Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2010) > Dünya Ekonomi > Kurumsal iktisadın yükselişi ve karışan kafalar
Dünya Ekonomi
Kurumsal iktisadın yükselişi ve karışan kafalar
Mithat Madran
KURUMSAL iktisat, kurumların oynadığı role vurgu yaparak iktisadi sonuçların büyük ölçüde kurumlar tarafından şekillendirildiğini öne sürüyordu. Bugün, iktisadi düşüncede bu yaklaşım yeniden canlanıyor.
İlk kurumsal iktisatçılar, kurumları sadece kişilerin faaliyetleri üzerinde sınırlayıcı araçlar olarak görmekle kalmıyorlardı; kurumların, düşünme ve hareket şekilleriyle bütünleşerek ekonomik yapı ve ilişkileri belirlediğini savunuyorlardı. Bu sebeple, neoklasik iktisadın dayandığı faydacı ve rasyonel psikolojiye temelden bir eleştiri yönelttiler. Kurumsal iktisatçılara göre kişilerin karar almaları rasyonel bir süreç içinde meydana gelse de bu rasyonellik neoklasik iktisadın öngördüğünden çok daha karmaşıktır. Ayrıca kişilerin karar alma süreçlerindeki rasyonellik, bu süreçleri şekillendiren kurumlar tarafından belirlenir. Bu sebeple iktisadı, neoklasik ekolün gerçekçi olmayan ön kabulleriyle açıklamak yerine, insan psikolojisinin ve insanın karar alma sürecini etkileyen kurumların incelenmesine ağırlık verilmelidir.
Kurumsal iktisat değişik kollarıyla II. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar iktisat düşüncesinde merkezî yerini korumayı başardı. Savaş sonrasında ise, modern iktisat düşüncesinde paradigmatik değişiklik beklentilerini karşılayamadı ve yerini Keynesyen iktisada bıraktı. Kurumsal iktisatçılar kişilerin davranışlarını belirleyen genel bir teoriden uzak olmakla suçlandılar. Kurumsal ekolün modern iktisadın rasyonel temellerini başarıyla eleştirdiği; ama yapıcı bir alternatif üretemediği öne sürüldü.
Son yıllarda kurumsal iktisadın katkıları yadsınamayacak boyutlara ulaştı ve yeni kurumsal iktisatçılarla beraber “sınırlı rasyonalite” (bounded rationality) ve benzeri kavramlar “davranışsal iktisat” ve “hukuk ve iktisat” gibi alanlarda temel teşkil etti.
 
Kalkınma İktisadı ve Kurumların Etkisi
Kurumsal ekolden North ve Willimson gibi akademisyenler, kalkınma iktisadı alanında çalışıyor. North, eski kurumsal iktisatla neoklasik iktisadı uzlaştıran çalışmalarıyla Nobel ödülüne layık görüldü. Neoklasik iktisadın araçlarını kullanarak kurumların nasıl oluştuğunu ve iktisadi koşulların nasıl belirlendiğini göstermeye çalışan yeni kurumsal iktisatçılar için “nispi fiyatlar”, teorilerini açıklamada anahtar rol oynuyor. Buna göre kurumlar nispi fiyatların zaman içerisinde yavaş yavaş değişmesiyle meydana gelir ve iktisadi ilişkilerin verimliliği bu kurumlar tarafından belirlenir. Buradan, daha etkin kurumlarla donanan ekonomilerin daha yüksek kalkınma potansiyelini yakalayacakları sonucu çıkar.
Kurumsal ekol, kalkınma iktisadında ilgi görse de son yıllara kadar, kurumların öneminin ispatına dair sorunlar yaşıyordu. Bu eksikliğe cevap birkaç yıl önce Türkiye’de de yakından tanınan Daron Acemoğlu ve arkadaşlarından geldi. Acemoğlu ve arkadaşları kolonileştirme stratejilerini bir araç olarak kullanarak; sömürgeci ülkelerin yıllar önce kolonilerinde kurdukları kurumların, bu ülkelerin günümüzdeki kalkınma düzeylerini nasıl belirlediklerini gösterdiler ve böylece kurumların kalkınmaya etkisini kanıtladılar. Yeni kurumsal iktisatçılar sadece kalkınma iktisadı çalışmıyor. Makroekonomik politikaların aslında iktisadi kurumlar tarafından şekillendirildiğini öne sürüyor ve sadece enflasyon gibi göstergelere odaklanmış iktisatçıları uyarmayı da ihmal etmiyorlar.
 
Bitmeyen Sorular ve Karışık Kafalar
İktisat düşüncesinde kurumların öneminin yeniden fark edilmesi umut verici olsa da tüm sorulara cevap bulunabilmiş değil. Kurumların önemini kabul ettikten sonra aslında çözümü daha zor bir alana giriyoruz. Akla gelen ilk sorular şunlar: Kurumlar diye adlandırdığımız şeyler neler? Bu kurumlar nasıl inşa edilebilir? Eğer kurumlar çok uzun sürede meydana geliyorlarsa bizim kurumları değiştirmeye çalışmamız ve bunlardan kısa vadede sonuç beklememiz ne kadar gerçekçi? Bundan birkaç yüzyıl önce kolonileştirme sürecinde oluşmaya başlayan kurumlar, günümüzde etkilerini gösteriyorlarsa ve kurumların kısa sürede değişmeleri mümkün değilse, kısa vadeli sorunlara çözüm bulmakta çaresiz mi kalıyoruz? Bir başka deyişle kurumların önemini kavramak bir problemin teşhisi iken, çözüm çok daha kafa karıştırıcı gözüküyor. Bir diğer karışık nokta ise toplumda ne tarz kurumların yerleşmesi gerektiği. Yeni kurumsal iktisat daha çok mülkiyet hakkını koruyan kurumlara vurgu yapıyor. Böylelikle kurumları tek tek tanımlamak yerine, kurumlarla varılmak istenen sonuçları tanımlayarak daha güvenli bir yol izlemiş oluyor. Bu yaklaşıma getirilebilecek ilk eleştiri; söz konusu amaçların beklenen kişisel refahı ne kadar artıracağı olabilir. İkinci bir nokta ise, bu amaçlar genel kabul görse bile, özel mülkiyeti destekleyen kurumsal formların ne olması gerektiği sorusudur.
Kalkınma iktisadı, bize gelişme stratejilerinin yeknesak olmadığını gösteriyor. Bu nedenle de kurumlar çok farklı yapılandırılabilir. Bu çelişkiyi en çok hissedenler ise uluslararası kuruluşlar; özellikle de İMF. İMF ve Dünya Bankası, son yıllarda kurumların öneminin giderek daha fazla farkına varıyor. Bununla birlikte karşılaşılan sorunlara cevap bulmada onlar da yetersiz kalıyor. Mesela, İMF için eskiden bütçe açıklarına, enflasyona vurgu yapmak çok daha kolaydı. Oysa şimdi bu tarz makroekonomik problemlerin aslında kurumsal sebepleri olduğunu ve nihai çözümün ekonomideki kurumların değiştirilmesinden geçtiğini göz önüne almak zorunda. Kurumsal değişikliği, verilecek kredilerin ön şartı yapmak suretiyle kısa bir sürede sağlamayı beklemek gerçekçi değil. Buna rağmen, son zamanlarda uluslararası kuruluşlar kredi verdikleri ülkelerde kurumsal değişikliklerin gerçekleştirilmesi için diretiyorlar. Fakat bu da beraberinde başka bir sorunu getiriyor. Uluslararası kuruluşlar tarafından dayatılan kurumlar borçlu ülkelerin iktisadi yapılarına uymuyor. Kurumsal iktisat farklı ülkelerin, kalkınmak için farklı kurumlar oluşturabileceklerini kabul ediyor. Ancak, İMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, ülkelerin kendi özel şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun kurumsal formlar tavsiye edemiyor. 
Kurumların öneminin tekrar idrak edilmesi sevindirici. Ancak, küresel ekonomiyi, temsil ettikleri çıkarlar doğrultusunda yönlendirme konusunda ısrarcı davranan kuruluşların tek tip reçetelerini sorgulamak gerekiyor. Bu yaklaşımın, gelişmekte olan ülkelerin kendi kurumlarını daha iyi anlamalarına yol açacağını umuyoruz. Bu dönemde kurumlarını kendi şartlarına göre şekillendirmeye çalışan ülkeler daha başarılı olacaklardır.

Paylaş Tavsiye Et