CUMHURİYET Halk Partisi (CHP), Türk siyasal tarihinde devletin ve esasında rejimin koruyuculuğunu misyon edindi ve toplumsal formasyonun evrimini jakoben/elitist bir laik sistem perspektifiyle ele alageldi. Bu gerçeklik temelinde 29 Mart yerel seçimlerine giden CHP, seçim stratejisini iki noktada şekillendiriyor: Birincisi Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden AKP’ye karşı yürütülen yolsuzluk/yoksulluk konusu, ikincisi de İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin üzerinden laik mahalleden ol(a)mayan “dindar” kesimlere yönelik açılımlar.
Yolsuzluk konusundaki dedektifliğini ekranlardaki düellolarla “sevgili seyirciler”e ispatlayan Kılıçdaroğlu, salt bu yüzden Genel Başkan Deniz Baykal tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterildi. Baykal’ı bu manevraya iten sebep, kamuoyunun rejim üzerinden yürütülen yapay gündemlere artık prim vermemesi, buna karşılık ekonomik krizle birlikte daha da derinleşen yoksulluk, dışlanmışlık ve işsizlik gibi rasyonel sorunlar karşısındaki duyarlılığın artması. Yerel seçimlerde yoksulluk konusunun temel strateji olarak benimsenmesinde bu unsurlar önemli rol oynuyor. Tabii Baykal’ın yoksulluk/yolsuzluk sorununu çözme görevini Kılıçdaroğlu’na vermesindeki amaç, yolsuzlukların üzerine gitmekten çok, parti içinde ve kamuoyunda etki alanı hayli genişleyen Kılıçdaroğlu’nu İstanbul’da “harcayarak”, potansiyel bir rakip olmaktan çıkarmak. Hesaplar farklı olsa da bu strateji, yerel yönetimlerde AKP’nin ciddi potansiyeline bağlı olarak siyasetçi-tüccar ilişkisi temelinde ortaya çıkan yolsuzluk sorununa karşı CHP’ye oy getirebilir. Bununla birlikte CHP, yoksulluk konusunda rasyonel temeli olan ekonomi politik adımlar ve inandırıcı somut politikalar geliştirebilirse yerel seçimdeki şansını daha da arttırabilir. B. Berat Özipek’in ifadesiyle “bu ülkede toplum, çürük elmaların çıkmasına değil, sepetten atılmamasına tepki gösterir” (Star gazetesi, 30.10.2008). Dolayısıyla yolsuzlukla mücadelede popülist yaklaşımlar yerine, yolsuzlukların üzerine kararlı, cesur ve somut adımlarla gidilmesi de aynı ölçüde CHP’ye artı puan kazandıracaktır.
Partinin ikinci stratejisi ise çarşafla başlayan ve yeni adımlarla desteklenen açılım stratejisi. Bu strateji CHP’yi çok ciddi bir tercihe ve siyasi pozisyona zorluyor. Zira bu sürecin mimarı olan Gürsel Tekin’in toplumsal değerler temelinde bir vizyon geliştirerek partiyi halka açma çabalarının, toplum nezdinde olumlansa da, parti tabanından kabul gördüğü söylenemez. Hatta Tekin’in liste kriziyle istifanın eşiğine gelmesi de bu “kabul gör(e)meme”nin yansıması şeklinde okunabilir. Mevcut statükonun değişime zorlanması ihtimali bile siyasal elitlerin politik kamusal alandaki ayrıcalıklarını tehlikeye düşürüyor. Dolayısıyla çevrenin merkeze yerleşerek buradaki siyasal alana ortak olması, CHP tarafından merkezden atılma korkusu anlamına geliyor. Bu yüzden çarşaf, Kur’an kursu ve tarikat üyelerine rozet takılması gibi açılımların hiçbir sosyo-politik dayanağı ve iç tutarlılığı yok.
Bununla birlikte CHP’nin inatla beslendiği jakoben laik siyaset mantığı ve “mahalle”den kopuk resmî devlet söylemi, mevcut açılımların inandırıcılığını en baştan yok ediyor. Açılımın mimarı Tekin’in ziyaret ettiği bir evdeki başörtülü kadının laik sistem nezdindeki meşruiyetini, evindeki duvarda asıl olan Atatürk portresiyle ifade etmesi aslında inandırıcılığın sınırlarını ortaya koyması açısından oldukça manidar. Aynı şekilde toplumu Batılı değerler temelinde yeniden inşa ederek mevcut geleneklerden arınmayı dayatan modernist CHP’nin, başörtüsü yasağını savunurken seçim öncesi her mahalleye Kur’an kursu açma projesi elbette ki inandırıcılıktan uzak. Ayrıca hacca gitmek isteyen vatandaşın ibadetini “Araplara para kaptırma” olarak gören CHP zihniyetinin, mütemadiyen aşağıladığı dinin mukaddes değerlerini seçimler yaklaştıkça istismara başlaması, oy getirmek bir yana “istismar”dan dolayı oy kaybettirecektir.
CHP son açılımlarla birlikte, basit politik kurnazlıklarla her şeyi kontrolüne almaya çalışıyor. Bu anlamda “Kur’an kursu ihtiyaçsa onu da biz getiririz” gibi paternalist himmet geleneğinden beslendiğini de açıkça ortaya koyuyor. CHP’nin 32. Olağan Kurultay öncesindeki “Çekil aradan... Din de bizim, Devlet de bizim, Millet de bizim!” afişi aslında tam da bu mantığın dışavurumu. Sonuçta Mustafa Özel’in “CHP bugün neyse, dün de oydu!” (Anlayış, Şubat 2005) yaklaşımını tersten okuyarak “CHP dün neyse, bugün de odur” demek yanlış olmasa gerek.
Bütün bunlara rağmen dindar seçmenlerden oy bekleyen bir partinin yerel seçimler uğruna düştüğü durumu “politik bir travma” veya “ezber bozma”dan çok, Türkiye’deki toplumsal formasyona ayak uydurma çabası olarak değerlendirmek mümkün. Ama bu “ayak uydurma”, CHP’yi iki seçeneğe mahkum ediyor. Türkiye’nin siyasal tarihinde elitist/seçkinci bir konumlanıştan hareketle yıllardır “halka rağmen” halk partisi olmayı sürdüren CHP için bir yanda “Cumhuriyet’in temel ilkeleri” diğer yanda ise “cumhurun temel değerleri” duruyor. Ayrıca bir tarafta Kadıköy-Bakırköy-Şişli üçgenine hapsolan CHP’yi geniş halk kitlelerine ulaştırma çabasında olan Gürsel Tekin, diğer tarafta ise “Altı oku aşındırmayız” diyen tepkici seçkinler yer alıyor.
Tam da bu noktada Fuat Keyman’ın belirttiği gibi, ilke ve popülizm arasında kalan CHP, şaşırtıcı bir manevra yapıp muhafazakâr kesimlere göz kırparak, ilkeli siyaset yapmak yerine seçim sonrası unutulacak vaatleri ortaya koyuyor ve çarşaflı kadınları bile oy veren müşteriler olarak gören bir popülizmi yaşama geçiriyor (Radikal İki, 21.12.2008). Toplumu bir müşteri gibi görme algısının siyasi partileri, toplumu memnun etme adına kısa vadeli politik çıkarlar temelinde adım atmaya zorladığını söylemek mümkün. Ama popülist siyaset yürüterek böyle bir yola başvuran partilerin halkın vicdanında mahkum oldukları da bir gerçek. Bu noktada CHP, ortaya koyduğu bu politika değişikliğinin arkasını getirebileceği ölçüde müşteri konumundaki toplumun taleplerine cevap vermiş ve inandırıcılık kazanmış olacak. Sonuç olarak devletçi/seçkinci, bazen milliyetçi, çokça da resmî söylemin dışına çıkamayan CHP; kimlik/farklılık ekseninde ortaya çıkan sorunları sosyolojik realite olarak ele alıp kartezyen mantık ve resmî ideoloji çerçevesinin dışına çıkarak ve yeni bir akıl/söylem/dil inşa ederek çözmek zorunda. Yerel seçimlere de bu eksende hazırlanıp girebilirse başarı şansı “kısmen” artabilir. Çünkü tam başarı sağlamak, tamamen partinin zihniyet değişikliğine bağlı.
Paylaş
Tavsiye Et