BAŞBAKAN, AKP’nin cumhurbaşkanı adayının herkesi şaşırtacak bir isim olacağını belirtmişti. Millete hizmet için var olduklarını beyan etmesi de kendisinin aday olmayacağı şeklinde yorumlanmış ve kamuoyunu şaşırtacak ismin kim olacağı tartışılmaya başlanmıştı. En şaşırtıcı kararın, bir kadının aday gösterilmesi olacağı düşüncesinden hareketle, tahminler özellikle Nimet Çubukçu ismi üzerinde yoğunlaştı. Böylelikle aylar öncesinden kamuoyuna sunulan Hilmi Özkök, Tayyip Erdoğan ve Vecdi Gönül gibi isimlere son günlerde Nimet Çubukçu ismi de eklenmiş oldu. Fakat her şey, Başbakan Erdoğan’ın 24 Nisan Salı günü partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı açıklamayla belirginleşti: AKP’nin adayı Abdullah Gül’dü. Kamuoyunda oluşturulan beklentinin aksine Başbakan Erdoğan aday olmadı. Yoğun bir alkış tufanı ve tezahüratlar eşliğinde, Gül’ün adaylığını açıklayan Erdoğan’ın tavrı birçok medya organı tarafından “demokrasi ve fazilet göstergesi” olarak değerlendirildi.
AKP’nin ve Erdoğan’ın verdiği karar, birçok açıdan övgü alacak ve karşılaşabileceği pek çok sorunu baştan izale edebilecek nitelikte. Her şeyden önce, adayın uzlaşmacı ve diyaloğa açık kişiliği, kendisine yönelebilecek tepkileri asgari seviyeye indirecektir. Gerek ülke içinden gerekse de Avrupa ve ABD’den gelen tepkiler de genel olarak olumlu görünüyor.
Erdoğan, bu tercihle, cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması ve seçilmesi durumunda gelecek dönemde yaşayabileceği dalgalanmalardan partisini korumuş oldu. Daha da önemlisi, böylelikle, iç ve dış politik gündemlerde kendisi ve partisi arasında doğabilecek bir ayrışmadan ve buna bağlı sıkıntılardan da uzak durulmuş olacak. Başbakan Erdoğan-Cumhurbaşkanı Gül formülasyonu; hem Başbakan’ı ülkede takip edilecek iç ve dış siyasal, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında ve sürdürülmesinde belirleyici kılacak, hem de AKP’ye bugüne kadar icraatları önünde ciddi bir engel olarak gördüğü bir kurumla birlikte çalışabilme, en azından diyalog kurabilme imkanı sağlayacaktır.
Aday tercihi ve bu tercihin sunuluş biçiminin Erdoğan’a seçmen gözünde kazandırdığı sempati ve karizma ise aşikâr. Başbakan’ın gönlünden son ana kadar cumhurbaşkanı olma isteği geçmiş olabilir. Fakat gerek kendisinin ve gerekse de partisinin yaşayacağı sıkıntıların -muhalefet tarafından ‘korkaklık’ gerekçesi olarak sunulan hususların- farkına varabilmesi ve bu gerçekliği kişisel hırslarının önüne geçirebilmesi başlı başına takdire şayan bir husustur. Devamının gelmesi koşuluyla, Erdoğan’ın aldığı bu kararın, onun liderliğini pekiştirici bir etki yapacağı muhakkak. Bu açıdan AKP’nin cumhurbaşkanlığı için aday belirlemesini genel seçim kampanyasının başlangıcına başarıyla dönüştürmüş olduğu görülüyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın, ince bir düşüncenin ürünü olarak verilen bu karar, partinin gerek liderini gerekse de kendisini gelecekte yaşama potansiyeli görülen pek çok sıkıntıdan kurtardı. Meselenin özellikle bu yönü, cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler ve de memleketin diğer sorunları konusunda en hazırlıklı çevrenin AKP olduğunu gösteriyor. Bu, AKP’nin attığı her adımın, aldığı her kararın, uyguladığı her politikanın doğru olduğu anlamına gelmez elbette. Ancak -hiç göstermiyor gibi olsa da- AKP’nin uzun vadeli düşünen bir hareket olduğunun işareti.
Muhalefetin “Küstüm Show”u
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin hiçbir noktasında, muhalefetin başarılı bir siyaset geliştiremediği, bu sütunlarda ve farklı yerlerde defalarca ortaya kondu. Muhalefet partileri aday çıkaramadıkları gibi, işlerin sağlıklı yürümesinin de önündeki en büyük engeli oluşturuyorlar. Ne söyledikleri belli, ne de istedikleri. Muhalefet liderleri ve temsilcileri siyaset arenasını “Küstüm Show”a çevirmekten öteye gidemiyorlar. Yetersizliklerini Anayasa maddelerini zorlamak suretiyle kapatmak uğraşındalar. Acziyetlerini, asker ve sivil bürokratik kurumların desteğini sağlamakla gidermeye çalışıyorlar. Her fırsatta yerli yersiz kullanmaktan hiç çekinmedikleri “özgürlük ortamı”, “siyasal temsil”, “demokratik teamüller”, “uzlaşma kültürü” gibi iddialarını temelden yaralayıcı tüm girişimlerini demokrasinin bir gereği olarak gösterme yüzsüzlüğünden de hiç sakınmıyorlar. Marjinaldiler, gittikçe daha da marjinalleşiyorlar. Bu, Türkiyemiz açısından son derece önemli -ve aslında tehlikeli de olan- bir gerçeğe işaret ediyor: Şu an için Türkiye bir hükümet problemi değil, bir muhalefet problemi yaşıyor.
Muhalefet, bütün hesaplarını Başbakan’ın adaylığını koymasına endekslemişti. Böyle bir seçenek, muhalefet -özellikle de sağ kanat- partilerine hem genel seçimlere doğru daha geniş bir hareket alanı sağlayacak, hem de Erdoğan’ın merkeze alındığı bir yıpratma kampanyasını sürdürme imkanı verecekti. AKP’nin kararı, muhalefetin elinden bu yöndeki bütün kozlarını almış gözüküyor şimdilik. Ellerinde kala kala bir tek Erdoğan’ı ‘korkaklık’ ile suçlamak kaldı. Ancak halkın/seçmenin gözünde fazilet olarak değerlendirilen bir kararı ‘korkaklık’ olarak nitelemenin ve tüm muhalefet söylemini bu husus üzerine inşa etmenin, genel seçimlerde muhalefet partilerine kazanç değil kayıp olarak döneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
CHP: AKP İçin İyi ki Varsın!
CHP, tutarsız ve ilkesiz politikalarını devam ettirdiğini ve ülkenin hemen hiçbir meselesinde söyleyeceği tek bir şeyi kalmadığını bu vesileyle bir kez daha ispatladı. CHP’liler Erdoğan ve AKP’nin kararını ‘korkaklık’ olarak niteleyerek sözüm ona cumhurbaşkanlığı konusundaki görüşlerini dile getiriyorlar. Anlaşılan liderlerinin söylemleri, ufuksuzluğu ve politikasızlığıyla AKP’nin ve Erdoğan’ın en büyük şansı olmayı sürdürmeye kararlılar.
ANAP ve DYP: “Gör Beni, Göreyim Seni”
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi sonrasında gündeme 367 sayısı damgasını vurmaya başladı. İlk turda, oturumu açış için Meclis’te 367 sayısına ulaşılamaması durumunda CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını ilan etti. CHP’nin oylamalara katılmayacağını açıklaması, dikkatleri ANAP, DYP, GP, HYP, SHP ve bağımsız milletvekillerine yöneltti. Şu an için mesele bir matematik problemine dönüşmüş durumda. CHP dışındaki muhalefet partilerine mensup yahut bağımsız milletvekillerinden en az 14 tanesinin Abdullah Gül’e ‘evet’ oyu vermeseler bile oturumlara katılmaları, daha baştan 367 etrafında koparılan fırtınaları geçersizleştirecek. Bu rakamlar tutturulduğunda, en kötü ihtimalle 3. turda Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi kesin gözüküyor. Fakat bu aritmetik tablo, ANAP ve DYP’yi kilit partiler haline getirdi. Onlar da, bu ortamdan mümkün olan kazancı elde etmeyi istiyorlar. Görüşmelerin görünür yüzünde demokratik açılım paketi talepleri var; fakat kapalı kapılar ardında neler görüşüldüğünü ve görünürde ifade ettikleri konularda ne kadar samimi olduklarını bilmemize -en azından şimdilik- imkan yok. Erkan Mumcu’nun dokunulmazlıkların sınırlandırılmasını ve YÖK’ün düzenlenmesini de içeren demokratik paket önerisine Cemil Çiçek’in -AKP ve hükümet adına- olumlu cevap vermesi karşısında, ANAP seçime başta olumlu yaklaşsa da, sonrasında beraber hareket ettiği DYP ile birlikte aldığı ortak karar neticesinde oylama sırasında Meclis kuruluna katılmadı. CHP ise ilk oturum sonrasında seçimin durdurulması ve iptali isteğiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Organize hareket edildiği her halinden belli olan bu “oturuma katılmama” ve “siyaseti yargıya götürme” girişimleri sonrasında ortaya çıkan kargaşa ortamında meydana gelebilecek her türlü demokrasi-dışı müdahalenin sorumluları muhalefet partileri olarak kabul edilecektir. Bu bağlamda Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar’ı, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’in akıbetlerinin beklediğini söylemek kehanet olmaz.
Cevabı Aranması Gereken, “Nasıl Bir Türkiye” Sorusu Olmalı!
Türkiye’de ilk kez cumhurbaşkanı seçilmiyor. Bu, on birincisi. Fakat bu seçim dolayısıyla daha önceki seçimlerde görülmedik tavır ve söylemlere tanık olduk. Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve elit yapısı nedeniyle hiç de şaşırmadığımız bir durum bu. Demirel ya da Sezer için gündeme gelmeyen pek çok konu Abdullah Gül’ün adaylığı ile ilgili olarak gündeme geldi, seçilirse de bu sürecin devam edeceği muhtemel. Meclis’teki sandalye dağılımı bugünkünün tam tersi olsaydı, bugün yaşanan tartışmaların hiçbirisinin yaşanmayacağını bilmek de bir kehanet değil. Herkesin malumu tepkilerin, ihmal edilmemesi ve dikkate alınması gerekli olmakla birlikte, marjinal çevreler tarafından pek çok kurumu ve değeri zorlayarak geliştirildiği ve bu söylemlerini devam ettirdikleri sürece daha da marjinalleşmekten asla kurtulamayacakları aşikâr. Bu çevrelerin çifte standart ve yüzsüzlüklerinin, önemsediklerini ilan ettikleri değerleri ve kurumları zedeledikleri açık bir gerçek.
Bu gerçekler, önümüzdeki dönemin AKP ve Abdullah Gül için yeni ve önemli bir imtihan dönemi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu dönem, Türkiye için de yeni imkanlar içeriyor. AKP’lilerin söz konusu çevrelerin tepkilerini, çaplarını ve söylemlerini merkeze alarak bu imtihanı yeni imkanlara dönüştürebilmeleri mümkün değil. Böylesi bir tutum, ancak, muhalefetin çapsızlığına teslim olmak sonucunu doğurur. Gelecekte nasıl bir Türkiye’nin hedeflendiği sorusunun cevaplarının arandığı ve verildiği bir dönemin oluşturulması için çaba gösterilmesi bu memlekete yapacakları en büyük hizmet olacaktır. Bu arayış, aynı zamanda Türkiye’nin birikmiş sorunlarının çözümünü de beraberinde getirecektir.
Son dakika notu
27 Nisan Cuma gecesi TV kanalları “Genelkurmay Muhtırası” adı altında TSK’nın bir bildirisini yayımladılar. Aceleye getirildiği ve ‘malzeme’ sıkıntısı çekildiği her halinden belli olan bildiriye hükümetin cevabı da fazla gecikmeden ve askerlere “kime bağlı olduklarını” hatırlatan bir tarzda geldi.
ANAP’ın Anayasa’ya aykırı olarak milletvekillerini ‘kapat’masının yarattığı kaotik durumun nasıl sonuçlanacağı merak ve endişe ile bekleniyor.
Paylaş
Tavsiye Et