SAMUEL Huntington 89 yaşında, Aralık 2008’in son günlerinde, tüm dünyayı etkileyen Amerikan finansal krizi ile Gazze’de savaşın yaşandığı ve ABD’de Barack Obama’nın başkan seçildiği bir dönemde öldü. Başkan Lyndon Johnson (1963-1969) döneminde karşı devrim uzmanı olan Huntington, 1993’te dünyaya artık siyaset ya da iktisadın değil, kültürün hâkim olacağını açıkladığı “Medeniyetler Çatışması” başlıklı makaleyi yazmıştı.
Etnik, ekonomik ya da coğrafi amaçlardan ziyade toplum, grup, kimliğe önem atfeden Huntington’ın teorisine göre, 21. yüzyılın önemli savaşlarının kaynağı medeniyet olacaktır. Dünyayı sekiz muhalif “medeniyetler”e bölen Huntington’ın ilgisini sadece iki medeniyet çekmiştir: Çin ve özellikle İslam. İslam medeniyetinin “kanlı sınırları”nı betimlemiş, bu çerçevede Bosna, Sudan, Çeçenistan ve Pakistan gibi çeşitli savaşları analiz etmiş ve “Batı’nın sorunu İslamcılıkla değil İslam’ladır” demiştir.
Ancak gerçekte “medeniyetler çatışması” kavramı Huntington’a ait değildir. Paul Wolfowitz ve Bush dönemindeki yeni-muhafazakârlara yakın ve İsrail politikasının şartsız destekleyicisi olan İngiliz akademisyen Bernard Lewis The Middle East and the West (1964) adlı kitabında “Yakın Doğu krizi ülkeler arasındaki anlaşmazlıktan değil, medeniyetler çatışmasından kaynaklanmaktadır” demiştir. Bu deyim, Alain Gresh’in belirttiği gibi Lewis’in kendisi tarafından 25 sene sonra “The Roots of Muslim Rage” makalesinde tekrar ortaya konmuştur: “Bu, medeniyetler çatışmasından başka bir şey değil; eski düşmanımızın, Yahudi-Hıristiyan mirasımıza karşı tepkisi mantıksız olabilir ama kesinlikle tarihseldir. Medeniyetler çatışmasının uluslararası ilişkilerde önemli bir nokta olduğunu çoğumuzun kabul edeceğini düşünüyorum.”
Lewis’in görüşünün merkezinde yer alan “medeniyetler çatışması” öncelikle açıkça tanımlanan “İslam” ve “Batı” (ya da Yahudi-Hıristiyan medeniyeti) grupları arasındaki çatışmadır. Filistinliler İsrail’in bitmeyen işgaline karşı değildir, Araplar ABD’den İsrail’i desteklediği için nefret etmemektedir; Müslümanların asıl reddettikleri şey, özgürlük ve demokrasidir. Lewis’e göre Kosova Savaşı, “Müslümanların kafirler tarafından yönetilmek istememeleri” ile açıklanabilir.
Filistin, Medeniyetler Çatışması’nın Neresinde?
Modern dönemde emperyalizme karşı direniş hareketlerinin başlangıcından itibaren Batı’da saldırgan, şiddetli, yayılmacı ve Batı’yı dize getirmek isteyen bir İslam fikri gündemde tutuldu. Müslüman ülkelerin zaaflarını, bölünmüşlüklerini, Batı’ya karşı bağımlılıklarını, kendilerini yenileme ve geliştirme konusundaki yetersizliklerini göz önünde tuttuğumuzda bu fikir insanı gülümsetebilir. Buna rağmen bu fikir, medya gücünün yardımıyla Batılıların aklına, neredeyse İslam ve terörizmin bağdaştırılması kadar yerleşti. Oysa Müslüman ülkeler de Batı’yı sarsan aynı terörizme maruz kalıyor; üstelik sömürgecilik döneminden beri uğradıkları işgaller de cabası... Ama bunların önemi yok; Batılılar, yine de belirsizliği, karışıklığı ve Haçlı Seferleri zihniyetini beslemeye devam edeceklerdir.
Bugün “uluslararası terör ile mücadele” artık kullanılan en muteber ve meşru paradigma haline geldi. Filistin’in bağımsızlığı için verilen mücadele, bölgenin “tek demokrasisi ve tek Batı yanlısı devleti olan İsrail’in istikrarsızlaştırılması”na indirgendi. İdeolojisini paylaşır veya paylaşmazsınız, ama Hamas örneğinde görüldüğü gibi, bağımsızlık mücadelesi yürüten örgütler ile terör grupları arasındaki çizgi, bilinçli olarak manipüle edildi ve hepsi bir kazanda kaynatıldı. Oysa İsrail-Filistin arasındaki meselenin, hem alabildiğine modern hem de dinî olmaktan çok siyasi bir mesele niteliği taşıdığı biliniyor; zaten Hamas da toprak için savaşıyor.
Yahudi-Hıristiyan Çatışmasından “Ortak Düşman Müslümanlar” Konseptine Geçiş
24 Ocak 2009 tarihli Le Monde gazetesine göre, İsrail ordusunun Gazze’den çekilmesinden sonra sağlam kalan nadir evlerin birinde İsrailli askerler tarafından “Arapların yeri, yerin altıdır. Gerçek Givati (İsrail ordusunun elit ünitesi) iseniz Arapları öldürmelisiniz” şeklinde tebeşirle yazılan yazılar okunabilir. Guantanamo’daki mahkumlar için kurulan askerî mahkemelerin eski savcısı, Le Monde gazetesine (14 Ocak 2009), “11 Eylül 2001 saldırılardan sonra düşmanımı cezalandırmak için tayin edilmemi istedim. Benim için Hıristiyanlar Müslümanlara karşıydı, iyilik kötülüğe karşıydı ve bizler iyilerin tarafındaydık” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu.
Savcının arzularını ifade etmek için “medeniyetler çatışması”ndan daha iyi bir deyim bulunamaz. İsrail’in Gazze’de uyguladığı politika da İslam-Batı çatışmasının bir parçası. İsrail ile Amerikan yeni-muhafazakârları arasındaki yakınlık entelektüel yakınlığın ötesinde.
İslam’a karşı beslenen nefret, Filistin halkının inkarı ve tecridi, İsrail’in BM’nin hiçbir kararını dikkate almaması ve yaşanabilir bir Filistin devletinin kurulmasına inatla karşı koyması… Tüm bunlar medeniyetler çatışmasının oluşumu için nesnel şartları yaratıyor. Batı’nın ve özellikle Avrupa’nın, İsrail’in dünyanın bu bölgesinde uyguladığı politikanın tehlikeli olduğunu ve bunda sorumlulukları bulunduğunu fark etmesi gerekiyor.
“Medeniyetler çatışması” kavramının uzmanları ve Amerikan yeni-muhafazakârları Batı’nın varlığını düşmansız düşünemiyorlar. Eskiden bu düşman komünizmdi, günümüzde ise İslam. Filistin mücadelesi hemen İslam’ın Batı’ya karşı bir mücadelesi olarak tanımlanıyor. Eski düşmanın yerine yeni bir düşman konuyor. Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in sözleri bu bağlamda ilginç. 1543 yılında kaleme aldığı Yahudilere ve Yalanlarına Dair başlıklı kitabında “ahlaksızlığın milleti”, “onlar Allah’ın insanları değiller, soyları hakkındaki cüretleri, sünnetleri ve kanunları döküntü olarak algılanmalı” diyor. Yahudilere karşı önerdiği tedbirler arasında sinagoglarının, okullarının ve dua kitaplarının yakılması ile onlara acımasızca zulmedilmesi var. Ve sonuç olarak “Hepsini öldürmemekle suç işlemekteyiz” şeklinde bir açıklamada bulunuyor. (Gérard Mordillat ve Jérome Prieur, Jésus sans Jésus, 2008, s.243)
Alman filozofu Karl Jaspers, bunda bir Nazi programını öngörüyordu. Ayrıca Hitler, bir “Luther günü” ilan etmiş ve Luther’in doğum tarihi olan 10 Kasım 1938 tarihinde sinagoglar yakılmıştı… Martin Luther’in bu savları neyse ki çoktan bırakıldı. Yeni-muhafazakârlar ve İsrail devleti açısından durum şu ki, artık düşman Yahudiler değil Müslümanlar.
Görevine başlarken yaptığı konuşmasında Barack Obama ise ABD’yi “Hıristiyanlar, Müslümanlar, Hindular ve ateistler milleti” olarak tanımladı ve “Bilime hak ettiği yerini tekrar vereceğiz” diyerek yönetimdeki tüm köktendinci etkilere son verdiğini ima etti. Bu vaatlerin yerine getirilmesi kuşkusuz “medeniyetler çatışması” tezini sarsacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et