TARİH kaynakları ve arkeolojik bulgulara göre kadının başörtüsüyle birlikte örtünmesi geleneğinin, İslam’dan binlerce yıl önce Sümer, Urartu, Hitit, Eski Yunan ve Hint medeniyetlerinde mevcut olduğu bilinmektedir. Milattan önce evli Germen kadınlarının da yüzlerini örtmeksizin başlarını örttükleri, tarihî kaynaklarda yerini almıştır. Ayrıca mevcut ilahî kitaplar ve yaşanan gelenekte de bu şekildeki örtünmeye şahit olunmaktadır. Tabii aynı kaynaklara göre örtünmeyen kadınlar da mevcuttur. Giyim konusunda bilinen en eski hukuki düzenleme, Hammurabî ve Orta Asur kanunlarında yer almıştır. Kanun metnine göre, başörtüsü, sokağa çıkan, başka bir deyişle kamusal alana giren hür kadınların bir sembolü olarak tanımlanmış ve hukuki güvence altına alınmıştır. Bu kanuna göre ayrıca köle kadınlar ve fahişeler kesinlikle başlarını örtmeyeceklerdir. Başı açık olması zorunlu olan kadınlar örtünerek bu kuralı ihlal ettiklerinde onları görüp ihbar etmeyenlerle birlikte cezalandırılmaktadırlar. Tevrat’ta kadının başını örtmesiyle ilgili doğrudan bir hüküm yer almayıp yalnızca bazı olayların hikâye edildiği metinlerde başörtüsü ve peçeye atıfta bulunulduğu görülür. Tevrat’taki ifadelere göre başörtüsünün genel olarak kendinden önceki geleneğin bir devamı şeklinde hür (saygın ve soylu) kadınlara ait bir statü sembolü anlamını koruduğu söylenebilir. Tevrat’ın atıfları daha sonra Yahudi sözlü geleneğinde başörtüsünün katı kurallara bağlanması için yeterli olmuş; bununla birlikte başörtüsü, saygınlığın yanında iffetin, pagan kültüre karşı tavır alışın ve kadının kocasına aidiyetinin de bir göstergesi olarak anlamca çoğalmıştır.
Hıristiyanlık, Yahudilikte kanunlaşan uygulamayı sürdürmüştür. Başörtüsü İncil’de Pavlus’un Korintliler’e yazdığı bir mektupla yerini almıştır. Bu metne göre başörtüsü diğer ilahî dinlerin metinlerinde hiçbir şekilde bulunmayan bir sebebe, kadının yaratılışça erkekten aşağıda yer almasına bağlanmıştır. Bugün Batı’da ve Batı etkisindeki toplumlarda başörtüsünün kadının köleliğini/ikincilliğini ve toplum dışına itilişini ifade ettiği şeklindeki yaygın görüşün temelinde tam da bu İncil’deki yer alış biçiminin olduğu söylenebilir.
Kur’ân’ın nüzulünden önce Arap toplumuna gelindiğinde ise başlarını yüzleriyle birlikte veya yüzleri açık olarak örten kadınlar ve erkeklerin yanında az sayıda da olsa örtmeyenlere de rastlanmaktadır. Modern döneme kadar geleneksel toplumların hemen hepsinde kadınların yanında erkek ve çocukların da başlarında çeşitli şekillerde başlık ve örtü bulunduğu hatırlanmalıdır. Esasen başın tümüyle açık oluşu sadece kadınlar için değil tüm insanlar için nevzuhur bir durumdur.
Arap toplumunda izar (etek), dır (elbise) gibi giysilerin üzerinde başa örtülen, örtünme şekli ve büyüklüğüne göre çeşitli isimler alan baş örtüleri mevcuttur. Bu örtü türlerinden Kur’ân metninde yer alanlar, “himar” ve “cilbab”tır. Himar, yüz açık olarak giyilen bir başörtüsüdür; bu başörtülerin en büyüğü olan cilbab ise bir şal gibi tüm giysilerin üzerine salınmakta ve çeşitli uzunluklarda olabilmektedir.
Dönemin Arap toplumunda genel olarak ataerkil bir yapı mevcutsa da belirgin sosyal tabakalaşma ayrımın erkek-kadın olarak yapılmasından ziyade asil-köle olarak yapılmasına yol açmıştır. Buna göre aristokrat kadınlar düşük seviyeli kabile erkeklerinden ve kölelerden daha fazla nüfuza sahiptir. Cariye ve köleler en düşük statüde yer almakta, hukuki uygulamalarda mülkiyete tâbi olduklarından bir mal ile eşit değerde tutulmaktadırlar. Cariyeler fuhuş yapmaya zorlanabilirken; bu, hür kadınlardan kesinlikle beklenen bir durum değildir. Ayrıca bu dönemde toplumsal ritüellerle belirlenmiş çeşitli nikâh şekilleri mevcuttur ki bunlar fuhuş bile sayılmamaktadır. Neslin karışmasına yol açan bu tür ilişkiler, Kur’ân’ın, nazil olmaya başladığı ilk yılından itibaren ortadan kaldırma yönünde üzerinde durduğu konulardan olmuştur. Bu dönemde cariye ve hafif meşrep kadınlar cilbab kullanmamakta, himar kullananlar ise uçlarını arkalarına salarak dekoltelerini açık bırakabilmektedir. Döneme ait giysi tariflerine göre elbiselerin yaka kısımları oldukça açıktır, bu nedenle göğüslerin bir kısmı da görülebilmektedir. Hür kadınlar ise genel olarak örtülüdürler. Bu uygulama örtünmenin, Orta Asur kanunlarında yerini bulan, Tevrat ve İncil’de işaret edilen hürlük/saygınlık yönünün devamı niteliğinde görünmektedir.
Kadının örtünmesinden söz eden Kur’ân ayetleri Ahzab ve Nur surelerinde yer alır. Bu ikisi arasında önce nazil olan Ahzab Suresi’ndeki ayetlerdir ki bunlar Kur’ân’ın nüzulünün 17., hicretin 5. yılında Hendek Savaşı’nı takip eden ayda gelmiştir. Söz konusu ayetin anlaşılabilmesi, dönemin şartlarının bilinmesi ve ayetin birlikte nazil olduğu diğer ayetlerle beraber okunmasına bağlıdır. Ahzab Suresi 59. ayet şöyledir: “Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, cilbâblarını üstlerine salsınlar, onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”Ayetinnüzul sebebi, tefsir, hadis ve tarih kaynaklarının anlatımına göre şöyledir: Üzerine cilbab alan kadınlar ‘hür’, almayanlar ‘cariye’dir. Kötü niyetli erkekler hür kadınlara herhangi bir saygısızlık yapamazken, cariyelere sözlü veya fiilî tacizde bulunabilmektedirler. Özellikle gece vakti cilbabını almaksızın dışarı çıkan hür bir hanım tanınmadığından, cariye olduğu zannıyla tacize maruz kalabilmektedir. İşte bu ayet, hür kadınların dokunulmazlığını sağlamaya yönelik olarak, câri olan cilbab geleneğinin uygulanmasını istemiştir. Belirtildiği gibi bu gelenek Kur’ân öncesi uzun bir geçmişe sahiptir. Hür-cariye ayrımını esas alarak hür kadınlara dokunulmazlık sağlayan bu ayete dayanarak, bugün Müslüman kadınların çarşaf vb. topuklara kadar uzanan yekpare bir giysiyle örtünmesi gereğini çıkartmak ayeti kendi bağlamından koparmak anlamına gelecektir.
Bu ayetten yaklaşık bir yıl sonra gelen Nur Suresi 31. ayet ise şöyledir: “Mümin kadınlara da söyle: ‘Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Başörtülerini (humurihinne) yakalarının üzerine koysunlar. Ziynetlerini kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına yahut babalarına yahut kocalarının babalarına yahut oğullarına yahut kocalarının oğullarına yahut kardeşlerine yahut kardeşlerinin oğullarına yahut kız kardeşlerinin oğullarına yahut kadınlarına yahut ellerinin altında bulunanlarına yahut kadına ihtiyacı bulunmayan erkeklerden tâbilerine yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara. Gizledikleri süslerinin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar’. Ey müminler, topluca Allah’a tevbe edin ki felâha eresiniz.” Tefsir, hadis ve tarih kaynaklarına göre dönemin kadınları zaten başörtü kullanmakta, ancak bazı kadınlar bunları sırtlarına salarak dekoltelerini açık bırakmakta, bu giyim tarzlarıyla da cariyelere benzemektedirler. Bir rivayete göre Hz. Aişe başörtülerinin sağ uçlarını önlerinden geçirip sol omuzlarına atarak örtündüklerini belirtmiştir. Bu ayetin nüzul sebebinden anlaşıldığı kadarıyla bazı kadınlar için kendinden önce gelen Ahzab Suresi 59. ayetin tavsiyesi yeterli olmamış görünmektedir. Bu ayetle sırtlara salınan başörtü (himar) uçlarının elbise yakalarının üzerine örtülmesi istenmiş ve dekoltelerini kimlere gösterebilecekleri belirtilmiştir. Ayrıca ayetin başında geçen “gözlerin sakınılması, ırzların korunması” bu ayet öncesindeki 30. ayette erkeklerden de istenen bir durumdur.
Taberî, İbn Ebî Hâtim, Cassâs, Zemahşerî gibi ilk dönem müfessirlerin tefsirleri, gerek bu dönemi anlatan tarih kitapları, gerekse hadis rivayetlerine şöyle bir göz atıldığında dahi başörtüsünün kendinden önce olduğu gibi o dönemde de kullanıldığı, Kur’ân’ın yönlendirmesiyle kullanımına bir çekidüzen verildiği görülebilir.
Ayetin yorumlanmasında ilk ve klasik dönem tefsirlerinde ittifaka yakın bir durum söz konusu iken; günümüzde müfessir olarak nitelendirilemeyecek bazı yorumcuların, ayetin“Ziynetlerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hariç. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar.” kısmı ile ilgili olarak ortaya attıkları yorumlar tartışmalara neden olmaktadır. Bu yorumların ortak özelliği, ayetlerin, geleneksel yorum yönteminden farklı olarak tarihsel bağlamından ve bu bağlamda kullanılan dilden koparılarak yorumcunun içinde bulunduğu sosyo-kültürel ve psiko-sosyal şartların itici gücüyle, salt metinselci bir okumayla yorumlanmış olmasıdır. İtici güçlerin farklılığı, hem Kur’ân’ın nazil olduğu dönemden hem de birbirinden çok farklı, zıt denilebilecek öznel yorumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin, bu yorumlardan birine göre, ayette, örtülmesi istenen yer göğüs olduğundan, başın kapatılmasına dair bir ifade yer almamaktadır. Burada yorumcu “himar-humur” sözcüklerini, konuyla ilgili rivayetleri, müfessir veya fakihlerin görüşlerini hatta atıfta bulunduğu sözlükleri dikkate almaksızın, tek ve genel kök anlamıyla “örtü” olarak almış ve bununla göğsün örtüleceğini belirtmiştir. Konuyla ilgili çok sayıdaki hadis rivayetini dikkate almayan, bu rivayetleri, klasik tefsirleri, geleneğe ait tüm eserleri ve binlerce yıldır yaşayan geleneği tümüyle “bilim dışı, hurafe” olarak değerlendiren yorumcu, “erkeklerle kadınların aynı kaptan abdest almaları” ile ilgili rivayeti (mütevatir olarak niteler), “himar” sözcüğünün kök anlamıyla birlikte ayetin tek tefsir kaynağı olarak kullanmaktadır. Yorumcu “bilimsel” bulduğu bu tek yorumun rivayetinin, mütevatir olup olmadığını (ki ahad haber olduğu söylenmiştir), hadiste geçen kadınlarla erkeklerin birbirinin mahremi olabileceklerini, su kabını kullanma sırasının yanı sıra kabın büyüklüğü ve kaç kişinin bulunduğunun da bilinmediğini dikkate alarak bilimsel(!) bir çalışmada bulunmuş mudur?
Ayetin “kendiliğinden görünenler hariç” (açıkta bırakılabilecek alan) kısmını, klasik tefsir ve fıkıh kaynaklarından ödünç alınan “örf: el-‘âdetu’l-câriyye” (uygulanagelen gelenek) esasını kullanarak “alışılmış açıklık” olarak tarif edip tüm modern giyimleri (sahillerin yaz giyimleri dâhil) bu kapsama alıvermek de ayeti tüm bağlamlarından koparıp havada asılı bir metin olarak değerlendirmenin bir neticesi olsa gerektir. Örf, uzun bir zaman dilimi içerisinde ve vahyin de etkisiyle Müslüman toplumun büyük kesimi tarafından yoğrularak ortaya çıkmış durumlar için kullanılabilir; ki ayet tarafından da teşvik edilen binlerce yıldır devam eden kadın giyimi, kendi coğrafi-kültürel özelliklerini yansıtan çeşitlilikteki başörtülü kadın giyimidir. Tüketimin körüklenmesini sağlayan özgürlük söylemleri ve modanın etkisiyle sürekli değişiklik gösteren veya tepeden inme bir devrimle topluma dayatılan bir giyim tarzının (yaşam biçiminin) Müslüman toplumun içselleştirdiği (içine sindirdiği) “örf” kapsamında ele alınamayacağı çok açıktır.
Paylaş
Tavsiye Et