Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Ya evrim teorisi doğruysa?
İshak Arslan
CEVABI baştan söyleyelim, değişen hiçbir şey olmaz. Zira bir yandan olan olmuştur ve halen de olmaktadır; öte yandan bu türden bir sorunun insan aklıyla ulaşılabilecek kesin bir cevabı yoktur! Özünde çelişki taşıyan soruların yanıltıcı cevaplarına göre sevinecek ya da üzülecek olanların işi gerçekten de zor. Çünkü “taraftarlar” cevap olumlu da olumsuz da olsa bir kör dövüşünün tarafı olmaktan kurtulamazlar. “Darwin’in 200. ölüm yıldönümünde TÜBİTAK’ta sansür” iddiaları nedeniyle yoğunlaşan evrim tartışmaları, sürüp giden bu kör dövüşünün geldiği noktayı bir kez daha gözler önüne serdi.
Evrim fikri, Greklerden Hint ve İslam Düşüncesine kadar birçok gelenekte izleri bulunan kadim bir mesele olmasına rağmen 19. yüzyılda Charles Darwin tarafından uzun ve detaylı bir gözlem süreci eşliğinde yeniden ele alınmış, zamanla canlılığın ve türeyişin mahiyetine ilişkin sistematik bir açıklama hüviyetine kavuşmuştur. Kendisi de evrim sürecine tabi olan evrim teorisi, çok sayıda bilim adamı ve düşünürün katkılarıyla gelişen, geliştikçe karmaşıklaşan, dolayısıyla farklı alternatifleri ve versiyonları içeren çok yönlü bir açıklama yöntemidir.
Karl R. Popper’ın Bilimsel Araştırmanın Mantığı’nda sarahatle ifade ettiği üzere “bilimsel teoriler yanlışlanabilirler ama asla tam olarak doğrulanamazlar.” Bilimsel teorilerin temel niteliği sayılan tekrar edilebilirlik ve sınanabilirlik özelliklerinden mahrum olan evrim teorisi, yasa veya teoriden çok bir “bilimsel senaryo” vasfına layıktır. Her bilimsel teori gibi kendine mahsus sınırlar içinde kaldığı ve ideolojik amaçlara aracı kılınmadığı sürece evrim fikrinin de insanlığın ufkunu genişletebilecek, doğaya ilişkin kavrayışımızı zenginleştirecek çeşitli imkânları barındırması tabiidir. Kadir-i mutlak bir Tanrı’nın evreni def’aten yaratması ile milyonlarca yıl süren evrimsel bir süreç içinde yaratması arasında “niteliksel” bir fark yoktur.
Hal böyleyken evrim teorisi etrafında yürütülen bütün bu tartışmaları nasıl açıklayabiliriz? Bilim tarihine kuşbakışı bakıldığında Kopernik, Bruno, Galileo, Kepler, Newton ve Darwin, Avrupa’da bilim ve din arasında süregelen çatışmanın sembolleşen isimlerinden bazıları. Çatışmanın bir tarafı olan Kilise her defasında önce karşı çıktığı ve tehlikeli saydığı düşünceyi keskin bir tutumla yasaklama yoluna gitmiş, “dünyanın dönüyor olabileceği” anlaşıldığında ise önce tavrını yumuşatmak, ardından geri adım atmak ve nihayet nadir de olsa özür dilemek zorunda kalmıştır. 2008 yılında İngiliz Kilisesi’nin resmen Darwin’den özür dilemesi, 2009’da ise Vatikan’ın evrim teorisiyle ilgili karşıt tavrını değiştirerek Hıristiyanlığın evrim teorisiyle çelişmediğini resmen açıklaması bu alışkanlığın son ve güncel örnekleri.
Kaba bilim-din çatışması esas itibarıyla pozitivist bilim anlayışı (bilimcilik) ile genelde Hıristiyanlık, özelde Katoliklik arasında vuku bulmuştur. Son örneğini canlıların ve insanın türeyişiyle ilgili Darwinci yorumla Kitab-ı Mukaddes arasındaki bariz karşıtlıkta gördüğümüz bu çatışma, çoğunlukla Kilise kurumunun yanılgısıyla sonuçlandığı için Kilise kurumunun tarihi de yanılgı ve özürlerle doludur. İslam düşüncesi geleneğinde ise bu türden bir özre rastlanamaz; çünkü özür dilenmesini gerektirecek hiçbir yanlışlığa kurumsal imza atılması mümkün olmamıştır. Şu halde çatışma, evrensel olarak bilim ve din arasında değil, evrim teorisi üzerinden bilim adına bağnazlık yapanlar ile Hıristiyanlığın tekvinle ilgili literal ifadelerini savunma adına bağnazlık yapanların sürdürdüğü sonuçsuz ve yıpratıcı tartışmadan kaynaklanmaktadır.
İslam düşüncesi ile evrim teorisi arasında herhangi bir karşıtlık söz konusu olmadığı halde, Türk toplumunun evrim teorisine şüpheyle yaklaşan hatta tümüyle reddeden ülkelerin başında gelmesi ise üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir husustur. Bu kuşku ve reddiyenin temel nedeni zannedildiğinin aksine evrim teorisiyle İslam dininin kategorik uyuşmazlığı değil, psikolojik-sosyolojik gerekçelerdir. 200 yıldır pozitivist dogmalarla köşeye sıkıştırılmaya çalışılan, bilim adına inançları aşağılanan ve toplumsal değerleri hiçe sayılan, kendinden menkul bir bilim kavramıyla, hesabı verilmemiş bir bilimsellik kriteriyle çağın dışına itilmeye çalışılan bir toplumun akıl ve muhakeme yerine duygusal reflekslerle hareket etmesi anlaşılır bir durumdur. Anlaşılır olmayan, sağcısından solcusuna bu topraklarda yetişen düşünür, aydın ve entelektüellerin bu ve benzeri konuları tartışma düzeyinin sığlığıdır. Türk matbuatında konuyla ilgili yazılan yazıların büyük çoğunluğundan -birkaç istisna hariç- anlaşılacağı üzere bu düzey, sadece Cahız, İhvan-ı Safa, İbn Sina, İbn Miskeveyh, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nınkinden değil, Tanzimat sonrası Osmanlı düşünür ve aydınlarınınkinden de düşüktür ve gün geçtikçe de düşmektedir.
Nasıl ki İzafiyet Teorisi evreni yaratan ve düzenleyen üstün bir gücü ne ispatlıyor ne de çürütüyorsa, evrim fikrinin de mutlak vahiy ifadelerini doğrulaması veya yanlışlaması söz konusu değildir. İslam dünyasında evrim fikrine karşı çıkanların düştüğü hata, Hıristiyanlıkta olduğu gibi evrim fikriyle çelişen hiçbir teolojik sorunları bulunmadığı halde gereksiz bir savunmacılığı sürdürmeye çalışmalarıdır. Richard Dawkins gibi evrim fikrini dinleştiren fanatiklerin yanılgısı ise, Hıristiyanlık-bilim nezdinde Avrupa’da yaşanan çatışmayı evrenselleştirerek başta İslam olmak üzere bütün din ve geleneklere teşmil etme sevdasıdır.
İster savunmak, ister saldırmak adına olsun evrim ve benzeri teoriler üzerinden İslam adına hüküm vermenin önündeki en büyük engel, İslam düşüncesinin kendisidir. Örneğin İzmirli İsmail Hakkı’dan edindiğimiz bilgilere göre İbn Miskeveyh, (ö. 1030) Südur Teorisi’ni kapsamlı bir evrim teorisini içine alacak şekilde genişleten, “değişim ve dönüşüm kuramını bilimsel bir üslupla açıklayan” ilk İslam filozoflarından birisidir. Doğal cisimler arasındaki meratibi evrimsel bir süreçle açıklayan Miskeveyh, insan-maymun benzeşimini bile çekinmeden dile getirmektedir: “Hayvan mertebelerinin sonunda insanı andıran, insana benzeyen bir hayvan bulunmaktadır. Maymun ve maymuna benzeyen hayvanlar bu hayvanın örneğidir.” (İzmirli İsmail Hakkı, İslam’da Felsefe Akımları, İstanbul: Kitabevi, 1997, s.109)
Bilim-din ilişkisi söz konusu olduğunda unutulmaması gereken temel hususlardan birincisi, evrim de dâhil olmak üzere hiçbir bilimsel teorinin herhangi bir inanç ifadesini yanlışlaması veya doğrulamasının mümkün olmayacağı, ikincisi ise aynı şekilde herhangi bir inanç ifadesinden hareketle hiçbir bilimsel teorinin yasaklanamayacağı, nihayet hiçbir kişisel yorumun Kur’an metnini (murad-ı ilahi) tam olarak karşılayamayacağı, onun gerçek ve nihai anlamını kuşatamayacağı gerçeğidir. Son zamanlarda yeniden alevlenen evrim tartışmaları, özelde bilim-din ilişkisinin, genelde Tanrı ve Evren tasavvurumuzun henüz yerli yerine oturmadığını, özetle işimizin epeyce zor, yolumuzun uzun olduğunu bir kez daha göstermesi bakımından öğretici olmuştur!

Paylaş Tavsiye Et