ASYA’NIN ejderhası, bir yandan 21. yüzyılın ilk büyük küresel-kapitalist finansal krizinde sistem içindeki rolünü yeniden tanımlama sürecine girerken diğer yandan otuzuncu yılını dolduran açılım reformlarını (Gai Ge Kai Fang) kutlamaya devam ediyor. Mao sonrası Deng Xiaoping önderliğinde başlatılan “Açılım Politikaları”, her ne kadar post-Keynesyen regülasyon dönemine rastlasa da, Çin Komünist Partisi kabul ettiği ilkeler ışığında “Çin tarzı gelişme” modeline sıkı sıkıya bağlanmış durumda.
Temel direğini ekonomik politikaların oluşturduğu Açılım Politikaları, genel olarak ülkeyi baştan aşağı yeniden imar etmeye yönelik sosyal, siyasal ve kültürel reformları içeriyor. İlk açılım kararları, 18 Aralık 1978 tarihinde Pekin’de yapılan 11. Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi toplantısında alındı. Mao dönemindeki kültür devrimi sırasında çok büyük sarsıntı yaşayan bürokrasinin yeniden kurumsallaşması yönünde alınan kararlar bağlamında, 5,7 milyon kişi arasında yapılan sınavlardan sonra 270 bin kişi seçilerek üst düzey yönetici sıfatıyla atandı.
1980’lerle beraber reformlar siyasal açılımları da beraberinde getirdi. Hong Kong, Tayvan ve Macao’nun mevcut statülerinin devlet nazarında meşru bir siyasal teoriye oturtulması için Deng Xiaoping önderliğinde “tek ülke iki sistem” sloganı gündeme getirildi. Bu slogan aynı zamanda, 1997’de Hong Kong’un İngiliz, 1999’da da Macao’nun Portekiz kontrolünden çıkıp anakaraya bağlanmasında kolaylaştırıcı bir etken oldu. Bu minvalde gelişen yumuşak dış politika çizgisi Tayvan’la ilişkilerde de hissedildi ve 2005’te Lien Chan, ilk Kuomintang lideri olarak, anakaraya stratejik bir ziyaret gerçekleştirdi. Her ne kadar dışarıdan “insan hakları” ve “demokrasi” eksikliği üzerine eleştiriler yapılsa da, bu dönemde hem Tayvan hem de Tibet ve Doğu Türkistan sorunlarında Çin, hassasiyetini korumaya devam etti. Aynı demokrasi eleştirileri, Çin Komünist Partisi’nin merkezî konumunu da sorguladığı için “Çin tarzı gelişme” sloganı, Çin iç politikasının da en azından dışarıya dönük yüzünü meşrulaştırıcı bir kavram olarak halen kullanılıyor.
1980’lerle beraber ekonomide merkezî planlama ile sanayileşmeyi, işgücü ve sermaye akışını düzenleyici tedbirler alınarak yeni kalkınma stratejileri geliştirilmeye başlandı. Sanayi üretimini ve emek gücünü en yüksek seviyeye çıkarma noktasındaki çalışmalar, devlet eli ile sanayileşmeden yavaş yavaş özel sektöre kaymaya başladı. 1986 yılında girişimciliğin desteklenmesi için ilk meclis kararları alındı ve devletin ekonomi üzerindeki etkileri ilk defa tartışmaya açıldı. Çin’de 1990’dan itibaren iki önemli ticaret merkezinde resmî olarak kurulan hisse senedi piyasaları da ekonomik açılımın boyutunu göstermek açısından manidardı. Şanghay’da Putong bölgesinin özel ekonomik statü kazanmasından, Şenzhen gibi balıkçılıktan başka hiçbir iktisadi faaliyeti olmayan bölgelerin ticaret merkezi haline gelmesine kadar önemli ekonomik reformların uygulanmasında, devlet elitleri ile sermayenin işbirliğinin etkisi büyük oldu. Bu minvalde Deng Xiaoping’in 1992’deki meşhur Güney Çin gezisi, Açılım Politikaları’nın devlet tarafından desteklendiğini göstermesi bakımından dikkate değerdi. Ekonomik alandaki bu çalışmalar, 1997’deki 15. Çin Ulusal Kongresi’nde alınan “devlet girişimlerinin tamamıyla durdurulması kararı”nı derinden etkiledi. 2000 yılında Çinliler tarafından “ekonomik mucize” denilen gelişmeler yaşanmaya başladı ve Çin’in gayri safi milli hasılası ilk defa 1 trilyon doların üzerine çıktı. Döviz rezervi de Ekim 2006’da 1 trilyon doların üzerine çıkarak dünya ekonomileri arasında zirveye ulaştı.
Açılım Politikaları çerçevesinde yapılan reformların bir diğer etkisi sosyal ve kültürel hayat üzerinde oldu. Bugünlerde Çinlilerin bir kısmının olumlu bir kısmının ise olumsuz gördüğü sosyal değişimler, modernleşme ile yeni yüzleşmeye başlayan Çin halkı için çok hızlı gelişti. İmparatorluk döneminden Cumhuriyet devrimine, milliyetçilerle komünistler arasındaki iç savaştan Japon işgaline, komünist devrime ve bugünlerde Mao sonrası Açılım Politikaları’nın yeniden ideolojileştirilme çabalarına kadar son yüzyıl içinde Çin’deki sosyal hayatı derinden etkileyen birçok olay vuku buldu. Pekin’den Şanghay’a ve Güney Çin’e kadar hemen her şehirde yaşanan sosyal kırılmalar, değer çatışmaları, komünist dönemden sonra yeni bir kavram olarak beliren gelir adaletsizliği, ilk göze çarpan değişimlerden.
Açılım Politikaları çerçevesinde sosyal ve kültürel hayatta derin bir etki bırakan kararların ilki “Aile Planlaması” oldu ve 1979’daki kongre kararları ile büyük şehirlerde yaşayan vatandaşlara ve özellikle parti üyelerine tek çocuk yapmaları konusunda sert yaptırımlar uygulandı. 1983’te ilk beş yıldızlı otel Hong Konglu bir işadamı tarafından kuruldu; 1987’de ise Amerikan fast food devi KFC ilk mağazasını Pekin’de açtı. 1994’te ilk defa internetle tanışan Çinliler, ilk etapta 77 ülke ile bağlantı kurabiliyordu. 2007 yılı rakamlarına göre ise Çin’de resmî olarak 220 milyon internet kullanıcısı bulunuyor. Değişimin bir başka göstergesi olan tüketim kültürü oluşturma yönündeki ilk adımlar da parti kararları ile atılmaya başlandı. 1995’te ilk defa çalışma gün ve saatlerinde düzenleme yapıldı ve beş gün iş, iki gün tatil zorunluluğu getirildi. Bütün bu değişimlerin ortak noktası ise yeni üretim-tüketim ilişkilerinin sosyal hayatı doğrudan etkilemesiydi.
Ekonomik, siyasal ve sosyal alanda Çin tarihinin belki de en büyük değişimlerinin temelini oluşturan bu gelişmeler, müzik kültüründen kadın-erkek ilişkilerine, mimariden şehir planlamasına kadar birçok alanda somut olarak etkisini göstermeye devam ediyor. Nüfusu, özgün kültürü, ekonomisi, siyaseti ve modernleşmeyle yüzleşen insan tipi ile dünyanın bu en dinamik ülkesi, Deng Xiaoping’ten sonraki liderini arıyor. “Fare’yi yakalayabildiği müddetçe kedinin siyah veya beyaz olması önemli değildir” diyen Deng Xiaoping ve halkı, aynı pragmatizmin sancılarını sosyal ve siyasal hayatta yaşayacak mı, yoksa bu sorunlara da “Çin tarzı gelişme” teorisi ile bir çözüm mü üretecek? Herkesin merak ettiği sorunun cevabının bu sefer kapılarını dünyaya kapatmış bir Çin tarafından değil, dışarı ile ilişkilerini had safhada geliştiren ve küresel sisteme göre pozisyonunu nesne değil özne olarak belirleyen bir Çin tarafından verilecek olması, cevabın içeriğini daha da önemli kılıyor.
Paylaş
Tavsiye Et