WASHINGTON’DAN Türkiye’ye nasıl bakıldığı, Haziran ayında da gündemi meşgul eden konuların başındaydı. Hudson Enstitüsü uzmanlarından Zeyno Baran’ın Cumhuriyetçi elitle Washington’ı barıştırma temalı yazısıyla başlayan tartışmada, AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’tan gelen cevap tansiyonu yükseltti. Bunu yine Baran’dan gelen sert bir cevap takip ederken, Pentagon’a yakınlığıyla bilinen RAND Corporation adlı düşünce kuruluşunun hazırladığı “Türkiye’de Siyasal İslam’ın Yükselişi” adlı rapor gündeme ağırlığını koydu. Ancak her şey bununla da sınırlı değil: 5 Haziran’da ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın meslektaşı Ali Babacan ile birlikte yaptığı basın toplantısında hükümete övgüler düzmesi, yine Rice’ın 19 Haziran’da ABD’nin en etkili düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations’da “Parti kapatmaya karşı sesimizi yükseltmeliyiz” eksenli konuşması, ABD Dışişleri’nin 4 numarası Matt Bryza’nın “Ne yani tehdit edip ültimatom mu verelim?” şeklinde özetlenebilecek tavır değişikliği, köşe yazarı Roger Cohen’in “Parti kapanmasın ama iyice bir hırpalansınlar” tadındaki yazısı da tabloyu tamamladı. Bu saydığımız noktaların her birinin ayrı ayrı önemi var. Ancak sorunun asıl kaynağı Washington değil, Ankara. Türkiye’de herkes Washington’ın parti kapatma konusunda ne düşündüğünü anlamaya, yansıtmaya, çarpıtmaya çalışıyorsa bunun en önemli nedeni Ankara’daki problemlerin çözülememiş olması. Kurdukları “medeniyet”i yok edecek barbarlar olarak gördükleri kesimleri “hain”leştiremeyen ve bu kesimin yerli olması ihtimalini dahi kaldıramayan devlet elitleri, AKP’ye bildik bir oyunu oynuyor. Aslında “Washington ne diyor?” sorusu, tam da Türkiye’nin yerlilik eksenli bu tartışması merkeze alınarak ve tahrik-tahkir-hıyanet-tasfiye ekseninde yürüyen mekanizma teşhir edilerek cevaplanabilecek bir soru. Bu sebeple önce ulusalcılıkla iyiden iyiye yerlilik özelliklerini sıradan faşizm lehinde kaybetmeye yönelen siyasi hegemonik cephe, tahrik aşamasında AKP’yi hedef almak için tabiri caizse bir “yoklama” çekerek partinin direncini ve uluslararası desteğini sınıyor. Uluslararası destek yoksa kolaylıkla tasfiye edilebilecek olan parti, eğer bu destek varsa bu sefer o uluslararası desteğin işbirlikçisi, dış odaklarla çalışan bir oluşum şeklinde sunularak tahkir yoluyla sıkıştırılmaya, yabancılaştırılmaya çalışılıyor. Eğer bu süreçte partiye dışarıdan gerçekten sınırsız bir destek gelir de (AB’den olduğu gibi) parti bunu sahiplenirse, bu sefer hainleştirme mekanizmaları çalışıyor ve parti gerçekten de tasfiye sürecine giriyor. Oldukça karmaşık olan bu süreç daha önce de birçok kereler yaşandı. Bu çerçevede ulusalcılığın yarattığı yeni anlayış, FBI, CIA, Pentagon, Amerika’nın Sesi, Dışişleri Bakanlığı ya da Adalet Bakanlığı gibi doğrudan ABD’nin yönetim aygıtlarında çalışmayı, buralara hizmet etmeyi “ulusalcılığı” zedelemeyen sıradan durumlar olarak lanse ederken, buradaki herhangi bir kurumdan yükselen parti kapatmayı eleştiren herhangi bir sesi hainliğe delil olarak sunabiliyor.
AKP’nin kapatılmasına yönelik tavırları sıralamadan önce genel olarak şunlar söylenebilir: RAND Corporation raporunun da gösterdiği gibi Washington’daki aklıselim yaklaşım AKP’yi Türkiye’deki yeni gelişen toplumsal kesimlerin siyasi tezahürü, irtica olarak gösterilen gelişmeleri ise aşırı kısıtlanan dinî özgürlüklerin normalleştirilmesi olarak görüyor. Ancak bu aklıselim görüş, özelde rahatlıkla ifade edilebilse bile, sorun bilgi değil iktidar sorunu olduğundan farklı konumlanmalar ortaya çıkıyor. Bu çerçevede Washington’daki genel tavır üçe ayrılabilir: Kapatmaya ilkesel olarak karşı olanlar, kapatmaya karşı ancak AKP’nin hırpalanmasına taraf olanlar, kapatmayı tek hedef olarak görenler.
AKP’nin kapatılmasına ilkesel olarak karşı olanlar daha çok Demokratlar. Obama’ya yakınlığıyla bilinen isimlerden Philip Gordon’ın net tavrı bunun dışavurumuydu mesela. Bu tavır, liberal-demokrat çevrelerin daha etkin olduğu ciddi gazete ve dergilerde, ABD’nin Ortadoğu’da etkinliği için uzun vadeli bir istikrarın gerekli olduğunu düşünen kesimlerde de kendini belli ediyor. Yönetimde ise başta Rice ve diplomatlar olmak üzere bu görüşü savunanlar var. Bu kesim demokrasiye ilkesel düzeyde yaklaşıyor; Türkiye’nin AB üyeliğini stratejik öncelik olarak koyuyor; partinin kapatılmasının Türkiye’nin AB’den uzaklaşarak başka eksenlere kaymasına yol açabileceğinden endişe ediyor. Ulusalcı kesimi içe kapanmacı ve Rusya-İran ekseniyle işbirliğine açık olarak gören bu kesim, AKP’nin iktidarına devam etmesini uzun vadede ABD’nin ahlaki önderliği için bir avantaj ve Müslüman ülkelere bir örnek olarak görüyor.
İkincisi, realistlerden oluşan daha genişçe bir grup. Bu gruba İslamofobik reflekslerini korusa da ifade edemeyecek kadar liberal olan entelektüeller, askerler, dışişleri bürokratları dâhil edilebilir. Bu kesim AKP’nin icraatlarını önemsese, onu tam anlamıyla tercih etse dahi bir ihtiyat payı bırakıyor. AKP’nin %47’lik destekle gelmesi; TSK ile çatışmadan, ancak teslim de olmadan icraat yapmaya çalışması; bunun akabinde Türkiye’nin uluslararası alanda etkili olmaya ve kendi adına siyaset yapmaya başlaması bu kesimi biraz endişelendirdi. Bu kesime ideolojik desteği, Türkiye’den giden ya da Washington’da mukim ulusalcı çevreler veriyor. Michael Rubin’in Erdoğan’ı Putin’e benzetmesi ya da Washington, WINEP (The Washington Institute for Near East Policy) gibi çevrelerden yayılan irtica paranoyası, hep bu kesimin sinir uçlarıyla oynamaya ve onları ikna etmeye yönelik çabalar. Ancak yıllardır tanıdıkları elitlerle karşılaştırıldığında yine de AKP’yi tercih eden bu kesim, partinin biraz yıpratılmasını bir terbiye süreci olarak görse de kapatılmasına karşı. 28 Şubat benzeri bir törpülemenin hem Erdoğan’ı, arkasındaki desteği azaltarak daha zayıf duruma getirmesi hem de Türkiye’yi zayıf düşüren iki başlılığın devamıyla avantaj elde etme derdinde.
Washington’da yer alan üçüncü grup ise, destekçileri azalsa da halen Başkan Yardımcısı Dick Cheney’yi arkasında gören kesim. AKP’nin kapatılmasını kendisine iş edinmiş olan bu grup bir koalisyon görüntüsü veriyor; bir kısmı kapatılmayı ideolojik saiklerle istiyor, bir kısmı İsrail aşırı sağının talepleriyle, bir kısmı da gerçekten maaşlarını Türkiye’deki AKP karşıtlarından aldıkları için mücadele ediyorlar. Bu kesime neoconlar, ulusalcılar, Pentagon içindeki sivil bürokratlar ve Pentagon sürgünü siviller öncülük ediyor. Washington’da mukim Türklerin de maddi ve istihbarat desteği açısından bunlara ciddi katkıları var. Bunların bir kısmı AKP’nin dış politika açılımlarını hazmedemediği için, bir kısmı AKP’de içkin bir İsrail karşıtlığı olduğunu düşündüğü için, bir kısmı stratejik önemi haiz enerji sorununun Türkiye’nin asıl güç sahipleri olarak gördükleri devlet seçkinleri ile çözülmesi gerektiğini düşündükleri için bu yolu takip ediyorlar.
Washington’dan yükselen sesler bu çerçeveyle anlaşıldığında, kimlerin hangi kesimler aleyhinde paranoya oluşturmaya çalıştığı, kimlerin hangi kesimleri pazarlamaya çalıştığı daha açık hale geliyor.
Paylaş
Tavsiye Et