Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
TL öldü, yaşasın YTL
Mustafa Gülyüz
1 OCAK 2005, Cumhuriyet dönemi ekonomi tarihinin bir dönemeç noktası olarak kaydedilmeli. Türkiye, ilk defa parasından sıfır attı. Bu ameliyatla, işe yaramaz hale gelmiş, hatta kangrenleşmiş sıfırlar dizisinin kesilip atılmasını heyecanla izliyoruz. Uzun süreden beri bir zorunluluk haline gelmiş bulunan bu safra boşaltma harekatının hayatımızı nasıl etkileyeceğine ilişkin bilgiler üç aydır tanıtım kampanyası aracılığıyla kamuoyunda yer alıyor. Ama teknik boyutunun ötesinde Türk lirasından altı sıfırı atarak yeni Türk lirasına geçiş acaba sadece bir sadeleştirmeden ibaret olarak mı algılanmalı?
İktisatçılar, paranın, hele altın, gümüş gibi değerli maden karşılığı olmayan, değerini sadece hükümetin, ödeme aracı olarak kabul edilmesi gerektiğini kanunla belirlemesinden alan kağıt paranın icadını, ateşin ve tekerleğin icadı kadar önemli bir buluş olarak değerlendirirler. İtibarî kağıt paranın gücü siyasî otoritenin buyruğundan kaynaklanır. Batı dillerindeki karşılığı olan fiat money (fiat Latince emir bildiren ‘olsun’ anlamına gelir) veya monnaie décrétée (“ferman/kararname parası” diye çevrilebilir) terimleri, kağıt para ile iktidar arasındaki bu ilişkiyi yansıtır. Para ve egemenlik arasındaki bu bağ sadece son dönemde ortaya çıkmış kağıt paraya özgü değil şüphesiz. Kıymetli metal para sistemlerinde de hükümdarın kendi adına para bastırması hükümranlık alametlerinden sayılırdı. Paranın üzerinde yazan meblağ, yani satın alma gücü içerdiği altın veya gümüşün değerinden büyük olduğundan bu fark, parayı çıkaran otoritenin “senyoraj geliri” olurdu. Ama nasıl paranın yazısı ve turası varsa, bu ilişkinin de iki yönü vardı. Basılan para hükümdar ile tebaa arasında bir akitti ve paranın değerini korumak hükümdarın sorumluluğundaydı. Paranın değeriyle oynanması, yani ihtiva ettiği kıymetli maden oranının düşürülmesi toplumsal düzeni bozuyor, hatta isyanlara yol açıyordu. Bizim tarihimizdeki 1584 tağşişinin ardından çıkan kriz ve Celalî İsyanları buna örnek verilebilir.
 
Paranın Ne Önemi Var
Para, ekonomik faaliyetlerde mübadele aracı olmasının yanı sıra hesap birimi ve en önemlisi değer saklama aracı olarak önem taşır. Her üç işlev için de paranın değerinin değişmemesi şarttır. Kıymetli metal sikkelerde veya altın ve gümüş karşılığı çıkarılan paralarda değerle ilgili ölçüt belli olsa da itibarî kağıt parada durum farklı. Kanun gücüyle ödeme aracı kılınan paraların üretim maliyeti (yani içerdikleri değer), üzerlerinde yazılı olan temsil ettikleri satın alma gücü yanında çok önemsiz. Dünya ortalamasında, standart güvenlik unsurlarını taşıyan bir banknotun maliyeti yaklaşık 0,05 ABD doları. Bir başka deyişle 2004 yılında tedavüldeki en büyük banknotumuz olan 20 milyon TL için senyoraj kazancı oransal olarak %99,64 idi. Bu durum, bütün hükümetlerin iştahını kabartagelmiştir. Harcamalar için oy kaybına yol açabilecek sevimsiz vergiler koymak yerine parasal genişleme çok daha cazip. Halbuki para hacmini, kendi sistematiği içinde olmadan, bir başka deyişle reel ekonomik üretim artışı ile uyumsuz bir biçimde artırmak, paranın satın alma gücünü azaltmakla aynı anlama geliyor. Sonuçta satın alınabilecek mal ve hizmetler 1 birim artarken para miktarı 2 birim artıyorsa -iktisatçıların çok sevdikleri ceteris paribus, yani diğer her şeyin sabit olduğu şartlarda- elinizdeki para eskiye göre sadece yarı değerindedir. Bu ise en hafif tabiriyle kelle vergisi koymakla aynı anlama gelir. Ama insanlar bu durumu ancak fiyatların yükselmesiyle ve paranın eskiden alabildiği şeyleri alamamasıyla fark edebilirler.
 
Nereden Çıktı Bu Sıfırlar?
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin neredeyse üçte birine denk olan son çeyrek yüzyılı kronik yüksek enflasyonla geçirdi. Yirmi beş yılda fiyatlar, 67.650 kat arttı. Yıllık ortalama fiyat artışı aynı dönem için %58,7 oldu. 1990’lı yıllarda ise yıllık tüketici enflasyonu %78,7 ile bir rekor kırdı. Ekonomik birimler; yani hane halkları, firmalar ve devlet, karar alma süreçlerini bu ortama uyumlu hale getirdi. Böylelikle enflasyon yapışkan bir mahiyet kazanırken lira sürekli bir biçimde aşındı ve paramız, değer saklama aracı olma işlevini kaybetti.
Banknotların sadece satın alma gücü erimedi; kupür büyüklüğü de sürekli şişen fiyatlar karşısında yetersiz kaldı. Sonuçta 1981-2001 arasında ortalama her iki yılda bir yeni kupür ihraç etme mecburiyeti doğdu (Bkz. Tablo1). Ve emisyon, yani dolaşımdaki fizikî para miktarı da buna bağlı olarak 50.000 kat arttı. Halkın kullandığı en büyük banknotun 500 lira olduğu 1970’li yıllarda bazı Güney Amerika ülkelerindeki 100.000’lik banknotlar karşısında müstehzî bir şaşkınlık geçiren Türkiye, 2004 sonuna kadar dünyanın en büyük kupürünün tedavül ettiği, kur değerlerinin tablolara, işlemlerin hesap makinelerine sığmadığı bir ülke haline gelmenin utancını yaşadı (Bkz. Tablo 2)
Aslında kamu harcamalarına ve bu harcamaların finansman yöntemine karar vermek, neoklasik iktisatçılar hoşlanmasa da siyasî bir olgu. Sonuçta harcamaların getireceği yüklere katlanacak olan halk olduğuna göre, halkın meşru gördüğü siyasî iradenin belli bir dönemde gelirinden fazla harcama yapması ve bu harcamaları yeni vergilerle, bununla aslında aynı anlama gelen para basmayla veya -gelecekteki vergilere mahsuben- borçlanmayla finanse etmesi pekala mümkün. Bu önermedeki anahtar kelime ise meşruiyet. Yani sorun, harcamayı yapan ve finansman yöntemine karar veren egemen otorite ile iradenin gerçek sahibi ve maliyetleri yüklenecek olan halkın aynı değerler doğrultusunda hareket edip etmemesi. Türkiye’deki duruma bakıldığında bu konunun son derece problemli olduğu açık. Söz konusu dönemde yapılan harcamalar ne meşru sebeplere dayanıyor, ne de makul ölçülerde.
 
Atılan Sıfırlar Neyi Simgeliyor?
Bugüne kadar dünyada 49 ülke paralarından sıfır attı. Bu konuda rekor, 1966-94 arasında 6 seferde toplam 22 sıfırla Yugoslavya/Sırbistan-Karadağ’a ait. 18 sıfır atmış olan Brezilya ve 14 sıfırla Zaire/Kongo ikinciliği ve üçüncülüğü paylaşıyor. 1923’te tam 12, 1948’de de 1 sıfır atan Almanya ile 4 seferde 13 sıfır atan Arjantin de listenin üst sıralarında. Bu ülkeler incelendiğinde sıfır atma operasyonlarının büyük bir çoğunlukla savaşlar veya iç savaşlar sonrasında gerçekleştirildiği göze çarpıyor. Ayrıca yarı-sömürge ülkelerde yaşanan bağımlılık krizleri de sıfır atmayı gerekli kılan bir diğer sebep.
Türkiye 1980’de başladığı liberalleşme serüveninde devlet destekli-yabancı güdümlü vahşi kapitalizm modeline mahkum edildi. İthal ikamesinin iflasından sonra önce kamu ihaleleri ve teşviklerle, 1990’larda da iç borçlanma ve banka soygunlarıyla hep aynı verimsiz, asalak işbirlikçilere kaynak aktarıldı. Bu arada alın teri-bilek hakkıyla yükselen rekabetçi ve dinamik Anadolu girişimcileri sistemin denetimi dışındaki bir yan ürün oldu. Son 25 yılını bu sömürü düzeninde ve 1982, 89, 91, 94, 98, 2001 muharebeleriyle ekonomik bir iç savaş ortamında geçiren Türkiye’de asalak sıfırların yükünden kurtulup yenilenen lira, inşallah adil bir barışın ve istikrarlı bir geleceğin habercisi olur.

Paylaş Tavsiye Et