Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Erdoğan ile Obama’nın “model ortaklık” zirvesi
Nuh Yılmaz
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, 7 Aralık 2009’da ABD Başkanı Barack Obama ile Beyaz Saray’da bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin en önemli özelliği, gündeme gelen konuların ekseriyetinin ulusal değil, bölgesel ve küresel nitelik taşımasıydı. Görüşme, Obama yönetimiyle gündeme gelen “model ortaklık” nosyonunun ilk defa ete kemiğe büründüğü bir çerçeveyi oluşturarak ekonomik işbirliğinin kurulması kararı ile sonuçlandı. Model ortaklığın içinin doldurulmasıyla karakteri değişen ilişkileri hâlâ eski çerçevede değerlendiren siyasi gözlemcilerin kriz beklentisi doğru çıkmadı.
 
Küresel Konular
Erdoğan-Obama görüşmesi, 5 Kasım 2007’deki Erdoğan-Bush görüşmesiyle kıyaslandığında, görünürde net bir devasa siyasi sonucu olmasa da, Türkiye-ABD ilişkilerinin bundan sonraki seyrini tayin açısından önemli. Görüşmede küresel ısınmadan mali krize, Ortadoğu barış sürecinden İran’ın uranyum zenginleştirmesine dönük kısıtlamalara kadar küresel ve bölgesel birçok konu ele alındı. Burada öne çıkan nokta, Türkiye’nin son yıllarda ekonomi, siyasi istikrar, dış politika ve askerî alanda kazandığı gücün, Türkiye’nin taraf olduğu sorunların neredeyse tamamını küresel hale getirmesidir. Zira Washington’da bu sefer, mali krizden en az etkilenen ülkeler arasında bulunan, BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi, dünyanın kaderini tayin etmesi beklenen G-20’nin üyesi, İran’ın uranyum zenginleştirmesi meselesinde ana rolü oynayan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yönetim kurulu üyesi bir Türkiye vardı.
Bu profili ile bir yandan küresel konulara muhatap olan Türkiye sıklet değiştirirken, öte yandan bölgesel aktör olmanın maliyeti ile de karşılaşıyordu: Önceleri sadece görüşlerden bir tanesini temsil eden Türkiye’nin, İran’ın nükleer programı konusunda UAEK’da 27 Kasım’da yapılan oylamada blok oy kullanan Batı ülkelerine rağmen (ki bu bloğa Çin ve Rusya’yı da katmak gerekir) çekimser oy kullanması ve BM Güvenlik Konseyi’nde de yaptırımlara karşı oy kullanabilme potansiyeli, Washington’da kaşları kaldıran bir davranış olarak kaydedildi. Ayrıca Erdoğan-Obama görüşmesinden önce ve sonra gerek Amerikalı üst düzey diplomatlar gerekse yönetimden önemli isimler, Türkiye’nin UAEK’daki oyunun renginden dolayı hayal kırıklığına uğradıklarını açıklama ihtiyacı hissettiler.
 
Model Ortaklık
Zirvenin bir diğer önemli boyutu ise Obama’nın Nisan 2009’daki Türkiye ziyaretinde dile getirilen ancak hâlâ kavramsallaştırılmayan “model ortaklık” ifadesinin içinin doldurulması için atılan adımdı. Türkiye-ABD ilişkileri uzun bir süredir “stratejik ortaklık” olarak tanımlanıyor, ancak bunun somut karşılığı Bush döneminde bir türlü alınamıyordu. Obama, Türkiye ziyareti sırasında Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile gerçekleştirdiği basın toplantısında “model ortaklık” ifadesini kullanmıştı. Her ne kadar Türkiye’deki strateji uzmanları ve diplomatlar sanki daha önce model ortaklık diye bir şey varmış ve biliniyormuş da şimdi Türkiye-ABD ilişkilerine uygulanma vakti gelmiş gibi davransalar da, Obama’nın asıl konuşmalarında böyle bir çerçevenin olmaması, konunun sadece dil sürçmesinden kaynaklanma ihtimalini akla getiriyordu. Gerçekte ise Türkiye’nin ABD tarafından ihmal edildiğini düşünen yeni yönetim, Bush’un hatasını tekrarlayarak Türkiye’yi örnek ülke olarak tanımlamak yerine hem ilişkilerin devamını sağlayacak hem Türkiye’nin kültürüne, dinine, siyasi yapısına saygı duyacak hem de yanlış anlaşılmayacak bir ifade peşindeydi. Model ortaklık biraz da bu ihtiyacın dayatmasıyla sıradan bir kavram olarak ortaya çıkmasına rağmen, tarafların üzerine atladıkları stratejik bir kavrama dönüştü.
ABD Kongresi’nde Mayıs 2009’da model ortaklık adı altında bir oturum bile düzenlendi. Şimdi ise sıra bu kavramın hakkını vermeye gelmişti. Model ortaklık üzerine yeterince kavramsal çaba harcandığı söylenemez; ancak zirveden çıkan ortak ekonomik işbirliği mekanizması, model ortaklığın tebeddün edebileceği bir çerçeveyi mümkün kılabilir. Bu bağlamda Türkiye’den Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, ABD’den ise Ticaret Temsilcisi Ron Kirk ile Ticaret Bakanı Gary Locke’un yöneteceği mekanizma çerçevesinde İkili Ticaret ve Yatırım Çerçeve Anlaşması, Ekonomik Ortaklık Konseyi ve Enerji Çalışma Grubu başlıkları altında düzenli koordinasyon toplantıları yapılması kararlaştırıldı. Bu toplantılarda özel sektörün devletlerarası müzakerelerde etkin rol alması, ikili ticari bağların güçlendirilmesi, karşılıklı iş ortamlarının iyileştirilmesi gibi konuların ele alınması öngörülüyor.
 
Model Ortaklığın Maddi Temeli
İlk bakışta teknik gibi görünen ekonomik mekanizma, aslında model ortaklığın nasıl kurulacağı konusunda ipucu veriyor. Türkiye-ABD ilişkilerinin askerî, stratejik temelli olması, bu alanların da etkin büyük sermayenin kontrolünde bulunması aslında sorunun başlıca kaynağını teşkil ediyor. Bu mekanizma ile birlikte karşılıklı ekonomik aktörlerin çeşitlendirilmesi ve sürece dâhil edilmesi öngörülüyor. Eğer bu mekanizma tutarsa, model ortaklığın önümüzdeki yıllarda çeşitlenen aktörler arasında oynanan çok daha karmaşık bir oyun olduğu görülecektir. Devasa ekonomik, askerî ya da siyasi aktörlerle yetinmeyen, birbirlerinin kamuoyunu etkilemeye yönelik diplomatik ataklar yapan iki ülkenin, küçük aktörlere alan açmaya hazır olduğunu ve bunun sadece iyi niyet ifadesi değil, tam tersine son derece somut bir talep olduğunu gösteren bir işaret bu başlangıç.
Bu noktada kısmi bir başarı, benzeri atakların önümüzdeki yıllarda akademi, kültür ve sivil toplum düzeyinde de devamını garanti edecektir. Bu gelişmelerinse uzun vadede iki ülke arasındaki ilişkileri daha açık, yaygın ve rahat bir hale getireceğini söyleyebiliriz. Model ortaklığın temel amaçlarından biri de budur. Buna göre model ortaklık, ülkelerin belli konularda farklı düşünebileceğini hazmetmesini, işbirliği imkanlarının araştırılmasını, siyasi, ekonomik ve kültürel aktörlerin çeşitlendirilmesini, ilişkilerin tabana yayılmasını, sorunların krize dönüşmeden üst düzeyde ve zamanında ele alınarak koordinasyonun sağlanmasını, işbirliği alanlarının vurgulanmasını, ülkelerin birbirlerinin hassasiyetlerini anlama noktasında daha fazla çaba harcaması gerektiğini öngörüyor.
Erdoğan-Obama görüşmesinden kriz beklenmesine rağmen, fikir ayrılıklarına karşın işbirliği mesajının çıkması bu çerçevede görülmeli. Ancak bu noktada taraflar birbirlerinin hassasiyetlerini iyice anlamak zorunda. Nitekim görüşmeler öncesinde Afganistan konusunun kriz alanı olarak öne çıkmasına rağmen, sorunun yumuşak bir şekilde atlatılması bu tür karşılıklı hassasiyetlerin anlaşılması ile mümkün oldu. Yine benzer bir hassasiyet noktası ise İran ve İsrail konusunda ortaya çıktı. Bu meselelerin nasıl çözüleceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak Erdoğan’ın Washington’da verdiği mesajların sertlik tonuna bakıldığında, bu konularda da bir anlaşma zemini oluştuğunu düşünmek gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et