Her zaman, her koşul altında makul olanı seçmekten yana değilim.
Dahası, şahsen, çoğunlukla makul olanı sevmem, olmayana meylederim.
Hayatı renklendiren, zenginleştiren, makul olmayan seçimlerimizdir. Kahramanlar, idealistler, sanatçılar makul olanın dışına çıkabilen insanlar arasından çıkar.
Diğer taraftan, “makul” dediğimiz şey, herkesin üzerine anlaşması zorunlu, tartışılmaz gerçek falan değildir. Kelimenin kökünden çıkararak, bu iddiada bulunulabilir. “Madem makul ‘akla uygun’ olan demek, aklın yolu bir değil mi?” denilebilir.
Değil!
Yani aklın yolu bir değil.
Sn. Nuray Mert’i bu satırları için canı yürekten kutluyorum.
Fikirlerine de canı gönülden katılıyorum.
Ben de şahsen bizzat kendim Ali Cengiz Tuğrul olarak makul olanı seçmekten yana değilim.
Ama Sn. Mert’ten farkım, makul olanı çoğunlukla değil, hiçbir zaman sevmememdir.
Evet, aklın yolu da bir değildir; sadece benim aklımın yolu birdir, tektir, bitanedir.
Öyledir.
Aklımın yolu en çok, çok değerli büyüğüm Sn. Emekli Kaptan Özkök’ün yolu ile kesişir.
Kaderin cilvesine bakın ki bütün bu kesişmelere rağmen Sn. Kaptan’ın içindeki trend avcısı beni keşfetmedi.
Yükselen yıldız adayı olarak başkasını işaret etti.
Halbuki ben de isterdim ilgili mahfillerde adım en çok Emekli Kaptan ile birlikte zikredilsin.
Ben de isterdim “Birbirlerine ne kadar çok yakıştılar” denilsin.
Ben de isterdim “Tencere yuvarlanmış” atasözü her daim ikimiz için zikredilsin.
Ben de isterdim uzun, zahmetli, çileli, onurlu fikir hayatım, düşün yolculuğum nereye varacak derken gele gele Sn. Özkök’le birleşsin.
Bir insan evladı, bir akademisyen, bir köşe yazarı, bir fikir adamı için ne büyük nimet, ne büyük gurur, ne büyük şeref.
İçimdeki haset, biliyorum, satırlarımdan sızıp beni ele veriyor.
Olabilir.
Sn. Kaptan’ın tayfasından olabilmek için neleri feda etmezdim bilemezsiniz.
Nelere katlanmazdım.
Nelere aldırmazdım.
Neleri umursamazdım.
Nelere nelere sünger çekmez, nelerin nelerin üstüne bir bardak su içmezdim.
Tahmin bile edemezsiniz.
Bütün bunları ancak kafayı makullüğe takmış olanlar problem olarak addedebilir.
Benimse ne öyle ilkel takıntılarım, ne öyle ilkel kuruntularım var.
Sadece Kaptan’a yakın olamamanın derin burukluğu var.
Ama yapabileceğim bir şey yok.
Ne diyebilirim, Sn. Kaptan öyle buyurmuşlarsa, öyledir.
Ben de bir köşede keşfedilme sıramı beklerim.
SORUYORUM
Efendice soruyorum:
Madem köşemde yıldız olmayı bekliyorum, münasip satırlar, muhteşem fikirler, akla ziyan teoriler döktürmemi kim engelleyebilir?
Makul diye diye sıradanlığın pençesinde kıvranıp duran, ne kahraman ne idealist ne de sanatçı takımına dâhil olmayı rüyasında bile göremeyenler güruhu mu?
Sivil olduklarına bakmadan Anayasa’yı tebdil ve tağyir etme suçunu işledi işleyecek olanlar güruhu mu?
Dillerinden “Yeter söz milletin” ucuz sloganını düşürmeyip adım adım sivil vesayet uçurumuna memleketi sürükleyenler güruhu mu?
Şu millet denen şeyin nasıl bir illet olduğunu hâlâ anlayamayanlara ne denilebilir, ne söylenebilir?
Ki bu millet denilen şey nasıl bir şeyse Malazgirt’le Anadolu’ya girmiş, durmamış. Konstantinopol’ü işgal etmiş, hız kesmemiş önce Alevileri, sonra da Ermenileri kesmiş.
Bunlara mı soracağım köşemde ne yazıp yazmayacağımı!
Hem “En demokrat benim” de, canım Anayasa’nın orasını burasını mıncıklama hakkını kendinde gör, hem de öyle yazma, böyle yazma, biraz makul ol diye âleme akıl ver.
Sevsinler sizin demokratlığınızı!
PAKET
Bir paket teklifi daha yaptılar geçenlerde.
Sözde özgürlükleri genişletmek için.
Biz de yuttuk.
Zaman’ı yuttuğumuz gibi.
Biz bilmiyoruz sanki onun Namaz olduğunu.
Bu paket de öyle işte.
Okuyun tersten; Tekap.
Saçma diyeceksiniz, makul değil diyeceksiniz.
Kafanız o kadar çalışıyorsa sizin adınıza üzülmekten başka ne yapabilirim?
İdrak edemeyeceğinizi bile bile sırf aydın sorumluluğu namına üstüme düşeni yapıyorum, korkunç planı açıklıyorum:
Kelime sonuna geldiği için göremiyorsunuz.
Teklifim şu; p’yi yüksek sesle okuyun.
Pe.
Ne oldu?
Te-Ka-Pe.
Tanrı aşkına “TKP nedir?” diye bir de sorup insan aklını yerlerde süründürmeyin.
Diyeceğim şudur; 12 Eylül Anayasası’na “hayır” diyenler kimler ise, bugün Anayasa’yı delmek isteyenler de aynı gruplar.
Değişen hiçbir şey yok, aynı oyun, aynı hesap.
O kadar basit.
Kızıllar ve dışları yeşil görünüp içleri kızıl olanlar.
CHP ve MHP’nin anayasa değişikliği paketine niçin beraberce karşı çıktıklarını anlayamayan vatandaşlarıma bu derin bilimsel analizim armağan olsun.
Anlarlar mı, o ayrı mesele.
Ümitli olmadığımı belirtmeliyim.
Sözde özgürlükleri genişletmek için teklif edildiği söylenen bu paket, özde bombalı bir paket.
Cami avlusuna bırakılır gibi milletin önüne referandum bahanesi ile bırakılacak.
Benim saf, aklı bir şeye ermez, merhametli, gönlü geniş, kısa kollu kısa bacaklı, göğsü kıllı, mangala düşkün, salya sümük vatandaşım da öksüz, yetim kalmasın bari diye pakete kucak açacak.
Fatih Camii’ne koyulacak bombayı diline dolayan yandaş medya ve işbirlikçilerinin göz önünde duran bu bombalı paket için gıklarının çıktığını gördünüz mü hiç!
Bir savaş sırasında olası gelişmeler için hazırlandığı yetkililerce defaatle belirtilen bir savaş oyunu, bir plan seminerine adı üstünde “oyun” olduğu halde kafayı takacaksınız.
Bu bombalı pakete takmayacaksınız!
Ne bunun adı?
Demokrasicilik oyunu mu?
Kimse kusura bakmasın, ben ki elbette sapına kadar demokratım, eskiden sosyalisttim bile, ama bu oyunda yokum arkadaş.
SİVİLCE
Gelelim başka konuya.
Bir insanı ergenliğinde en çok rahatsız eden şey, sorarım size nedir?
Sivilcedir.
Onun da adı üstünde, sivil-cedir.
Bir de arkadaşı vardır, o da siğil.
Siğille sivilce yan yana gelince iğrenç ötesi bir durum olur.
Tam büyüme çağına gelmişsinizdir, büyüyüp serpileceksinizdir, siğil ellerinizi sivilce yüzünüzü kaplar.
En olmadık zamanda suratınızın bir yerinde alında, burunda, çenede mutlaka ama mutlaka çıkar.
Eğer bayansanız asabınız daha da çok bozulur.
Kurtulmak istersiniz, kurtulamazsınız.
Sıksanız patlar, sıkmasanız büyür.
Ana babalarının vesayetinden kurtulmak isteyen, otoriteden pek hoşlanmayan ama sesi daha kalınlaşmamış, karakteri de pek oturmamış kimselerde sivilceler daha şiddetli seyreder.
Sivilcelerin bu vesayetinden kurtulmak için yıldız köşe yazarları dâhil her türlü otoritenin vesayetinin olağan karşılanması, deprenilmemesi, direnilmemesi gerektiğini ben değil bilimsel gerçekler söylüyor.
Aklın yolu değilse de bilimin yolu birdir.
Her entelektüel bunu bilir.
SON ARZUM
Yanlış hatırlamıyorsam rahmetli Nasreddin Hoca demişti, “Eskiyen ayları kırpıp kırpıp yıldız yaparlar” diye.
Kırpılmaktan zerre kadar tırsmıyorum.
İşte hendek, işte yukarıdaki yazım.
Ben de kırpılıp yıldız olmak istiyorum.
Paylaş
Tavsiye Et