü so­ru­nuy­la be­ra­ber CHP’ye kar­şı çok bü­yük bir re­ak­si­yon ge­liş­ti. Bu sü­reç­te ba­şör­tü­sü, Gü­ney­do­ğu böl­ge­sin­de, Or­ta Ana­do­lu böl­ge­sin­den, mu­ha­fa­za­kâr­lı­ğın, din­dar­lı­ğın yük­sek ol­du­ğu di­ğer böl­ge­ler­den çok da­ha faz­la sem­bo­lik bir de­ğer ifa­de et­ti. Ta­bii bu se­çim­le­re ne ka­dar yan­sı­dı, bu­nu net ola­rak söy­le­mek müm­kün de­ğil. Fa­kat Tür­ki­ye’de ye­ni bir seç­men pro­fi­li ile kar­şı kar­şı­ya ol­du­ğu­muz da bir ger­çek. Bu seç­men pro­fi­li top­lu­mun mo­dern­leş­me sü­re­ci­nin be­ra­be­rin­de üret­ti­ği bir in­san ti­pi­dir. Bu in­san ti­pi ça­tış­ma, ide­olo­jik ay­rış­ma ve si­ya­si kav­ga is­te­mi­yor. Ön­ce­lik­li so­ru­nu da­ha prag­ma­tik, da­ha pra­tik bir ze­min­de ta­nım­lı­yor.
 
Gün­de­lik ha­ya­tın po­li­ti­ka­sı, ide­olo­ji­yi yu­tu­yor di­yor­su­nuz.
Evet, ön­ce eko­no­mik me­se­le­le­ri­ni dü­şü­nü­yor. Do­la­yı­sıy­la si­ya­set­ten de bu­nu bek­li­yor. Bu­nu bir ve­ri ola­rak alır­sak önü­müz­de­ki dö­nem­de DTP’nin böl­ge­de çok önem­li bir dü­şüş ya­şa­ya­ca­ğı ka­na­atin­de­yim. Bun­dan ötü­rü de önü­müz­de­ki se­ne­ler­de tep­ki oy­la­rı­nı ye­ni­den ken­di­ne trans­fer et­mek için kri­ze oy­na­ya­bi­lir. Önü­müz­de­ki ye­rel se­çim­ler­de ben DTP’nin cid­di bir eroz­yo­na uğ­ra­ya­ca­ğı ka­na­atin­de­yim.
 
Bu sü­reç­te AK Par­ti’nin DTP ile iliş­ki­le­ri­ni na­sıl şe­kil­len­dir­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Ben­ce AK Par­ti’nin bu­ra­da bir ağa­bey­lik ro­lü oy­na­ma­sı la­zım. Şu­nu ka­bul et­mek ge­rek ki bu­gün AK Par­ti di­ğer si­ya­sal par­ti­ler üze­rin­de, on­la­rı dö­nüş­tür­me­ye dö­nük mu­az­zam bir bas­kı me­ka­niz­ma­sı oluş­tu­ru­yor. Hem MHP, hem DTP hat­ta hem de CHP üze­rin­de bu böy­le. Fa­kat özel­lik­le baş­ta­ki bu iki mil­li­yet­çi par­ti için çok önem­li bir bas­kı un­su­ru. AK Par­ti’nin bu iki olu­şu­mu alt edil­me­si ge­re­ken al­ter­na­tif ra­kip ola­rak gö­ren bir jar­go­nun içe­ri­sin­den ko­nuş­ma­ma­sı, ak­si­ne on­la­rın dö­nü­şü­mü­nü sağ­la­ya­cak bir ta­vır ge­liş­tir­me­si ge­re­ki­yor.
 
AK Par­ti 27 Ni­san’a ka­dar, gi­de­rek ar­tan oran­da bir mil­li­yet­çi söy­le­me ku­cak aç­mış, mil­li­yet­çi­lik ek­sen­li po­li­ti­ka ya­pan­lar kar­şı­sın­da as­lın­da ken­di­si­nin çok da­ha mil­li­yet­çi ol­du­ğu­nu gös­ter­me­ye ça­lı­şa­rak, prob­lem­li bir mil­li­yet­çi kim­lik­le kar­şı­mı­za çık­ma­ya baş­la­mış­tı.
Ke­sin­lik­le ka­tı­lı­yo­rum, bu çok önem­li. AK Par­ti, bu söy­le­me bir se­çim stra­te­ji­si ola­rak ih­ti­yaç duy­du. Çün­kü yak­la­şan se­çim­ler ari­fe­sin­de yük­se­len bir mil­li­yet­çi­lik dal­ga­sı var­dı. Ama şu­nu gör­dü ki mil­li­yet­çi­lik de­ğe­ri, çok yük­sek oy ge­tir­mi­yor. Onun için mil­li­yet­çi­li­ği ön­ce­le­yen bir si­ya­set tar­zı güt­me­mek la­zım.
 
Bel­ki ide­olo­jik mil­li­yet­çi­lik­le has­sa­si­yet ola­rak mil­li­yet­çi­li­ği de bir­bi­rin­den ayır­mak la­zım. İde­o­lo­jik bir çer­çe­ve ola­rak mil­li­yet­çi­li­ğin bir kar­şı­lı­ğı var mı?
Seç­men des­te­ği iti­ba­riy­le yok.
 
Pe­ki, bu çer­çe­ve­de MHP’nin du­ru­mu­nu na­sıl gö­rü­yor­su­nuz?
MHP’nin şöy­le bir özel­li­ği var. MHP ta­mam mil­li­yet­çi bir par­ti, dev­let has­sa­si­ye­ti çok yük­sek olan bir par­ti; fa­kat ay­nı za­man­da bir ucu da top­lum­da olan bir par­ti. MHP’nin ikin­ci bir özel­li­ği de, ör­ne­ğin CHP’ye kı­yas­la, Tür­ki­ye’nin yö­ne­li­mi­ni da­ha iyi oku­yan bir mut­fa­ğa sa­hip ol­ma­sı­dır. Bu mut­fak­ta bir za­man­lar Özal’ın et­ra­fın­da yer alan bir­ta­kım in­san­lar var. Ve ba­na gö­re o mut­fak, Tür­ki­ye’nin gi­di­şa­tı­nı da dün­ya­nın gi­di­şa­tı­nı da iyi oku­ya­bi­li­yor. Bu ba­kım­dan MHP de me­se­la 1999’da li­be­ral bir ik­ti­sa­di prog­ram­la se­çi­me gir­di. Ge­nel ola­rak o ta­rih­ten bu ya­na MHP as­lın­da li­be­ral ve de­mok­ra­tik söy­le­me çok uzak ol­ma­yan ve ‘ni­te­lik­li’ bil­dir­geler­le gir­di se­çim­le­re. MHP’nin se­çim bil­dir­ge­si bu son se­çim­de­ki en ni­te­lik­li se­çim bil­dir­ge­le­rin­den bi­ri­siy­di. Çok iyi iş­len­miş­ti ve ora­da, AB ha­riç, AK Par­ti’nin söy­le­di­ğin­den çok fark­lı şey­ler söy­len­mi­yor­du. Bu du­rum MHP’nin ar­ka pla­nın­da­ki o iyi iş­le­yen mut­fa­ğa işa­ret edi­yor. MHP’nin o mut­fa­ğın­da iyi oku­yan, iyi araş­tır­ma ya­pan, hem Na­zım Hik­met’i hem de Ne­cip Fa­zıl’ı oku­yan tip­ler var. Ör­ne­ğin CHP’ye yön ve­ren en­te­lek­tü­el­ler böy­le de­ğil. On­lar ke­sin­lik­le mu­ha­fa­za­kâr ke­sim­den ge­len bi­ri­nin yaz­dık­la­rı­nı alıp oku­maz­lar; çün­kü on­lar­da bir er­miş­lik psi­ko­lo­ji­si var­. Şu an­da MHP’de bir boş­luk duy­gu­suy­la ha­re­ket eden ay­dın bir ke­sim bulunuyor. Bun­la­rın bir ara­yı­şı var. İş­te de­ği­şik en­te­lek­tü­el at­mos­fer­ler­de, plat­form­lar­da do­la­nı­yor, ge­zi­yor­lar. Bu bir şe­kil­de par­ti­ye de yan­sı­yor, bu­nu ka­bul et­mek la­zım. MHP bun­dan son­ra bu kıs­ka­cın san­cı­la­rı­nı çok ya­şa­ya­cak gi­bi ge­li­yor ba­na. Ya­ni bir ta­raf­tan mut­fa­ğı­nın des­te­ği­ni ala­rak mer­ke­ze açıl­ma ama bir ta­raf­tan da kod­la­rı­na yer­leş­miş olan dev­let­çi ref­lek­s ge­re­ğin­ce ha­re­ket et­me kıs­ka­cı. MHP bu sü­reç­te eğer bi­rin­ci­si­ni yap­maz, AB sü­re­ci­ne des­tek ver­mez, de­mok­ra­tik­leş­me­nin önü­nü aç­mak için gay­ret et­mez, Kürt me­se­le­si hak­kın­da­ki açı­lım­lar­da yer al­maz, in­san hak­la­rı ko­nu­sun­da has­sas ol­maz­sa tep­ki­sel bir par­ti ola­rak ka­lır. Bel­ki ba­ra­jın al­tı­na düş­mez ama oy­la­rı­nı yüz­de 15’in üs­tü­ne çı­ka­ra­maz.
 
Hiç kuş­ku­suz bu­ra­da 1965’ten bu ya­na ge­len, ken­di di­li, ge­le­ne­ği ve si­ya­set an­la­yı­şı otur­muş bir par­ti­den bah­se­di­yo­ruz. An­cak MHP’nin 1999 son­ra­sı gir­di­ği mec­ra­da, Tür­ki­ye’nin bü­tün par­ti­le­ri var. Eko­no­mik an­lam­da li­be­ral­leş­me bu­gün ne­re­dey­se tar­tış­ma­sız ka­bul edi­len bir şey ve bü­tün par­ti­ler bu­nu ka­bul edi­yor­lar. Bu nok­ta­da MHP’nin bir is­tis­na­ili­ği yok ba­na gö­re.
CHP de ka­bul et­ti­ği­ni söy­le­di, doğ­ru.
 
Fa­kat me­se­le si­ya­sal an­lam­da bir öz­gür­leş­me ol­du­ğun­da ya da öz­gür­leş­me ta­lep­le­ri­ne ce­vap ver­me ol­du­ğun­da işin ren­gi de­ği­şi­yor. Cid­di şe­kil­de her­kes dev­let­li ya da dev­let­çi ol­ma­yı ter­cih edi­yor. MHP ise bü­tün söy­le­mi­ni bir tep­ki po­li­ti­ka­sı­nın üze­rin­de in­şa et­ti. Bir dö­nem an­ti-ko­mü­nist, bir dö­nem an­ti-Kürt, bir dö­nem an­ti-İs­lam­cı bir ref­leks­le si­ya­se­ti­ni ta­nım­la­yan bir MHP’nin bu­gün böy­le­si öz­gür­leş­me ta­le­biy­le or­ta­ya çık­ma im­ka­nı ola­bi­lir mi?
İş­te bah­set­ti­ğim MHP’nin o san­cı­lı dö­ne­mi­ni as­lın­da siz da­ha gü­zel açık­la­dı­nız. MHP’nin bu ke­mik­leş­miş ya­pı­sı­na, özü­ne, ide­olo­ji­si­ne iş­le­miş bu tür şey­ler var. O yüz­den MHP eğer mer­kez ak­tör ol­mak is­ti­yor­sa çok san­cı­lı bir dö­nem­den ge­çe­cek­tir. MHP’nin mer­kez ak­tör ol­ma­sı­nın yo­lu bu si­ya­si de­mok­ra­tik­leş­me­den, si­ya­si li­be­ral­leş­me­den ge­çi­yor. Ama ben MHP’nin için­de böy­le bir bi­ri­ki­min ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­rum açık­ça­sı. Ta­bii bu bi­ri­kim MHP’nin li­der­lik kad­ro­su­na, yö­ne­ti­mi­ne ne ka­dar yan­sır onu bi­le­mem. Ama eğer yan­sır­sa MHP’yi mer­ke­ze ta­şı­ma­ya doğ­ru zor­la­ya­bi­lir. “Bir par­ti çık­tı­ğı nok­ta­da hep ye­rin­de sa­yar” gi­bi bir yak­la­şım çok da doğ­ru de­ğil­dir. Ya­ni AK Par­ti’nin gel­di­ği ge­le­ne­ği ha­tır­la­ya­lım. Şu an­da ne ka­dar fark­lı bir yer­de du­ru­yor.
 
Fa­kat AKP bir ko­puş, bir in­kar ha­re­ke­tiy­di. Hâ­lâ bir yer­ler­de Saa­det Par­ti­si di­ye bir par­ti var ve geç­miş­te söy­le­dik­le­ri­nin ay­nı­sı­nı söy­le­di­ği id­di­asın­da. O ne­den­le an­cak bir ko­puş­la, ye­ni bir ha­re­ket­le or­ta­ya çı­ka­bi­lir bu bah­set­ti­ği­niz isim­ler.
Ben MHP içe­ri­sin­de böy­le bir dö­nü­şü­mün sağ­la­na­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum doğ­ru­su.

Paylaş Tavsiye Et