PHİLİP Mansel, Costantinople adlı eserinde İstanbul’dan “Dünyanın arzuladığı şehir / City of the world’s desire” diye bahseder. Gerçekten de Fatih’in İstanbul’u fethettiği 1453 yılından günümüze değin bu şehirde ve dünyada yaşanan onca gelişmeye rağmen değişmeyen tek şey İstanbul hakkındaki bu kanaattir.
Fethi müteakiben özellikle 16. asırda İstanbul, kültür ve sanat merkezi olmuş; bugün nasıl gençler eğitim için yurt dışına Amerika veya Avrupa’ya gidip kendilerine oralarda gelecek arıyorlarsa o devirde de çeşitli coğrafyalardan gençler aynı maksatla devrin en ileri kültür ve sanat merkezi olan İstanbul’a gelip sanatlarını burada icra etmek için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Söz gelimi İtalya’dan İstanbul’a sanatçı gönderimleri Rimini Lordu Sigismondo aracılığı ile olmaktaydı. Fatih’le iyi ilişkiler içinde olan Lord, Sultan’ın isteği üzerine İstanbul’a çeşitli alanlarda sanatkâr göndermiştir. Doğu için de aynı durum söz konusuydu. Gerek Hüseyin Baykara Sarayı’ndan gerekse İran’dan birçok sanatçının ve gencin İstanbul’a gelerek hem sanatlarını icra ettikleri hem de sanat öğrendikleri bilinen bir gerçektir.
1980’li yıllara gelindiğinde İslam Konferansı Teşkilatı’na bağlı olarak İstanbul’da kurulan IRCICA, üç senede bir milletler arası hat yarışmaları organize etmeye başlar. Bu yarışmalar başta günümüz hat sanatı olmak üzere geleneksel sanatlarımıza olan ilgiyi artırmıştır. Bu ilgi sadece İslam ülkeleriyle sınırlı kalmamış, 1984 yılında Amerika’dan Muhammed Zekeriya’nın (66) İstanbul’a gelmesi ve Üstad Hasan Çelebi’den hat meşkine başlamasıyla Batı’ya yeni bir pencere açılmıştır.
Ancak klasik İslam sanatları sabır ve zaman istediği için sanat meraklılarının İstanbul’a defalarca gelip hoca ile görüşmeleri gerekmektedir. Gelemedikleri zaman ise posta vasıtasıyla hocayla irtibat sağlamaktadırlar. Muhammed Zekeriya bu uygulama ile1987 yılında icazetini alır. Onun klasik İslam sanatlarına olan ilgisi hatla sınırlı kalmaz; ebru, kağıt ve biraz da tezhip çalışır; eski yazmalarda gördüğü her bir klasik bilgiyi bizzat uygular. Bugün Amerika’da birçok talebesi mevcuttur ve bu sanatları öğretmektedir. Yine belli aralıklarla hocasını ziyarete gelip meşklerini ve istiflerini göstermeye devam etmektedir.
Diğer yandan Balkanlardan Osmanlı sanatına hayran bir başka genç Kazım Hacı Meyliç (42) İstanbul’a gelip burada sanat hayatına başlar. Mimar Sinan Üniversitesi’nde klasik sanatlarda hat ana dalından mezun olur, fakültede kalır ve cilt sanatında doktorasını tamamlar. Birçok eski ciltlerin restorasyon ve konversasyonunda çalışır. Öte yandan Hasan Çelebi’den de sülüs-nesih meşk ederek icazetini alır. 2000’lerin başında ülkesine döner. Bugün Saraybosna’da Akademi’de hem hocalık yapmakta hem de Avrupa’da bu alanda profesyonelce çalışmalarını sürdürmektedir.
1990’lı yılların ortalarında dünyanın bir diğer ucu Japonya’dan Kouichi Honda (53) İslam hat sanatına merak sarar ve öğrenmek için İstanbul’a gelir. Onun müracaat merkezi Fuad Başer ve Üstad Hasan Çelebi olur. Gerek posta yoluyla gerek İstanbul’da kalarak hat sanatında başarılı olan Honda, bu arada İslam’ı seçer ve Fuad adını alır. Halen Japonya’da bu sanatın öğreticiliğini yapmakta, yetiştirdiği talebeleri ise yarışmalarda iyi dereceler almaktadır.
90’lı yılların sonunda bu kez İngiltere’den Pakistan asıllı genç bir hanım Soraya Syed (29), Londra’da düzenlenen bir hat kursunda Hattat Efdaluddin Kılıç’tan başladığı hat meşkini İstanbul’da devam ettirmeye karar verir. Soraya’nın İstanbul’a geliş gidişleri uzun yıllar devam eder. Hatta evlenince eşiyle İstanbul’a yerleşir; iki yıl kadar bir sürede de icazet alır.
Aynı yıllarda Japonya’dan hat’a meraklı ve bir reklam şirketinde grafik tasarımcısı olan Takehiko Tsubakino (Taki) ve bir şirkette yönetici olan eşi Shuzi Tsubakino, Tokyo’daki işlerini bırakarak İstanbul’a gelirler. Burada yaklaşık iki yıl kalırlar. Taki, Efdaluddin’den hat, eşi Shizu ise günümüz akademisyen müzehhiplerinden Gülnihal Küpeli’den tezhip dersi almaya başlar.
Batı’dan İstanbul’a hat sanatı öğrenmeye gelip buraya yerleşen bir diğer genç hanım ise, İspanyol Nuria Gracia Masip’tir. Amerika’da George Washington Üniversitesi’nde İspanyolca ve Fransızca filolojilerini 1999 yılında bitiren Nuria, İslam sanatlarına merak sarınca önce Fas’a gider. Hat sanatı dışında çinicilik, oymacılık gibi sanatları da dener; ancak hat sanatının gizemine kapılır. Fas’ta Muhammed Zekeriya’nın ders verdiğini öğrenince tekrar Washington’a döner. Evlendikten sonra 2003 yılında İstanbul’a gelmeye karar verir. Halen Davud Bektaş’ın talebesidir. 2006 sonbaharında Almanya’ya taşınmasına rağmen Nuria, ayda bir sadece 48 saatliğine İstanbul’a gelip hocasına meşklerini gösterdikten sonra tekrar geri dönmektedir.
Batı ülkelerinden İstanbul’a gelen klasik İslam sanatlarının son meraklıları, dört İngiliz genç hanımdır. Bunlardan ikisi tezhip, diğer ikisi hat meşki için gelirler. Gülnaz Mahboob (30), Londra’da SOAS’ta sosyoloji öğrenimini tamamlayıp aynı branşta master da yapmıştır. Ne var ki Londra’da Hattat Nassar Mansour’dan başladığı hat meşkini burada sürdürmek için oradaki işini bırakır ve Üstad Hasan Çelebi’den arkadaşı Citi Yousoff ile birlikte ders almaya başlar. Londra’da VITA Enstitüsü (Visual Islamic Traditional Art)’nde tezhip öğrenmeye başlayan Unaza ile Jasmin Khathrada da İstanbul’da Ayten Tiryaki ve Gülnihal Küpeli’den tezhip dersi almaktadırlar.
İstanbul’a klasik sanatları öğrenmeye sadece Batı ülkelerinden değil, İslam ülkelerinden gelen meraklılar da çoktur. Halen Fas’ta Kral Muhammed’in sarayında hat hocalığı yapan Hamidi Belaid (48) bunlardan biridir. 90’lı yıllarda muhtelif zamanlarda İstanbul’a gelip Hasan Çelebi ve rahmetli Prof. Dr. Ali Alparslan’dan hat meşkederek birkaç yazı dalında icazet alır. Kuveyt’ten Ayman Hassan 1998’den beri, Şam’dan Anas ise 2000’li yıllardan beri İstanbul’a gelip giderek hat sanatında icazet almışlardır.
90’lı yılların sonunda bu kez rahmetli Ürdün Kralı Hüseyin’in yeğenlerinden 60 yaşlarındaki Prens Ali, hat sanatına merak sarar ve çocukluğunu geçirdiği İstanbul’a gelerek Hasan Çelebi’den hat meşkine başlar. Uzun süre İstanbul’da kalamasa da posta ve konsolosluk vasıtasıyla meşklerini düzenli olarak Hasan Çelebi’ye göndererek bu alanda icazetini alır.
Aynı dönemde Dubai’den iki genç hanım, klasik İslam sanatlarını merak eder ve IRCICA vasıtasıyla İstanbul’a gelir. Fatıma Saeed (27) Hasan Çelebi’den hat öğrenirken, Saime Çelebi’den de tezhip dersleri almaya başlar. Arkadaşı Majida Selim Muhammed ise hat ve tezhiple beraber Hikmet Barutçugil’den de ebru öğrenmeye başlar. Bu iki arkadaş artık yazlarını İstanbul’da kiraladıkları evde geçirmeye başlarlar.
İstanbul’a gelen bir başka yabancı çift ise İran’dan Jawad Khoran (29) ve eşi Adile Hanım’dır. Ümraniye’ye yerleşen Khoranlar’dan Jawad, Mehmed Özçay’dan hat öğrenirken hanımı Adile de hem hattat hem de müzehhip olan Ayten Tiryaki’den tezhip çalışmaya başlar.
Bunlar sadece geçtiğimiz 15-20 yılda İstanbul’a klasik sanatları öğrenmeye gelen genç veya orta yaşına erişmiş yabancılar. Hepsinin hikayesi, ırkı, mesleği, dini farklı; ancak bunların en önemli ortak yanları İslam ülkeleri içerisinde İstanbul’u klasik İslam sanatlarının öğretim merkezi olarak seçmeleridir. Bunun yanı sıra, hızla ilerleyen teknoloji çağında bunca modern sanatın gelişmesi ve yaygınlaşmasına rağmen bazılarının eski sanatlar dediği, ancak asla eskimeyen klasik sanatların insana huzur ve feyz veren o büyüleyici atmosferinde kendilerini mutlu hissetmeleridir.
İstanbul’u tercih etmenin arka planına bakıldığında, adeta bu güzel şehir ile alakalı çok iyi bilinen “Kur’an Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı.” darb-ı meselinin ruh bulması görülmektedir. Bu darb-ı meselin harf devriminden sonra da geçerliliğini koruması ilginçtir. Türkiye 1928’den bu yana artık alfabesini değiştirmiş, Latin harflerini günlük hayatta kullanır olmuştur. Bu durumda İstanbul’un yerini Arap harflerini sürekli kullanan diğer İslam ülkelerinin alması gerekirdi. Ancak olmadı, olamadı. Bu önemli hadisenin kökeninde Türkiye’de harf devriminden sonra klasik hat sanatında köprü vazifesini gören merhum Hamid Aytaç, Halim Özyazıcı, Necmeddin Okyay, Kemal Batanay, İsmail Altunbezer gibi vefakâr ustaların talebelerini klasik metottan ödün vermeden yetiştirmeleri yatmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de hat sanatını öğreten ve öğrenenlerde klasik nokta ölçüsü kurallarına ya da bir başka deyişle geleneğe sıkı sıkıya bağlılık vardır. Çünkü Arap alfabesini kullanan diğer İslam ülkelerinde hat sanatında modernizm adına yaşanan deformasyonun Türk-İslam geleneğinde yaşanmaması, düzenlenen uluslararası hüsnühat yarışmalarında derecelerin Türk hattatları ve Türk hocalardan yetişen hattatlar arasında paylaşılır olması İstanbul’un bu alandaki konumunu halen daha büyük bir hassasiyetle devam ettirdiğinin bir göstergesi olmuştur. Üstad Hattat Hasan Çelebi Hoca’nın ifadesiyle, “Beynelmilel yapılagelen hat sanatı yarışmalarında bunca yıldır, herkes okkasını darasını bilmiş, hat sanatı zapt u rapt altına alınmıştır. Bütün İslam ülkelerindeki hattatlar birbirini tanımakla beraber bu konuda İstanbul’da/Türkiye’de uygulanan geleneksel nokta ölçüsünün anlam ve önemi kabul edilmiştir.” İslam ülkeleri de dahil dünyanın çeşitli coğrafyalarından, çeşitli ırk ve dinden insanların İstanbul’a gelmeye başlaması bu nedenledir. Ve İstanbul 21. asrın hemen başında, tıpkı 16. asırda olduğu gibi Hattat ve Eczacı Uğur Derman’ın ifadesiyle “Tekrar geleneksel Türk-İslam sanatlarının merkezi haline gelmektedir.”
Paylaş
Tavsiye Et