2006’NIN son ayında İran Sanat Akademisi’nin düzenlediği bir sempozyumu takip etmek üzere Tahran Mehrabad Havaalanı’na ayak bastığımızda sabahın erken saatleriydi. Karşımıza çıkan geleneksel giysilerine bürülü memure hanımları fotoğraflamak üzere makineme davrandığımda şu uyarıyla karşılaşıyorum: “Dikkat et, makinene el koyarlar!” Bu uyarıyla birlikte bir “yasaklar ülkesi”nin sınırları içerisinde olduğum gerçeği dikiliyor karşıma. Öyle ya, İran’dayım. Nükleer santralleri ve siyah giysili kadınlarıyla dünya barışını tehdit eden İran!
İran’ı karakterize edebilecek bir fotoğraf almak üzere geleneksel kıyafetleri içerisindeki İranlı hanımlara yöneldiğimde makineme el konulma tehlikesinden ziyade beni rahatsız eden şey kendi tavrım oluyor. Zira bir oryantalistten farklı davranmalıyım. Yaygın kanaatin aksine, ‘harem’ denilen kimi büyük camiler hariç, çador giymek çoğu yerde zorunluluk değil. İran’ı karakterize edebilecek neredeyse tek görüntü olarak siyah çadorları içerisindeki hanımları seçmek bu medeniyetin mensuplarına haksızlık sayılır.
Taksi Şoförü Yönetmen / Toplum ‘Artist’
İran’ın dünyaca kabul görmüş karakter haritasında sanat hiç şüphesiz baskın bir özellik sergiliyor. İran’ın haritadaki yerini bilmeyenler bile halılarının ününü bilir. Gerek mimaride gerekse şehir planlamasında hırpalanmamış tarihî dokuyu temaşa imkanından başka, evlerin dekorasyonunda hatta modern yapıların dış cephelerinde bile cömertçe kullanılan rengarenk çinilere kadar her şey öyle göz alıcı ki, estetikçilerin sanatın ve hayatın başkalığı, sanatın “halk için mi yoksa bizatihi kendisi için mi var olduğu” tartışmalarının buralarda bir anlam ifade etmediğini düşünüyorsunuz. Kamyonlarının camlarına Hafız’dan beyitler yazan şoförler, müzelerde rastladığımız her yaştan erkekli-kadınlı gruplar, kitapçıların en ön sıradaki raflarında görebileceğiniz resim ve grafik sanatıyla ilgili el kitapları bize bunun aksini söyletmiyor. Mesleklerini sorduğumuzda ev hanımlarının “terziyim, hattatım, tezhiple uğraşıyorum” gibi cevaplar vermesi “Her evde bir sanatçı var!” yargısını güçlendiriyor. Hele de sinema yönetmeni olduğunu söyleyen Kumlu taksi şoförünü dinledikten sonra İran sinemasının gösterdiği başarıyı “doğuştan sanatsal üretime meyilli ve artistik kabiliyetli” bir toplumun genetik ve kültürel kodlarında aramanın zoraki bir çıkarım sayılamayacağını düşünüyorsunuz.
Siyaset Yorgunu İran
Belediye Meclisi, parlamento üyeliği ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinin yapıldığı 15 Aralık’ta Kum’daydık. Yakın zamana kadar İran’da neredeyse “her hafta” seçim yapılıyormuş. Şimdilerde ise yakın tarihli seçimlerin oylamaları aynı gün içinde yapılmaya çalışılıyor. İran’da seçmen yaşı 16 olmasına rağmen (seçimler sonrasında 18’e yükseltildi) oy kullanma oranı düşük: Son seçimler itibariyle %75. Önceki seçimlerde %60 civarında seyretmiş. Bu rakam, halkın, siyasetçilerin dünyaya meydan okuyan söylemlerinden ve yarı teokratik İran demokrasisinin kimi uygulamalarından duyduğu rahatsızlığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Fakat İranlı rehberimiz eklemeden edemiyor: “Amerika’da oy kullanma oranı bu kadar bile değil. Ben oy kullanmadım; fakat eşim Ahmedinejad’ın adayına oy verdi.”
İran Kültür-Sanat Mirasını
Dünyaya Açıyor
İran Kültür Bakanlığı, kamuoyunda sürekli siyasi söylemleriyle makes bulan İran’ın kültür-sanat mirasını dünyaya tanıtma ve İran kültürünü dünyaya açma amacıyla uluslararası sempozyumlar düzenliyor.
10-14 Aralık 2006’da, ilk ayağı Tahran’da, ikincisi İsfahan’da uluslararası bir sanat sempozyumu düzenlendi. İslami Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (ISESCO) ve İslami Kültür ve İlişkiler Kurumu (Islamic Culture and Relations) işbirliğiyle İran Sanat Akademisi tarafından organize edilen ve beş gün süren sempozyuma yirmi ülkeden çok sayıda müzakereci katıldı. Avrupa’dan yaklaşık otuz Doğu bilimcinin katıldığı sempozyumda Türkiye’den beş müzakereci vardı.
Tahran’daki Aseman Kültür Sanat Merkezi’nde açılışı yapılan sempozyum iki yıllık bir çalışmanın ürünü ve İran Sanat Akademisi’nin olağan programının bir parçası. İran Sanat Akademisi’nin takipçisi olduğu İsfahan ekolünün tarihî önemine ilişkin açıklamalar yapan sempozyum sözcüsü Namvar Mutlak, bu ekolün Safevi dönemi sanat anlayışının oluşumunda rol oynayan iki akımdan birisi olduğunu ifade etti ve bu tür organizasyonların her yıl artarak süreceği haberini verdi.
Sempozyumun içeriği şu başlıklar altında toplanabilir: Minyatür, plastik sanatlar, el sanatları, kaligrafi, mimari, müzik, tiyatro, estetik felsefesi ve edebiyat.
İran Sanat Akademisi 16 Mart 1998’de İran İslam sanatları ve kültürel mirasının muhafazası amacıyla kurulmuş. Tahran’da akademiye ait üç kültür merkezi var. Bunlardan birisi ikinci gün sempozyuma ev sahipliği yapan Saba Kültür Merkezi. Yerel sanatçıların eserlerinin sergilenmesi amacıyla kurulan merkez, sonraları farklı bir misyon üstlenmiş: Yöntem geliştirmeye çalışan, yaratıcı ve yetenekli genç sanatçılara eserlerini sergileyip satabilecekleri bir ortam sunmak. Yaklaşık 3000 metrekarelik bir alana kurulu binada Doğu’dan ve Batı’dan birçok sanatçının eserlerinin sergilenip açık artırmaya çıkarıldığı on üç salon var. Bu salonlardan birisi Türkiye Salonu. Türkiye Salonu’nda birçok Türk ressamın resimleri sergileniyor.
Taziye sanatı ve ritüel sanatlar üzerine sunumların yapıldığı 12 Aralık’taki oturumlar Saba Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Kadiri Kardeşler isimli grubun müzik gösterisiyle başlayan program “Takem-Gerdani” adlı geleneksel bir müzikli kukla gösterisiyle devam etti.
Programın bu ayağında Ardeşir Salihpur’un Taziye’de kullanılan semboller hakkındaki ve Hüseyin Lale’nin tiyatronun toplum ve kültür üzerindeki eleştirel gücü ve geleneksel bir ritüel olarak Taziye’nin önemi hakkındaki sunumları yer aldı. Bunlardan başka Emir-kavus Balazade Taziye’nin ana konusu olan Kerbela olayının destanlaşma sürecine, Name Samini bir drama türü olarak Taziye sanatına, bu sanatın anlatı formlarına ve anlatıcının rolüne dair birer sunum yaptılar.
İsfahan’da devam eden üçüncü günkü İran şiiri konulu oturumda Said Jean During, İran sanatlarının bütünlüğü hakkında bir sunum yaptı. During, “İran kültüründe sanat dalları Batı’da olduğu gibi keskin çizgilerle birbirinden ayrılmaz. İç içe ve yekpare bir form arz eder. Bütün sanatların merkezinde ise şiir vardır” dedi. Sitar ustası Arvind Parikh, İran’ın geleneksel enstrümanı olan sitarla Hint sitarını karşılaştıran bir sunum yaptı.
Tacikistanlı müzakereci Furuqat Azizava ise bir metot olarak usta-çırak ilişkisi yönteminin Doğu kökenli olduğunu vurgulayan sunumunda, usta-çırak ilişkisinin kadim İran müziğinin gelişimindeki merkezî rolüne ve bu metodun uygulanmasında takip edilen yöntemlere dair bilgi verdi.
Katılımcılar sempozyum süresince Tahran ve İsfahan’daki tarihî mekan ve müzeleri; geleneksel İran müziği, tiyatrosu ve el sanatları örneklerini de görme imkanı buldular.
İran’ın kültürel mirasını dünya kamuoyuna tanıtma amacıyla düzenlenen sempozyum ileriki tarihlerde Türkiye ve Hindistan’da da tekrarlanacak.
Paylaş
Tavsiye Et