“Gıda krizi” ile kastedilen nedir? Son gıda krizinin boyutlarını ve olası tehlikelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yenilecek gıda ve içilecek su kalmadığında diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar anlamsız kalır. Bugün gıda krizi ile kastedilen, “dünya genelinde tüketicilerin, artan gıda fiyatlarıyla karşı karşıya” kalması olayıdır. 2007 yılı ortalarından beri Ekvador’dan Fransa’ya kadar dünya genelinde gıda fiyatları %40 civarında arttı. Mısırın fiyatı son iki yılda ikiye katlandı. Buğday 28 yıldaki en yüksek düzeyine çıktı. Gıda fiyatlarındaki artış, gelişmekte olan ülkelerin gıda ithalatı faturalarını geçen yıl %25 oranında artırdı. BM Gıda ve Tarım Organizasyonu’na göre, bu yıl dünya tahıl stoku, 1982’den sonraki en düşük düzeyinde kalacak.
Her ne kadar sorun küresel de olsa, elbette gelişmekte olan ülkeler için tehlikenin boyutları farklı. Hanehalkı toplam harcamalarının yarısından fazlasının gıdaya ayrıldığı ülkelerde tehlike daha büyük. Düşük gelirli Amerikalılar bütçelerinin %16’sını gıdaya harcarken, bu oran, Nijeryalı aileler için %73, Vietnamlılar için %65 ve Endonezyalılar için gelirlerin yarısı civarında. Dolayısıyla bu ülkelerdeki halk için tehlikenin boyutu elbette daha büyük. Nitekim fiyat artışları Kamerun, Burkina Faso, Haiti ve Mısır gibi ülkelerde kanlı ayaklanma ve protestolara yol açtı.
Söz konusu kriz karşısında, geçtiğimiz günlerde Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, gıda fiyatlarındaki artıştan dolayı iç karışıklık riski altında olan 33 ülkeyi uyardı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da, dünyadaki gıda krizinin tehlikeli boyuta ulaştığını ve dünya genelinde yoksullukla mücadelede son dönemde kat edilen mesafeyi tehdit ettiğini belirtti. Ban Ki-Mun, gıda ürünlerinin fiyatlarında yaşanan hızlı artışın, hem kısa hem de uzun dönemli önlemlerin alınmasını gerektirdiğini belirtti. BM, bir yandan sorunun çözümü için özel çaba göstermeye hazırlanıyor, diğer yandan da uluslararası toplumu yardıma çağırıyor. Genel Sekreter, 80 ülkede 73 milyon insanın beslenmesine yardımcı olmak için BM Dünya Gıda Programı bütçesini yılda 750 milyon dolara çıkarmayı planladıklarını söyledi. Görüldüğü gibi sorun gerçek, ciddi ve kapsamlı.
Gıda krizinin belli başlı nedenleri nelerdir sizce?
Gıda krizine yol açan fiyat artışında spekülatörlerin ve küresel faktörlerin de etkisi var. Böylece petrol fiyatlarına paralel olarak son aylarda gıda fiyatları da rekor artış kaydetti. Bu artışa yol açan nedenlerin önemli bir bölümünün ardında G-8 ülkeleri bulunuyor. Bu ülkelerin kendi tarım ürünlerine dev sübvansiyonlar sağlaması, gıda krizinin nedenleri arasında öne çıkıyor. Fakat asıl sıkıntı, yıllardır dünyada uygulanan yanlış tarım politikalarında yatıyor. Böylece günümüzde gıda fiyatlarındaki artış, enerji fiyatlarındaki artış ve Çin ile Hindistan’da orta sınıfın büyümesi gibi kısmen kontrol edilemez faktörlerden kaynaklanıyor. Bio-dizel yakıt üretimi ile küresel ısınma ve kuraklığın da fiyatları artırıcı etkisi olduğu kesin.
Türkiye küresel gıda krizinden ne ölçüde etkilenir?
Meteorolojik şartlar, ülkemizin nüfusunun %40’ının geçimini sağladığı tarımı ve dolayısıyla Türk ekonomisini olumlu veya olumsuz bir şekilde etkileyebiliyor. Bununla beraber küresel iklim değişimi ile birlikte kuraklık, ani seller ve deniz su seviyesinin yükselmesi Türkiye’de artması beklenen afetler olarak öne çıkıyor. Özellikle artan kuraklık nedeniyle küresel iklim değişimi, Türkiye’nin karşılaştığı en büyük ekolojik, çevresel, sosyal ve ekonomik problemlerden biri.
“Günümüzdeki veya gelecekteki küresel gıda ve iklim değişiminden Türkiye nasıl etkilenir” sorusu ise önemli bir bilimsel araştırma yapmayı gerektiriyor. Bu tür araştırma ve çalışmalar, küresel gıda ve iklim değişimiyle mücadelenin en önemli parçalarından birini oluşturmakla beraber bu konularda ulusal program ve eylem planı hazırlanması için de karar vericilere yasal ve bilimsel dayanaklar sağlayacaktır.
Dünyadaki birçok ülke, gelecekte meydana gelebilecek küresel iklim değişikliklerinin ekonomik ve sosyal etkilerinin neler olacağı konusunda senaryolar üretiyor, ulusal ve uluslararası tarım politikalarına buna göre yön veriyorlar. İklim değişikliklerinin dünya tarımına ekonomik açıdan olası etkileri analiz ediliyor. Zira tarım, iklime karşı en hassas olan sektör. Bölgesel iklim ve tarımsal üretim değişiklikleri sadece meydana geldiği ülkeyi değil, dolaylı olarak uluslararası piyasaları ve dünya tarım ürünleri fiyatlarını da etkiler. Bu nedenle ülkelerin bitkisel üretim durumları ve dünya tarım pazarları arasındaki ilişkinin de araştırılması gerekiyor. Ayrıca, yarı kurak olan ülkemiz için en önemli sorunlardan biri, sıcaklık artışı sonucunda artan buharlaşmanın tarıma yapacağı etkiler. Yine ülkemiz agro-ekolojik zonlarının nasıl değişeceği ve içinde bulunduğumuz enlemlerde olacağı tahmin edilen sıcaklık artışı, yağıştaki ve toprak rutubetindeki azalma sonucunda meydana gelebilecek kuraklık tehlikesinin sonuçlarının neler olacağı da araştırılması gereken konular arasında. Bunlar ülkelerin tarım politikasına da yön verebilecek önemli çalışmalar.
Özetle, sadece sıcaklıktaki değişim bile Türkiye’deki tarımsal rekolteyi büyük ölçüde etkileyebiliyor. Artan hava sıcaklıkları bitkiler için gerekli olan sulama ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Fakat bu suyun büyük bir kısmı suya ihtiyaç olan yerlerde bulunmuyor. Diğer bir deyişle, değişen iklimi ve artan nüfusu ile Türkiye, 2050 yılında iyice gıda ve su fakiri bir ülke olabilir. Bu nedenle küresel iklim değişiminin gıda ve su kaynaklarımız üzerine olası etkileri araştırılarak, uyum politikaları belirlenmelidir.
Türkiye’de ve dünyada gıda krizine karşı ne gibi önlemler alınmalıdır? Kyoto Protokolü’nün bu konudaki önemi nedir?
Ülkemizde gıda güvenliği için, “gelecek nesillerin ihtiyaçlarından fedakârlık etmemelerini sağlayacak şekilde günümüz ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal maliyetler de dikkate alınarak zamanında önlemlerin alınması ve uyum çalışmalarının yapılması” şart.
Kısa vadede ilk olarak yoksullara gıda yardımı yapılmalı. Ancak sonuçta, sorunların yapısal nedenlerine de bakmak gerekiyor. Örneğin Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin, sanayi toplumlarından gelen bakliyatlara bağımlılığı azaltılmalı ve ülkemizdeki zirai yapı güçlendirilmeli.
Gıda güvenliğimizi sağlayabilmek için, gerekli toprak ve su koruma yöntemlerine ek olarak yerel nitelikli bitkisel ve hayvansal gen kaynakları da korunarak geliştirilmeli ve bağımsız bir tohumculuk altyapısı oluşturmalı. Tohumculuk Kanunu’nda çiftçi aleyhine olan hükümler düzeltilmeli, Tohumculuk Enstitüsü yeniden açılmalı, tohumlarımız marka-patent mevzuatı gereği tescil işleri tamamlanmadan uluslararası pazarlara çıkartılmamalı.
Tarımsal verimliliğimizin korunması için zirai ilaçların kullanımı azaltılarak durdurulmalı ve organik tarıma geçilmeli. Kırsaldan kente göç önlenerek kırsaldaki çiftçilerimizin yaşam standartları korunmalı, kırsaldaki üretkenliğin devamlılığı ve istihdamın artırılması teşvik edilmeli. Hayvancılığın korunması için Mera Kanunu’na ilişkin yönetmeliklerin uygulanması ve kanunun 14. maddesindeki “tahsis amacının değiştirilmesi” konusu, meralar lehine yeniden düzenlenmeli.
Arazi kullanımı ayrıntılı bir şekilde planlanmalı. Bunun için, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu çerçevesinde Türkiye’nin arazi kullanım planlaması yapılmalı. Yatırımlar için ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) Yönetmeliği şeklî bir uygulama olmaktan çıkartılıp, bilimsel hale getirilmeli; standartlar çevre lehine iyileştirilmeli, artık ÇED yanında SED (Sosyal Etki Değerlendirmesi) uygulaması da oluşturulmalı. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun öngördüğü Toprak Koruma Projeleri yaşama geçirilmeli.
Ayrıca, Havza Yönetimi Çerçeve Yasası çıkartılmalı. TBMM’de bulunan Dönüşüm Alanları Kanunu Tasarısı ve Kıyı Kanunu gibi tasarılar geri çekilip toplumsal uzlaşma ile yeniden hazırlanmalı. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı engellenmeli. Doğru toprak işleme yöntemlerine, kimyasal gübre yerine organik gübre kullanımına, meyilli arazilerde teraslamaya, gerekli alanlarda rüzgâr perdelerine teşvik getirilmeli.
Küresel iklim değişimi, hızla artan nüfus, tarım alanlarının yanlış kullanımı, erozyon ve su kaynaklarımızın azalması ile birlikte gıda güvenliğimiz de tehlikede. Bu nedenle, Kyoto Protokolü’nün önerdiği politikalar arasında, “sürdürülebilir tarımın desteklenmesi” şeklinde önemli bir madde bulunuyor. Kyoto Protokolü bu konuyu gündemde tutması bakımından önemli bir rol oynuyor.
Paylaş
Tavsiye Et