Konuşan: Hilal Turan
Töre nedir? Sosyolojik ve antropolojik açıdan nasıl anlamlandırmalıyız töre kavramını? Sosyolog Ferdinand Tönnies’nin cemaat-cemiyet ayrımı vardır biliyorsunuz. Tönnies, geleneksel yaşamdan modern yaşama geçiş sürecinde toplumların cemaat yapılarından çıkıp cemiyet haline geldiğini söyler. Yani Almanca Gemeinschaft-Gesellschaft farkı. Cemaat, herkesin birbirine benzediği, mekanik dayanışmaya bağlı bir toplumsallıktır. Burada “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” ilkesi geçerlidir. Yani “birey” yoktur. Cemiyet ise bireyin ortaya çıktığı; bireylerin birbirinden farklı yaşamları, organik bir dayanışma ve işbölümü içerisinde sürdürdüğü toplumsallıktır. Bu, Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” mısrasına benzetilebilir. Cemiyette hem bir birey olarak tekliğin, hürlüğün içerisindedir insanlar hem de bir ormanın bütünlüğünü koruma yolunda karşılıklı etkileşim, işlevsel olarak yardımlaşma vardır. Cemiyet olamamış toplumsal ortamlarda “birey” yoktur. Bu noktada iki unsur önem kazanır: Gelenek ve töre. Gelenek cemaat aklı, töre de cemaat hukukudur. Bir toplumsal ortamı modern bir dönüşüm sürecinde cemiyete çeviremediğiniz, insan ilişkilerinde iş bölümünde meslek farklılaşmasını, bireyin ortaya çıkmasını sağlayamadığınız noktada cemaat toplumsallığı hükmünü korur. Orada da töre, devletin hukukunun önüne geçer.
Bildiğiniz üzere 4 Mayıs’ta Mardin’in Bilge köyünde bir katliam yaşandı. İlk etapta olay, medyada hemen töre ile ilişkilendirildi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu olayı? Töre ile ilişkisi nedir?
Güneydoğu’da geleneksel yapıyı alabildiğine örseleyen ama tamamen ortadan kaldıramayan bir modernleşme girişimi var ve sonuçta ne gelenek eskisi gibi etkili ne de modern yaşamın gerekleri hayata geçebiliyor. İki arada bir derede kalmış toplum, geleneğin bir parçası olan töreyi de uygun bir biçimde hayata geçiremiyor. Törelerde örneğin kadına, çocuğa dokunulmaz. Kan davası, erkekler arasında sürer. Günümüzde kan davası hâlâ var ama onun kuralları örselenmiş. Modern yaşam, gelişen silah teknolojisi ve siyasi çatışma ortamının etkisiyle ortada ne töre tam olarak hükmünü sürdürebiliyor ne de modern toplumun gereği olan devlet hukuku tam olarak hayata geçebiliyor. Bu, dehşet verici bir sonuç.
Sizin bölgede bizzat gözlemlerde bulunduğunuzu biliyoruz. Teorik olarak töre dendiğinde zihinlerde oluşan şeyle acaba orada karşılaştığınız yapı ne kadar örtüşüyor?
Ben Mardin olayından birkaç hafta önce bölgedeydim. Mardin, Siirt, Batman ve Diyarbakır’da bir etnografik çalışma yaptım. Burada geleneksel yaşamın, cemaat toplumsallığının aktörlerinin, yani töre hukukunu hayata geçirecek unsurların alabildiğine tasfiye edilmiş olduğunu gördüm. Bölgede siyasi bir çatışma ortamı var. O alıştığımız aşiret yapısı yavaş yavaş kırılıyor, ama tamamen de yok olmamış. Eskiden aşiret kavgalarını, kan davalarını, geleneksel yaşam içerisinde arabuluculuk yaparak, tarafları yatıştırarak çözen dinî önderler, şeyhler vardı. Şimdi bunların da inisiyatifi, etkisi azalmış. Bu etkinin azalmasının iyi ya da kötü olduğunu söylemiyorum. Ama eskiden bu tür aşiretler arası kavgalarda, sorunu çözmeye çalışan aktörler dinî otorite içerisinden çıkıyordu. Modernleşme, geleneksel kriterleri ve geleneksel yaşamın önde gelen aktörlerini bir şekilde tasfiye etme sürecinde; ama tamamen ortadan kaldırmış da değil. Öyle olunca insanlar, iki arada bir derede kalmışlık içerisinde, bir aile kavgası, üstelik de Mardin olayındaki gibi çok yakın akraba iki aile grubu arasında bir çatışma söz konusu olduğunda, kendilerine özgü yeni bir kural ortaya koyuyorlar: “Yaşamak istiyorum; bunun için kanlım olan sülaleyi, grubu topyekun yok etmem gerekiyor.” Yani beşikteki çocuğa kadar öldürüp, soyunu kurutmak… Saldırganların söyledikleri de tam olarak bu. Eskiden kan davasının ya da aşiret içi çatışmaların bir şekilde kendine göre bir raconu, bir değerler sistemi vardı. Ama şimdi hayatını sürdürme ve bu anlamda da kan davasını bir an önce sonlandırma arzusu böyle topyekun bir imhayı, soy kurutma anlayışını öne çıkarmış görünüyor.
Bildiğiniz gibi töre, gündemimize hep cinayet ve namus gibi birtakım başka kavramlarla birlikte giriyor. Bölgedeki tüm asayiş olaylarına, yeterince irdelenmeden, öcüleştirilmiş bir töre kavramı yapıştırılıyor gerek medyada gerek entelektüeller arasında. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, aslında sosyolojik olmaktan uzak, modernist bir yaklaşım. Bu modern yaklaşım, meseleye ideolojik bakıyor. Hep kendi içinde bulunduğumuz toplumsal iklimin dinamikleri üzerinden bambaşka bir toplumsal iklime ilişkin hükümler veriyoruz, onu yargılıyoruz. Cemaat toplumsallığının aşılamadığı, bireyselleşmenin ortaya çıkmadığı, meslekî çeşitliliğin kendisini göstermediği, eğitimin sadece okuma-yazma olmaktan öteye geçemediği bir ortamda töreyi yok edemezsiniz, geleneğin etkisini ortadan kaldıramazsınız. Modernleşme neşterini geleneğe vuruyorsunuz ama geleneği oradan koparıp alamıyorsunuz. Yani gelenek hâlâ bedenden kopmamış, fakat kanıyor bir yandan da. Bu durumda bunlara istediğiniz kadar “töreniz batsın” diyebilirsiniz, lanet okuyabilirsiniz; ama sonuçta sadece kendi ruhunuzu tatmin edersiniz. Neticede bu sosyolojik bir bakış olmaz. Ne yazık ki Türkiye’nin her tarafında modernleşme süreci benzer şekilde sancılı bir süreç olarak cereyan etti. Bu tabii sadece sosyo-ekonomik düzeyde gerçekleşmedi. Siyaset de Cumhuriyet döneminde bu modernleşme sürecinin çok önemli bir belirleyeni olarak işin içinde hep yer aldı ve sorunu daha da katmerli hale getirdi. İşte bu son yaşananlar, bizim düşe kalka modernleşmemizin Güneydoğu’da karşımıza çıkan bir örneği.
Peki, meseleye dair öngörünüz var mı? Bu sorun daha da büyüyerek önümüzdeki dönemde çok daha ciddi bir şekilde karşımıza çıkabilir mi?
Evet, öyle bir tedirginliğim var. Çünkü kamuoyunda da vicdan muhasebesi yapılmıyor. Bu yüzden Mardin’deki olay, artık kan davasından muzdarip olmak istemeyen benzeri gruplar açısından emsal bile teşkil edebilir. Biz medyada bunun ne kadar kötü, ne kadar yanlış bir şey olduğunu işliyoruz. Ama sonuçta aşiret yapısının, bölümlenmiş soy yapısının hâkim olduğu, cemaat toplumsallığının hayatın akışını belirlediği bir yerde bizim söylediklerimiz pek de bir anlam ifade etmez. Sözlerimiz havada uçar, kaybolur. Dolayısıyla kısa vadede emsal olma tehlikesi mevcut. Buna karşı alınabilecek önlemlere gelince, devlet silahlanmayı daha etkin kontrol edebilir ve bölgenin kültürel yapısını, toplumsal dokuyu iyi bilen sosyal bilimciler yoğun bir biçimde faaliyet gösterebilir.
Paylaş
Tavsiye Et