Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Uzun ömre kısa hikaye: Halil Necati Coşan (1906-2008)
Hakan Şark
KÖY pa­za­rı ku­rul­du­ğun­da her­ke­sin sa­tı­la­cak ma­lı­nı ca­mi­nin önü­ne bı­ra­kı­ve­rip git­ti­ği za­man­lar­da, Ça­nak­ka­le’nin Ay­va­cık ka­za­sı­nın Ah­met­çe kö­yün­de do­ğar Ha­lil Ne­ca­ti Co­şan. Ba­ba­sı iki kar­de­şiy­le be­ra­ber Fa­tih’in Baş Kur­şun­lu Med­re­se­si’nde yıl­lar­ca tah­sil gör­dük­ten son­ra se­fer­ber­lik çı­kar. Üç kar­deş de Ça­nak­ka­le’de sa­va­şır, da­ha son­ra git­tik­le­ri di­ğer cep­he­ler­den dön­mez­ler. Am­ca­sı Mol­la Mus­ta­fa’nın Gaz­ze’de şe­hit ol­du­ğu ke­sin; ba­ba ve kü­çük am­ca­nın ne­re­de şe­hit düş­tü bi­lin­mez. Sü­la­le-i tâ­hi­re men­su­bi­ye­ti, bu üç kar­de­şin an­ne­le­ri fa­ki­he Du­di Ha­nım’ın Bu­ha­ra’dan ge­len ba­ba­sı ta­ra­fın­dan­dır.
De­de Mol­la Ab­dul­lah 1928’de ve­fat ede­ne ka­dar to­ru­nu­na ba­kar; onu oku­tur. Bu de­de, Sü­ley­ma­ni­ye’de mol­la­lık et­ti­ği za­man­lar­da Gü­müş­ha­ne­li Ah­med Zi­ya­üd­din Efen­di (1813-1893)’ye in­ti­sab eder. Gü­müş­ha­ne­vî, ha­li­ni ve hu­yu­nu sev­di­ği Mol­la Ab­dul­lah’a il­ti­fa­ten “Ev­la­dım ol” bu­yu­rur.
Gü­müş­ha­ne­vî’nin ha­le­fi Kas­ta­mo­nu­lu Ha­san Hil­mi Efen­di (1825-1911)’nin ha­li­fe­le­rin­den Ha­cı Ali Efen­di, mem­le­ke­ti Bay­ra­miç ka­za­sı­nın Çır­pı­lar Kö­yü’ne dö­ner ve bu­ra­da top­la­nan yar­dım­lar­la 23 oda­lı bir med­re­se ya­par, yüz­ler­ce ta­le­be ye­tiş­ti­rir. İki se­ne bu med­re­se­ye de­vam eden Ne­ca­ti Efen­di’nin ilk in­ti­sa­bı bu ho­ca­ya­dır. Der­si ho­ca­nın ken­di­si tek­lif eder. Ne­ca­ti Efen­di, “Efen­dim, ya­pa­bi­lir mi­yiz aca­ba?” de­yin­ce ce­va­ben, “Si­zin bi­zim ya­nı­mız­da kıy­me­ti­niz al­tın kül­çe­sin­den faz­la­dır” il­ti­fa­tı­nı alır. Tev­hid-i Ted­ri­sat Ka­nu­nu çı­kın­ca kö­yü­ne dö­ner, zey­tin­ci­lik­le meş­gul olur.
1928’de Şa­di­ye Ha­nım’la ev­le­nir ve be­şi er­kek, ye­di ço­cu­ğu olur. İs­tan­bul’a bun­la­rı okut­mak için ta­şı­nır. Bu amaç­la İs­tan­bul’dan al­dı­ğı bir ti­ca­ret tek­li­fi­ni de­ğer­len­di­rir. Zor gün­ler... Ser­ma­ye­yi kap­tı­rır, ala­ca­ğı­nı tah­sil ede­mez. Müs­lü­man gör­dü­ğü, hüsn-i zan et­ti­ği in­san­lar­dan ver­dik­le­ri­ni ala­ma­yın­ca, pa­ra­sı­nı da müş­te­ri­le­ri­ni de kay­be­der: “Ve­re­si­ye def­te­ri­ni de Ha­liç’e at­tım, ka­fa­ma ta­kıl­ma­sın di­ye.”
Ka­zan­lı Ab­dü­la­ziz Bek­ki­ne (1895-1952) za­ma­nı­dır. On­dan izin ala­rak Fa­tih Müf­tü­lü­ğü’nde sı­na­va gi­rer; 110 ki­şi ara­sın­da bi­rin­ci olun­ca müf­tü­lük­te ça­lış­ma­sı is­te­nir. 19 se­ne­si bu­ra­da, mü­ba­rek ze­vat mu­hi­tin­de ge­çer; Ali Yek­ta, Be­kir Ha­ki ve Ömer Na­su­hi Bil­men Efen­di­ler­le me­sai pay­la­şır.
Aziz Efen­di’nin ve­fa­tın­dan son­ra, der­gah­ta onun ha­le­fi sı­fa­tıy­la Zey­rek Ca­mi­i’ne imam ola­rak Meh­med Za­hid Kot­ku (1879-1980) ge­lir. Aziz Efen­di’nin kı­dem­li ih­va­nın­dan bir kı­sım mü­nev­ver “Bu ma­kam bu köy­lü ima­ma mı ka­la­cak?” di­ye iti­raz eder, sa­da­kat hi­la­fı­na ha­re­ket eder, mü­da­vi­mi ol­duk­la­rı ka­pı­dan ay­rı­lır­lar. Böy­le iti­raz ses­le­ri­nin her nö­bet de­ği­şi­min­de mu­hak­kak yük­sel­di­ği­ni in­san na­sıl da unu­tu­ve­rir.
1960’ta­ki dü­nür­lük­ten be­ri hı­sı­mı­nı, oğ­lu­nu ve to­ru­nu­nu ma­kam­da gör­me bah­ti­yar­lı­ğı­nı ya­şar Ne­ca­ti Efen­di. Kot­ku’dan son­ra al­tın sil­si­le­nin gur­bet­te yi­ten kır­kın­cı hal­ka­sı­na, oğ­lu Esad Efen­di’ye, ar­dın­dan to­ru­nu­na bağ­la­nır. Ha­lid-i Bağ­da­di’nin “Em­sey­tü Kür­diy­yen, es­bah­tu Ara­biy­yen” sö­zü­ne vâ­kıf­tır; Pey­gam­ber­’den mev­rus bu ma­ka­mın yaş­la, tah­sil­le il­gi­li ol­ma­dı­ğı­na iti­ka­dı tam­dır. Avus­tral­ya’da­ki to­ru­nun­dan se­lam gel­di­ğin­de, en hal­siz za­man­la­rın­da bi­le, “O se­lam yü­ce bir ma­kam­dan” de­yip aya­ğa kal­kan bu edep tim­sa­li, 5 Ha­zi­ran Per­şem­be gü­nü ve­fat et­ti. Er­te­si gün Sü­ley­ma­ni­ye’de hın­ca­hınç bir ka­la­ba­lı­ğın du­ala­rıy­la Gü­müş­ha­ne­li, Kas­ta­mo­nu­lu, Zağ­fe­ran­bo­lu­lu, Da­ğıs­tan­lı, Tek­fur­dağ­lı ve Bur­sa­lı bü­yük­le­ri­nin ara­sı­na def­ne­dil­di. Al­lah, Ne­ca­ti ku­lu­nu sev­di ve bü­tün kul­la­rı­na sev­dir­di.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Hakan Şark