“Bu yerlerde trenler yine doğudan batıya, batıdan doğuya gelir gider... gelir giderdi.”
NE Selvi Boylum Al Yazmalım, ne Beyaz Gemi, ne Cemile, ne de Toprak Ana... Cengiz Aytmatov, en çok bu cümle benim için. Gün Olur Asra Bedel’de her bölüm başında tekrar eden bu cümleyi, romanı yaklaşık beş yıl önce ilk okuduğumda günlerce dilimden düşürmediğimi çok iyi hatırlıyorum.
Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov güneşli bir Haziran günü aramızdan ayrılıp gidince romanı tekrar elime aldım. Uçsuz bucaksız Sarı Özek bozkırı, Yedigey ve can dostu Kazgangap, uzayıp giden tren rayları, Asyalı kadın Zarife, Nayman Ana ve mezarında kurulan uzay üssü, Orman-göğüslü gezegen, Juan Juanlar ve “Mankurt”lar dipdiri bir şekilde orada duruyordu. “Şimdiyi anlamak için tüm geçmişin seferber edilmesi gerektiği”nden söz eden Fernand Braudel’e cevap verircesine Aytmatov, bu ve diğer pek çok eserinde, içinden çıktığı Kırgız Milleti’nin efsanelerini, geleneklerini ve törelerini kaynak olarak kullanarak Stalin diktatörlüğünü eleştiren yepyeni bir dünya yaratmıştı. Yazar, romanda geçen “Mankurt” kavramını o kadar çarpıcı bir şekilde işlemişti ki, kavram daha sonra çok önemli bir sosyoloji terimi haline gelecekti.
Minnesota Üniversitesi’nden Orta Asya, Irak ve Afganistan edebiyatları uzmanı Prof. Iraj Bashiri de, Aytmatov’un ölümünden sonra New York Times gazetesine verdiği röportajda “O, Sovyetler Birliği’nden hiçbir şey dışarı çıkmazken, kurnazca bir yol izleyerek Sovyetler Birliği hakkında yazabilen tek kişiydi” diyerek yazarın yaptığı şeyin önemini veciz bir şekilde ortaya koymuş oluyordu bir bakıma.
Cengiz Aytmatov, Türkiye’de ilk defa 68 Hareketi’nin Eğer filminin afişinden hareketle kitlelere yayılan “Kimin yanında olacaksınız?” sorusuna kurban edilerek, “Kırgız asıllı Sovyet yazarı”, “Rus yazar” veya “yaşayan Sovyet yazarlarından en önemlilerinden biri” olarak çevrilip okunmuştu. Başka bir ifadeyle, sol romantizminin en güçlü damarıydı o. Daha sonraları da, dünyada milliyetçiliğin yükselmesiyle birlikte ve belki de Türk destanlarında sıkça geçen “kurt” figürünü kullandığı için “sağa geçirtilecek” ve hatta tüm eserleri Ötüken Yayınları tarafından basılacaktı. Ancak eserlerini okuyanlar için, Aytmatov’un edebiyatı, milli olandan hareketle daha evrensel bir yere ulaşmak için kullandığı aşikârdı. Yıllarca danışmanlığını yaptığı Sovyet lideri Mihail Gorbaçov bile, onun ölümünden sonra yaptığı “Herkese yakın olan bir isim aramızdan ayrılıp gitti” açıklamasıyla biraz da bunu söylemek istemişti.
Ölümünden sonra en çok, mütercimi ve manevi kızı Güzel Sarıgül Şonbaeva’nın Zaman gazetesinde yazdıkları beni şaşırttı. Şöyle diyordu manevi kızı: “Kâğıda karşı alerjisi vardı. Kısa bir süre de olsa kâğıtla meşgul olsa hemen nefes darlığı başlar, rahatlamak için gizlice spreyine sarılırdı. Fakat bu durumunu asla bir bahane olarak öne sürmez, sevenlerini, okurlarını kırmamak uğruna kendisine uzatılan yüzlerce kitabı yüksünmeden saatlerce imzalardı. Sonra da nefes darlığıyla boğuşarak, ama yaşının ilerlemişliğine ve bitkinliğine rağmen etrafındakilere sezdirmeden, el ayak çekilince otel odasına kapanırdı. Saatlerce gözyaşlarına karışan hapşırmalar arasında kendine gelmeye çalışırdı.” Böyle büyük bir edebiyatçının kâğıtlarla ilişkisinin adeta işkence boyutunda olması çok manidar ve çok üzücü.
Şimdi bunları bir yana bırakalım ve yine o “Aytmatov” demek olan cümleye dönerek bitirelim; “Bu yerlerde trenler yine doğudan batıya, batıdan doğuya gelir gider... gelir giderdi.”
Paylaş
Tavsiye Et