Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Topluyorum
Yurtta barış, bölgede barış

 

Evet arkadaşlar, dış politika gelişmelerinin gündemi yoğun şekilde meşgul ettiği bir ayı geride bıraktık. Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi için protokoller imzalandı ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan maç vesilesiyle Türkiye’ye geldi. Bunun yanında Suriye ve Irak ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi çerçevesinde ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı. İsrail ile üst üste birkaç kriz birden yaşadık. Tatbikat krizini, dizi krizi takip etti. İç politikada ise Demokratik Açılım ile ilgili tartışmalar gündemi meşgul etti. Özellikle Başbakan’ın CHP lideri Baykal’a yazdığı mektup ve sonrasında kameralı görüşme tartışmalarını konuştuk. Yine yurtdışından gelen PKK’lıların karşılanması sırasında yaşananlar da geçtiğimiz ay içerisinde dikkati çeken gelişmelerdendi. Ekonomi alanında ise en önemli gelişme IMF’nin yıllık toplantılarının ay başında İstanbul’da yapılması oldu.
Bence her zaman olduğu gibi iç gelişmeler ile başlayalım. Zaten dış politika gündemi oldukça yoğundu ve o konulara girersek tartışmamızın sonu gelmez. Demokratik Açılım konusundaki gelişmeleri ele alalım. Ben bu mektup diplomasisine takıldım. Hatırlarsanız Başbakan gerekirse CHP lideri ile görüşebileceğini söylemiş; ancak Baykal İçişleri Bakanı’nın randevu talebini kabul etmemişti. Başbakan, AK Parti’nin Meclis’te Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğunun olmadığının bilincinde olarak ana muhalefet lideri ile görüşmeyi düşündü. Gerçi daha önce yapılan açıklamalarda şu an için anayasa değişikliği düşünmediklerini açıklamışlardı ama yine de muhalefet ile temas kurmak, eleştirileri ortadan kaldırma noktasında işe yarayabilirdi. Bu gibi mülahazalarla Başbakan gayet nazik ve diplomatik bir mektup ile durumu tekrar Baykal’a iletti ve randevu talep etti.
Mektuplu randevu talebine kameralı cevap geldi! Baykal mektuplu talep nedeniyle Başbakan’a “Teknolojinin ne kadar gerisindesin” mesajı vermeye mi çalışıyor acaba?
O senin espri yeteneğinin bir ürünü. Baykal bu cevabı ile bir taşla birkaç kuş birden vurmaya çalışıyor. Öncelikle gelen randevu talebini reddetmemiş oluyor. Ama hemen arkasından görüşme sırasında kameralı kayıt yapılmasını, Başbakan’ın kendisine ne söylediğini tüm halkın duyması gerektiğini dile getiriyor ve Erdoğan ile Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt arasında Dolmabahçe’de yapılan görüşmeye atıfta bulunarak karanlık bir şeyin kalmaması gerektiğini vurguluyor. Ayrıca bu kamera ısrarı ile Başbakan’a güvenmediğini oldukça açık bir biçimde ortaya koyuyor. Başbakan’ın böylesi bir talebi kabul etmeyeceğini öngörerek bu teklifi getiren Baykal, kabul edilmesi durumunda istiskal olarak nitelendirilebilecek bir karşı teklif sayesinde topu karşı tarafın sahasına atmış oluyor.
Zaten Başbakan da bu teklifi kabul etmeyerek Baykal’ın hesabını boşa çıkardı. Kendisinin yazdığı mektuptaki nazik üsluba verilen cevaba oldukça kızgın olduğu yaptığı açıklamalardan anlaşılıyordu. Her iki taraf da “günah benden gitti” havasındaydı. Demokratik Açılım ile ilgili diğer bir önemli gelişmeyi de atlamayalım bence. Kandil Dağı’ndan ve Mahmur Kampı’ndan gelenleri kastediyorum. Öcalan’ın isteğiyle gerçekleştiği açıklanan bu geri dönüşlerle bir yandan hükümetin açılım politikasına destek veriliyor ama aynı zamanda gelenlerin ve onları karşılayanların tavırlarından bir test yapıldığı izlenimi ediniliyor.
Kuzey Irak’tan gelenlerin karşılanması sırasında yaşanan gösteriler, organize edilen büyük mitingler kamuoyunda ciddi tepki uyandırdı. Şehit aileleri Başbakan’a “Şehitlik madalyalarını gönderelim, bu madalyaları dağdan gelenlere tak” dediler. Bu eleştirileri görmezden gelmemek gerekir ve bu türden gelişmeler hükümeti oldukça zor durumda bırakabilir.
Bence bu dönüşler daha işin başlangıcı. Bu kafile içerisinde terör eylemlerine katılmış kişi olmadığından bunlar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Ama bundan sonra gelecek insanlar arasında terör eylemlerine katılmış insanlar da olacak. Esas tartışma bu insanların gelmeleri ile ortaya çıkacak. Mevcut tepkilerden daha fazlasını o zaman görmemiz muhtemel.
Bu oldukça hassas bir konu. Bir tarafta dağdan inişi cesaretlendirecek adımlar atılırken, diğer tarafta terörle mücadelede hayatını kaybetmiş kişilerin yakınlarının ve gazilerin hassasiyetlerini de dikkate almak gerekiyor. Bu noktada eğer DTP gerçekten sorunun çözümüne katkıda bulunmak istiyorsa kamuoyunu provoke edecek tutumlardan kaçınmalı. Dağdan inenleri kahraman gibi karşılamak belki onların ve Kürtlerin gururunu okşayacaktır; ama bunun kamuoyunda ciddi tepkiye neden olacağını ve hükümetin bundan sonra atacağı adımları zorlaştıracağını unutmamaları gerekir. Ben çoğu zaman Kürt siyasi hareketinin önde gelen isimlerinin, taleplerinin ölçüsü konusunda yeterince dikkatli davranmadıklarını düşünüyorum. Yıllardır süren bir mağduriyet sonrasında bazı noktalarda Kürtlerin tepkilerine ve taleplerine anlayışlı davranmak gerekir; ama herkes bunun karşı tarafı yabanlaştırmayacak ölçüde olması gerektiğinin bilincinde olmalı. Türk milliyetçiliğini eleştirenlerin uzlaşmaz bir Kürt milliyetçisi durumuna düşmemeleri gerekir.
Gelenleri karşılamak için yapılan havai fişekli gösteriler ve kutlamalar, Kürt hareketine yön verenlerin çok da bilinçli hareket ettikleri izlenimini edinmemize imkan vermiyor. Sanki kalabalığın önünde sürükleniyorlar gibi. Bu tutum hem sürece hem de onlara zarar verebilir. DTP ile ilgili kapatma davası henüz Anayasa Mahkemesi’nin önündeyken bir de Yargıtay Başsavcısı bu yaşananlar nedeniyle inceleme başlattı. O nedenle yakın zaman içerisinde yeni sorunlar ile karşı karşıya kalabiliriz.
Kürt sorunu söz konusu olduğunda ordunun tutumu dikkate alınması gereken önemli parametrelerden biri. Bu konuda ordunun son dönemlerdeki yaklaşımına değinmek gerekmez mi?
Haklısın. Geçtiğimiz ay içerisinde Meclis’te kabul edilen tezkere ile bir yıl boyunca sınır ötesi operasyon yapılması konusunda hükümete yetki verildiğini unutmamak gerekir. Aynı zamanda geçen ay yapılan MGK toplantısı sonrasındaki açıklamada bu tezkereye atıfta da bulunuldu. Yani benim anladığım, devlet açılım siyaseti çerçevesinde dağdan inişleri destekliyor, askerin bu konuda pek itirazı yok. Ama aynı zamanda gerekirse kullanmak üzere müdahale kartı elde tutuluyor. Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise Kuzey Irak’tan gelen insanların karşılanması sırasında alınan güvenlik önlemlerinde polislerin kullanılması, jandarma ve diğer askerî birliklerin hiç ortada gözükmemesi. Anladığım kadarıyla taraflar arasında meydana gelmesi muhtemel psikolojik gerginliğin önüne geçmek üzere devlet böylesi bir adım attı.
Arkadaşlar, ekonomik konular hep arka planda kalıyor. Geçtiğimiz ay Türkiye önemli toplantılara ev sahipliği yaptı. IMF toplantıları nedeniyle hem devlet adamları hem akademisyenler hem de küreselleşme karşıtları İstanbul’daydı. Her zamanki G-20 toplantıları kadar olmasa da İstanbul’da da ciddi protestolar yaşandı. Aslında IMF’nin bu toplantıları, pek çok kişi tarafından önemli kararların alınacağı bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyordu. İstanbul toplantıları sonrasında G-20’nin yeniden şekillendirilmesi, yükselen ekonomilere daha fazla söz hakkı verilmesi kararlaştırıldı. Özellikle son küresel kriz ile dünyanın ekonomik ağırlığının Asya’ya doğru kaydığı, bu gelişmenin gelecekte de devam edeceği herkes tarafından kabul ediliyor. Türkiye de kendi ekonomik ve stratejik değeri çerçevesinde yeni yapıda daha fazla söz sahibi olacak.
Madem ekonomiye geçtik, dış politikadan devam edelim bence. Ermenistan ile imzalanan protokoller, Suriye ve Irak ile gerçekleştirilen yüksek düzeyli stratejik işbirliği toplantıları, Başbakan’ın Irak ziyareti, İsrail ile yaşanan krizler ve Balkanlar’da özellikle Bosna’nın geleceği ile ilgili tartışmalar dış politika gündemimizi ve dolayısıyla ülke gündemini ciddi şekilde meşgul etti. Dış politikadaki bu gelişmeler, iç politikada da yansımalarını buldu. Özellikle Ermenistan ile imzalanan protokoller ve Azerbaycan ile ilişkilerde yaşanan dalgalanma, muhalefet partileri tarafından gündeme getirildi. Hatta Azerbaycan ile ülkedeki Türk Şehitliği’ndeki Türk bayraklarının indirilmesiyle yaşanan gerilim sonrasında MHP lideri Devlet Bahçeli, protokollerin ilk somut sonucunun dost ve kardeş Azerbaycan halkının küstürülmesi olduğunu söyledi.
Ben Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Irak ve Suriye ile imzalanan anlaşmalar ve Suriye ile vizenin karşılıklı olarak kaldırılması Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bakanlığa gelirken yaptığı açıklamanın sıradan bir açıklama olmadığını bir kez daha gösterdi. Hatırlarsanız, Davutoğlu o açıklamasında, bundan sonra komşular ile maksimum işbirliği siyaseti izleyeceğimizi söylemişti. Son dönemde Suriye ile vizenin kaldırılması ve Başbakan’ın Irak ziyareti sırasında imzalanan 48 anlaşma, bölgesel entegrasyona doğru yol aldığımızı gösteriyor.
Biliyorsunuz, Başbakan’ın ziyareti öncesinde Eylül ayında Irak’tan bakanlar İstanbul’a gelmişler ve yüksek düzeyli stratejik işbirliği toplantıları yapmışlardı. O bakımdan süreç yeni başlamıyor. Başbakan’ın ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ile ticaret, enerji, ulaşım ve sağlık gibi alanlarda işbirliği yapılması kararlaştırıldı. Bunun yanında Türkiye için çok önemli olan güvenlik konusunda da ilişkiler olumlu seyrediyor. Ama benim dikkatimi çeken konu, önceden Irak ile ilişkilerde birinci önceliğimiz güvenlik olurken, artık diğer konuların da oldukça önemli hale gelmesi. Bu bakımdan ilişkinin niteliğinde ciddi bir değişim söz konusu.
Bence özellikle Suriye ile ilişkilerimizde ortaya çıkan değişim inanılması oldukça güç bir resim çiziyor. On bir yıl önce askerî operasyonla tehdit ettiğimiz bir ülke ile bugün vizeyi kaldırıyoruz, ortak bakanlar kurulu toplantısı ve hatta ortak askerî tatbikatlar yapıyoruz. Bu, dışarıdan bakan gözlemcilerin anlamakta oldukça zorlandıkları bir değişim. Diğer bir değişim ise Suriye ile ilişkilerimizde yaşanan iyileşmenin aksine İsrail ile ilişkilerimizin gitgide kötüleşmesi.
Suriye ile ilişkilerimiz aslında sınır komşusu iki ülke arasında olması gereken şekle doğru evriliyor. Şunu unutmamak lazım ki, Türkiye’nin en uzun kara sınırı Suriye ile olan sınırdır ve ne yazık ki yakın zamana kadar bu sınır mayınlarla kaplıydı. Bu mayınlar konusunda geçtiğimiz aylarda yaptığımız tartışmaları hatırlatmama gerek yok sanırım. Bu sınırda yaşanan absürt olaylar, Sinan Çetin’in Propaganda filmine de konu olmuştu. Bugün yaşananlar ise her iki ülkenin de çıkarına olacak şekilde ekonomik etkileşimi artıracak bir düzlemde gelişiyor. On bir yıl öncesindeki ortamın yeniden yaşanmamasını ve bu konuda kalıcı adımlar atılmasını istiyorsak, bugün izlediğimiz politika gayet doğrudur. Karşılıklı güven inşa edilmesi için iki ülkenin ilişkisi pek çok testten geçti son yıllarda. Ben son birkaç yıl içerisinde yaşanan gelişmelerin, iki ülke arasında karşılıklı güvenin zeminini oluşturduğunu düşünüyorum. Zaten Dışişleri Bakanımız da Suriye ile vize anlaşmasını imzalarken tarihimiz, geleceğimiz ve kaderimizin ortak olduğunu vurguladı.
Karşılıklı güvenden bahsediyorsun ama ben hâlâ bazı sorunların olduğunu düşünüyorum. Hatay konusunda şu an için sorun yokmuş gibi görünüyor ama Suriye bu konuda kendini bağlayıcı bir adım atmaktan da kaçınıyor.
Bu türden hassas konuların kısa süre içerisinde tam anlamıyla çözülmesini beklemek yanlış olur. Hatırlarsanız 2004’te önce Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Türkiye’ye geldiğinde imzalanan bazı anlaşmalar ile bu konu büyük ölçüde çözüme kavuştu. Şunu da unutmamak lazım ki, toplumsal hafızada yer etmiş sorunların çözümünde psikolojik faktörler ve zaman faktörü de oldukça önemlidir. Ermenistan konusunda yaşananlar aslında bu konuda oldukça öğretici. Ben bu şekilde geçmişte kalmış bazı sorunların sürekli olarak gündeme getirilmeye çalışılmasını, aslında yaşanan gelişmelerden duyulan rahatsızlık ile suyu bulandırma çabası olarak değerlendiriyorum.
Ben de atılan bu adımların ve ticari ilişkilerdeki gelişmenin uzun vadede daha kalıcı sonuçlara zemin hazırlayacağını düşünüyorum. Hatırlarsanız 2004 yılında Suriye ile serbest ticaret anlaşması imzalanmış, 2007’de de yürürlüğe girmişti. Bu anlaşmanın yanında, vizenin de kaldırılması sonrasında ekonomik ilişkiler iyice artacak. Son yayınlanan rakamlara göre, ekonomik kriz nedeniyle toplam ihracatımız düşerken sadece Suriye’ye olan ihracat artmış. Aslında son dönemde atılan adımlar krizde alternatif pazarlar bulma arayışlarıyla doğrudan ilişkili olarak da değerlendirilebilir. Güneydoğu bölgemizde yer alan Gaziantep, Kilis ve Hatay gibi yörelerimizde ciddi bir ticari canlanma görüldüğü belirtiliyor. Benzer şekilde insani hareketliliğin artması da toplumlar arasında daha olumlu bir algının oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Tüm bunlar iyi de İsrail ile karşılıklı algılar gitgide kötüleşiyor. Bunu da değerlendirelim. Önce Anadolu Kartalı tatbikatı, ardından da TRT’de yayınlanan Ayrılık dizisi ile ilgili tartışmalar ilişkilerin iyice gerilmesine neden oldu. 2001 yılından beri yapılan Anadolu Kartalı tatbikatına çeşitli defalar İsrail uçakları da katılmış. Bu sene de İsrail’in katılımı planlanmış ama Türkiye, Gazze’de yaşananlar nedeniyle bu sene İsrail’in katılmasını istememiş. İsrail’in katılmaması nedeniyle ABD ve İtalya gibi diğer ülkeler de tatbikata katılmaktan vazgeçmiş.
Sadece Gazze’de yaşananlar dolayısıyla değil. Son dönemde Mescid-i Aksa’da yaşanan provokatif olayları ve ayrıca, İsrailli pilotların Filistin’de gerçekleştirdikleri saldırılara Türkiye’de aldıkları eğitimin katkısının sürekli gündeme gelmesini de unutmayalım. Bunun yanında Gazze saldırıları sonrasında bölgenin yeniden inşası için gerekli malzemelerin girişine izin vermiyor İsrail. Gazze’de yaşananların anlatıldığı TV dizisinin yayınlanması da bu tatbikat krizinin üzerine gelince işler iyice karıştı. Dizinin TRT’de yayınlanıyor olması da ayrıca bir eleştiri konusu oldu. MOR Bir anlamda devletin böylesi bir tutumu desteklediği düşüncesi dile getirildi.
Bu tatbikat ve dizi konularında Türkiye’ye sert eleştiriler geldi İsrail tarafından. Türkiye’nin artık güvenilir bir arabulucu olmadığını dile getirdi İsrail Başbakanı. Hatta Türkiye’yi şer eksenine kaymakla suçlayan yorumlar yer aldı İsrail basınında.
 
Bu şer ekseni söylemi çok anlamlı değil. Hatırlarsanız bu kavram Bush yönetimi tarafından dillendiriliyordu. Yeni ABD yönetiminin böylesi bir söylemi söz konusu değil. Zaten Bush yönetimi dahi giderken Suriye ile yakınlaşmaya başlamıştı. Şu anda İsrail oldukça zor durumda. Netanyahu hükümetinin uzlaşmaz tavrı tüm dünyada tepki çekiyor. İsrail’in Gazze saldırıları, BM’de kabul edilen Goldstone Raporu ile “insanlığa karşı suç” olarak nitelendirildi. İlginç olan nokta, bu raporu hazırlayan komisyonun başındaki Güney Afrikalı yargıç Richard Goldstone’un da bir Yahudi olması. İsrail için işleri zorlaştıran şey, mevcut ABD yönetiminin onlara eskisi gibi açık çek vermiyor olması. Zaten bazı İsrailli yorumcular mevcut durumlarının sebebini Obama yönetimi ile açıklıyorlar.
Netanyahu’nun Türkiye’yi artık güvenilir bir arabulucu olarak kabul etmeyeceklerini açıklaması pek anlamlı gözükmüyor bana. Netanyahu’nun barış yapmaya niyeti yok ki. Gerek Filistin gerekse Suriye ile barış yapma niyeti olsa, Türkiye’ye karşı böylesi açıklama yapmasının bir anlamı olabilirdi. Ayrıca Suriye tarafı da yaptığı açıklamalarda sadece Türkiye’yi arabulucu olarak kabul edeceğini açıklıyor. O bakımdan ben bu blöfün çok işe yarayacağını zannetmiyorum. Zaten hatırlarsanız dizinin yeni sezonunun ikinci bölümündeki bazı sahnelerin TRT tarafından makaslanmasının ardından İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün yaptığı açıklamada, iki ülke arasındaki ilişkilerin kriz durumunda olmadığı belirtildi.
Hem dış ve hem de iç politikada en hararetli tartışmalara neden olan, Ermenistan’la imzalanan protokollere değinmeyi de unutmayalım. 10 Ekim’de İsviçre’nin Zürih kentinde atılan imzalar, yeni bir dönemin başlangıcı gibi. Öte yandan protokoller imzalanırken yaşanan gecikme, protokollerin uygulanması sırasında yaşanabilecek zorlukların habercisi olarak değerlendirilebilir.
Evet. Türkiye’nin elini zorlaştıran nokta Azerbaycan’ın tutumu olacak, Ermenistan’ın elini zorlaştıran nokta ise diasporanın tutumu. Protokollerin imzalanmasının hemen ardından Azerbaycan’dan gelen tepkiler çok üst düzeyde değilken, Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan maçında yaşanan bayrak krizi, iki ülkenin ilişkilerinde ciddi gerginliğe neden oldu. Bu noktada Azerbaycan doğalgaz ve petrol kartını kullanacağının işaretlerini verdi. Ceyhan’a gönderdiği petrolü kısmak, Türkiye’ye verdiği gazın fiyatını yükseltmek ve gazı Rusya üzerinden Avrupa’ya göndermekten bahsetti. Bu noktada enerji bakanlıkları arasında yapılan görüşmelerde sıkıntılar olduğu açıklandı.
Tüm bu yaşananlardan sonra nerede kaldı “iki devlet-tek millet” söylemi. Ermenilerle aramızı düzeltelim derken, Azeri kardeşlerle mi bozulduk?
Tamamen öyle düşünmek yanlış olur. 1993’te alınan bir kararla sınırların kapatılması Türkiye’nin Kafkaslardaki hareket alanını daraltan bir hamleye dönüştü. O dönemde bir koz olarak kullanılan bu karar, Ermenistan’ı Rusya’ya daha fazla bağımlı hale getirdi. Sorunun çözümü konusunda görevli olan Minsk Grubu yıllar içerisinde çok fazla ilerleme sağlayamadı. Halihazırda Azerbaycan’ın politikası, kendisi petrol ve doğalgaz geliri ile gitgide zenginleşirken, sınırların kapalı olması nedeniyle Ermenistan’ın iyice zayıflaması ve güç dengesinin kendinden yana dönmesi beklentisine dayanıyor. Azerilerin Türkiye’ye bu kadar tepki göstermelerinin nedeni bu beklentilerinin boşa çıkacağını düşünmeleri. Bu sorun ile ilgili olarak Rusya’nın takınacağı tavır ciddi anlamda belirleyici olacaktır. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, Ermenistan’daki Rus askerî üslerinin varlığı bu ülkeye bir askerî harekâtı engelleyecektir.
Türkiye zaten protokolde doğrudan atıf yapılmasa da sürecin eş zamanlı işleyeceğini, işgal edilen topraklardan Ermeniler çekilmeden protokollerin Meclis’te onaylanmayacağını ve sınırların açılmayacağını söylemiyor mu? Duyduğumuz kadarıyla Ermenistan ile Azerbaycan arasında Minsk Grubu çerçevesinde yapılan görüşmeler o kadar da kötü gitmemiş, ama Azeriler dışarı farklı yansıtıyorlar.
Azerbaycan’a gittiğinizde Ermenilere karşı çok ciddi bir tepki var olduğunu görüyorsunuz. Kamuoyu Ermeniler konusunda koşullanmış. Hrant Dink’in cenazesine bu kadar büyük katılım olmasına bir anlam veremediklerini söylüyordu insanlar. O nedenle Ermenistan konusundaki gelişmelere duygusal tepkiler verebiliyorlar. Ama şunu da unutmamak lazım ki, Azeri kamuoyunu devlet yönlendiriyor büyük ölçüde. Azeri yönetiminin izin vermediği bir toplumsal hareketin o ülkedeki mevcut siyasi gerçeklikler düşünüldüğünde gerçekleşmesi pek mümkün gözükmüyor bana.
“İki devlet-tek millet” söylemini ne kadar dile getirirsek getirelim, görüyoruz ki ulus-devletler dış politikalarını kendi çıkarlarını hesaplayarak belirliyorlar. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinde karşı karşıya kaldığı sorunları çözmek ve böylelikle dış politikası üzerindeki Demokles’in kılıçlarından birinden daha kurtulmak için bir girişim başlattı. Statükoyu değiştirmek için adım attığınızda bundan rahatsız olacak kişi ve ülkelerin olması doğal. Zaten bunun bilincinde olarak bu sürecin başlatıldığını düşünüyorum. Türkiye yakın çevresinde donmuş sorunlar varken güvenli bir ülke olamaz. Bu nedenle mümkün olduğu ölçüde eş zamanlı olarak Kafkaslardaki statükoyu ileriye götürecek bu türden adımları sürdürmesi gerekiyor. Eleştirilerin olması gayet doğal, bunları da dikkate alarak adımlar atılmaya devam edilmeli.
Evet arkadaşlar. Yine yoğun bir gündemi katkılarınızla tartıştık. Görüyorum ki genel kanaat dış politikada atılan adımların Türkiye’nin önünü açtığı ve bölgesinde önemli bir aktör haline gelmesine katkıda bulunduğu yönünde. Ülke içinde Demokratik Açılım çerçevesinde atılan adımlar da barış ve huzur ortamının tesisi ve kalıcı hale gelmesine katkıda bulunacak yönde. O zaman TopluYORUM’u “Yurtta barış, bölgede barış” diyerek bitirelim.

Paylaş Tavsiye Et