Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Orta Vadeli Program: Hamle değil, restorasyon!
İbrahim Öztürk
EKONOMİ dünyasının uzun süredir beklediği Orta Vadeli Program (OVP) nihayet hükümet tarafından açıklandı. Böylece bir belirsizlik de ortadan kalkmış oldu. Bir işadamı açısından bakıldığında, acaba bu programın verdiği mesajlar nasıl okunabilir?
Öncelikle 2009 yılı hedeflerindeki güncelleme dikkat çekici. Yılın bitimine sadece üç ay kala başlıca hedeflerin neredeyse tümüyle revize edilmesi insana “Bugüne kadar neden gerçekçi davranılmadı?” sorusunu sorduruyor. Programda 2009 yılı için küçülme oranı %6, işsizlik oranı %14,8, bütçe açığı miktarı 62,8 milyar TL ve açığın milli gelire oranı yaklaşık %6,6, toplam kamu borç stokunun milli gelire oranı da yaklaşık %48 olarak tespit ediliyor. Programın olumlu kısmı ise hükümetin gerçeklerle yüzleşmesi; buna uygun bir gerçekçilikten yola çıkılmış olması da ayrıca güven artıcı bir durum.
Güven artırıcı bir başka durum da şu: Gerek sanayileşmiş ülkeler gerekse yükselen piyasa ekonomileri, yaşamakta oldukları bozulmayı nasıl telafi edeceklerini ve krizden nasıl bir takvime göre çıkacaklarını düşünmeye devam ediyorlar. Böyle zor bir dönemde, Türkiye’nin cesaretle bu kararları verip ekonominin önünü açmış ve belirsizlikleri gidermiş olması son derece takdire şayan bir gelişme. Bu karar, kriz sonrasında sermaye ve yatırım hareketleri başladığında Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğünü artıracaktır. Nitekim programdan bir gün sonra, iki kredi derecelendirme kurumu Türkiye’nin notunu artırdı.
Programdaki 2009 yılı rakamlarına yer verdik. Bir de programın son yılında nerede olacağımıza dair hedeflere bakıp, bu iki noktayı birleştirelim; bakalım karşımıza nasıl bir manzara çıkacak?
Öncelikle, 2012 yılı sonunda büyümede %5 düzeyini ancak yakalayabilmiş olacağız. Ancak bu bizi ne öndekilere yaklaştırabilir ne de benzerleriyle yarıştırabilir. Türkiye için %3’ten aşağı bir büyüme aslında “gizli resesyon” anlamına gelir.
İkinci olarak, toplamda 1 milyon 250 bin kişiye istihdam vaat etmesine rağmen işsizlik hâlâ %13,5’ler düzeyinde seyrediyor olacak. Bilhassa yapısal dönüşüm ve niteliksiz eleman bolluğu nedeniyle bu programın da işsizliği yeterince azaltamayacağı görülüyor. Toplumsal bir yara kanamaya devam edecek. İşsizliğin, ancak bu program dâhilinde yapılacak yapısal reformların ardından 2013 ve sonrasında, büyümenin yeniden %6-7 düzeyinde istikrar kazanması ve özel sektörün etkin bir şekilde devreye girmesiyle gerilemesi beklenebilir.
Son yıllarda dillerden düşmeyen bir sorun olan cari açık ise yine adeta büyümeye paralel olarak kötüleşerek milli gelirin %4’ünü yakalamış olacak. Büyürken istihdam yaratmayan mimarinin, büyük bir cari açığa neden olması çok manidar. Zaten birincinin açıklaması ikincide saklı. Anlayacağınız başkaları için çalışıyoruz. Yemeyenin malını yerler diye buna derler. Küresel kapitalizm yeni bir evrede: Yönetemeyeni yönetmek. Dün zorbalıkla sömürdüklerini şimdi gönüllü ve yalvartarak sömürüyorlar. “Davul bizde, tokmak sende olsun” diye millet sıraya girmiş. Bunun adına biz iktisatçılar “küresel entegrasyon” ya da “küreselleşme” diyoruz. 
Yine programa göre 2012 sonunda bütçe açığı hâlâ 40 milyar TL civarında ve bunun milli gelire oranı %3,2 düzeyinde, buna paralel olarak kamu borç stoku ise milli gelirin %48’leri seviyesinde olacak. İnsana “olmaz olsun böyle zafer” dedirtecek tek bir muhtemel iyi haber enflasyon cephesinden gelecek: Dönem sonunda tüketici fiyatları %5’lerde seyrediyor olacak. Bu veriler, kriz nedeniyle ekonominin yaklaşık beş sene kadar geriye gittiğini gösteriyor. Bilindiği üzere elimizde halen 2008-2010 yıllarını kapsayan 3. OVP var. Bu programın bir buçuk senelik ilk yarısını zaten Ergenekoncular mundar etmişti. İkinci yarısını ise küresel kriz yok etti. Şimdi bunun yerine “telafi edici” olarak bu program konuldu.
Elimizdeki bu sonuncu OVP’ye bakıldığında ilk dikkat çeken husus, kriz ortamında bir senede maruz kalınan büyüme, istihdam, üretim, borç, bütçe alanlarındaki erozyonun gelecek üç senede ancak kontrol altına alınabilecek, fakat telafi edilemeyecek olması. Bu program normal güzergahından sapmak zorunda kalan bir ekonomiyi tekrar eski patikasına döndürme gayreti olarak görülmeli. Buna bakarak, kamu kesiminden daha fazla destek beklenmesinin yanlış olduğu ve bir bumerang etkisi yaratarak dönüp özel sektörü vuracağı öngörülmeli. Yani kamunun mali dengelerindeki bozulmaya daha fazla izin verilmeyecek olması, son derece yerinde. Zira benzer yükselen piyasa ekonomileriyle mukayese edildiğinde, Türkiye’nin borçlanma, bütçe açığı ve %100’ü aşan borç döndürme oranıyla daha derin bir bozulmaya maruz kaldığı görülüyor.
Bütün bu veriler, krizden çıkışın çok tedrici olacağını ancak maliyetinin de elden geldiğince adil dağıtılacağını gösteriyor. Gerçekten de vergi kalemlerine aşırı yüklenilmeyeceği ancak bütçede büyüyen bir kara delik olarak yerel yönetim açıklarına, KİT açıklarına ve son olarak personel ve emekli maaşı açıklarına neşter vurulması gerektiği doğru bir şekilde ifade ediliyor.
Öte yandan %6’lık bir küçülmeden sonra 2010’da %3,5’lik bir büyüme hedefleniyor. Bir yandan bu yetersiz iken, öte yandan bunun nasıl finanse edileceği sorusu gündeme geliyor. Acaba bunun için bir IMF anlaşması ve bu suretle dışarıdan bir kaynak temin edilmesi gerekecek mi? Aslında IMF konusu programa öyle ustalıkla yerleştirilmiş veya öyle görünmez kılınmış ki, her türlü okumaya müsait. Açıklanan programa IMF’den derhal alkış geldi. “Helal olsun bu sizin yerli programınız” demeye getirdiler. Biz bunu aylardır yazıyoruz. Eğer gelip de buna göre “Artık istediğiniz kaynağı veriyoruz” derlerse bunun bir mahzuru kalmadı artık. Öte yandan ekonomiye bir yerlerden kaynak gireceği kesin; varlık barışından, özelleştirmelerin de yardımıyla yabancı sermaye girişinden ve bizatihi var sayılan ekonomik büyümenin kendisinden kaynaklanan vergi artışından. Bilhassa Ziraat Bankası’nın özelleştirmek yerine halka arz edilmesi alkışlanacak bir gelişme.
Kaldı ki, zaten piyasalar artık “IMF’sizliğe” de alıştılar. Daha doğrusu bunun bir gereğinin kalmadığı artık en muannit IMF’ciler tarafından bile kabul edildi. Manzara bu yönde de okunabilir. Öyle ya, mütevazı da olsa büyüme var, vergi yok, bankaların küresel güçlere değil halka arzı devreye giriyor. Faiz dışı fazla verilmeyeceği de zaten programda yazılı. Eğer mutasyona uğramadıysa, bir haller olmadıysa, benim tanıdığım IMF böyle bir ortamda olmaz.
Sonuç olarak rakamların arkasına sarkarak aslında istihdam üreten, cari açığa mahal vermeyen, gelir dağılımı ve bölgesel adaletsizlikleri tamir eden, büyümeyi yüksek ve sürdürülebilir düzeyde temin eden bir ekonomik yapı için bu programda ne tür reform ve hamlelerin yapılmasının öngörüldüğüne daha yakından bakmak gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et