Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Türkiye Ekonomi > Devletin iki yakası bir araya geliyor mu?
Türkiye Ekonomi
Devletin iki yakası bir araya geliyor mu?
İbrahim Öztürk

BÜTÇE bir anlamda devletle toplum arasındaki iletişimin iktisadi bir yansımasıdır. Saf piyasa ortamında ortaya çıkan bazı yan etkiler bütçe aracılığı ile düzeltilirken, bazı durumlarda piyasanın ilgisini çekmeyen alanlara ilgi uyandırmak da yine bütçe imkanları kullanılarak gerçekleştirilir. Hal böyle olunca hem kamu sektörü ekonomisi hem de bunun en önemli alt bileşeni konumundaki bütçe, haklı olarak önemli bir tartışma zemini oluşturuyor.

Nereden Başladık, Nereye Geldik?
2002 yılında denizin bittiğini ifade eden en önemli gösterge şüphesiz kamu maliyesiydi. Bütçe açığının milli gelire oranı %16,5, kamu sektörü toplam borç stokunun milli gelire oranı ise %100’ü aşmıştı. Reel faizler %36, sadece faiz harcamalarının milli gelir payı ise %23 oranında idi. Maastricht Kriterleri bütçe açığının üst sınırını %3, kamu borç stokunun üst sınırını ise %60 olarak belirliyor. Geldiğimiz aşamada bütçe açığının milli gelire oranı %1’e kadar gerilemiş durumda. Mezkur borç stoku %50’leri zorluyor. Reel faizler %12, faiz harcamalarının milli gelirdeki payı ise %8 ila %9 aralığında.
Hükümet 2006 yılında da genel olarak bütçe disiplininden taviz vermedi. İster Maliye Bakanlığı, isterse alternatif kaynaklardan gelen ‘düzeltilmiş’ rakamlar dikkate alınsın, bütçe açığındaki düşüşün 2006 yılı boyunca devam ettiği görülüyor. Buna rağmen bütçe kalemlerinde bol miktarda ‘çarpıklık’ varlığını devam ettiriyor. Gelirler kalemindeki çarpıklıklar arasında vergi gelirlerinin yapısı ve kalitesi; harcamalar kaleminde ise soysal güvenlik açıkları en fazla dikkat çekenler. Vergi gelirlerinin içinde dolaylı ve doğrudan vergiler arasındaki makas giderek daha fazla açılıyor. Başka bir ifadeyle, vergiler kazançtan/kârdan değil, dolaylı kalemlerden, yani ÖTV ve KDV gibi vasıtalarla tüketim kalemlerinden alınıyor. Bu, vergi adaletsizliğine işaret eden, gelir dağılımını bozan bir uygulama. Ayrıca vergi tabanı çok dar. Yani vergiyi çok az sayıdaki mükellef ödemeye devam ediyor.

Nereye Gidiyoruz?
Seçim dönemine girilmesiyle beraber, her şeye rağmen kemerler biraz gevşetilir. Bunu siyasetin tabiatından görmek gerek. Dolayısıyla faiz ödemelerindeki artışa bir de başka açıkların ilave edilmesi gerekiyor. Ayrıca seçim sathı mailinde yeni vergi konulmasını ve gerekli sektörlerde aşırı zam yapılmasını beklememek gerekiyor. Hal böyle olunca hem gelir artırmak, hem de harcama azaltmak daha bir zorlaşıyor.
2007 yılında, Merkezi Yönetim Bütçesi %17 oranında artırılarak 205 milyar YTL olarak bağlandı. Bu yıl için GSMH hedefi 631,3 milyar YTL olduğuna göre, harcamalar milli gelirin %32’sini aşacak demektir. Bunun başlıca sebebi 58,3 milyar YTL’lik Hazine bütçesinin büyük oranda faize gidecek olmasıdır. Cari transferlerden sonra bütçenin ikinci en büyük harcama kalemi olan faiz giderinin 2007’de milli gelire oranının %8,3 olması bekleniyor. Böylece 2006 yılında yaklaşık 41 milyar YTL olan faiz harcamaları, 2007 yılında büyük bir sıçrama yapmış olacak. Bütçede henüz önü alınamayan ikinci yırtık ise 53 milyar YTL ile milli gelirin %5’ini aşacak olan sosyal güvenlik kuruluşlarının giderleri. Cari transferler ile personel harcamalarında ise mevcuttan öte bir tasarruf zaten söz konusu değil.
Bütçeden en büyük payı 58,3 milyar YTL’lik bütçesiyle (bütçe payı %28) Hazine alıyor. 205 milyar YTL’lik toplam harcamaların dörtte birini (52,9 milyar YTL) ise yine tek başına faizci kesim alacak. Hiçbir bakanlığın bütçesi faiz lobisine tahsis edilene yetişmiyor. Nitekim Maliye Bakanlığı 46 milyarla ikinci (%22), Milli Eğitim Bakanlığı 21,4 milyarla üçüncü (%10,5), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 15,5 milyarla dördüncü (%7,5) ve Milli Savunma Bakanlığı da 13 milyar YTL ile (%6,3) beşinci sırada yer alıyor.
Eğitime ayrılan paydaki oransal artış son derece dikkat çekici. Yeni dönemde Türkiye için kritik çalışmalara imza atması gereken Devlet Planlama Teşkilatı ve bilhassa Türkiye İstatistik Kurumu’nun ödeneklerindeki artış oranı da fevkalade. Bütçe ödenekleri içindeki payı düşük ancak toplumsal açıdan önemli bazı kalemlerdeki telafi edici artışlar da 2007 bütçesinin olumlu yanlarından. Örneğin Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kurumu ile Çocuk Esirgeme Kurumu’nun paylarındaki oransal artışlar oldukça yüksek. Kısacası bütçede sosyal boyut da gözetilmeye çalışılıyor.
Bütün bu harcama hedefleriyle beraber bütçe açığı da %2,6’ya çıkartılıyor. Bütçenin yatırımcı boyutu kısmen budanırken, faiz giderleri ile bütçe açığı da bu hükümet döneminde ilk defa artış trendine girdi. Böylece hükümetin 2007’de son dört senede bütçede kaydettiği yüksek performansın altına düşeceği anlaşılıyor. Bunun nedeni, 2006 yılında piyasalardaki sarsıntı sonrasında faizlerde yaşanan büyük artış ve belki bir oranda da seçim süreci. Yine de 2007 bütçesine “seçim bütçesi” yakıştırması yapmak imkansız.
Hükümet bugüne kadar kendi açısından, şartlara göre en gerçekçi senaryoyu ortaya koyuyor, yıl içinde en sıkı tasarrufu yapıyor ve hedeflerinin çok ötesinde iyi neticeler elde ediyordu. Biz buna alıştık; 2007’de ortam müsait olursa, yani kur, iç talep, enflasyon ve bilhassa faiz cephesinde işler yolunda giderse bir kez daha neden olmasın?
Nihayetinde, 2007 yılı bütçesi özel kesimin neden olduğu kırılganlıklar, küresel ortamın bozulması ve bu ikisini istismar eden faizcilerin neden olduğu çarpıklıklar ile seçim baskıları arasındaki bir denge arayışının ifadesi olarak oldukça ‘dengeli’ gözüküyor.


Paylaş Tavsiye Et