Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
İsrail’in Afrika’da ne işi var?
İbrahim Tığlı
DIŞİŞLERİ Bakanı Avigdor Lieberman başkanlığında askerî istihbarat yetkilileri, siyasi danışmanlar ve büyük şirket temsilcilerinden oluşan yirmi dört kişilik İsrail heyeti, Eylül ayı başında Etiyopya, Gana, Nijerya, Kenya ve Uganda’yı kapsayan dokuz günlük bir Afrika ziyareti gerçekleştirdi. Lieberman’ın basın mensuplarına “İsrail’in Afrika kıtasına geri döndüğü”nü söylemesi, ziyaretin niteliğini özetliyordu.
Dışişleri Bakanı David Levy’nin 1991’deki Afrika ziyaretinden on sekiz yıl sonra yapılan bu geziyle Benyamin Netanyahu idaresindeki sağcı hükümet, eski başbakanlardan Golda Meir’in “Afrika-İsrail bağlantıları çok güçlü olacak” hayalini gerçekleştirecek gibi görünüyor. Soğuk Savaş döneminde yalnız Güney Afrika’daki Apartheid rejimi ve Etiyopya ile ilişkileri olan İsrail’in halihazırda kıtanın on ülkesinde elçiliği bulunuyor ve 2010’da on bir elçiliğin daha açılması bekleniyor. Üç milyar dolarlık anlaşma ile ülkesine dönen Lieberman, ziyaret ettiği ülkelerle silah satışının yanı sıra ticari ilişkilerin ve tarımın geliştirilmesi, güvenlik, sağlık, altyapı, eğitim ve kültür dâhil birçok alanda işbirliğinin temellerini attı.
Lieberman’ın Afrika ziyareti, ekonomik hedeflere yönelik gibi görünse de, imzalanan anlaşmalara bakıldığında stratejik kaygılar öne çıkıyor. Zira ziyaret edilen ülkelerden ikisi kıtadaki petrolün büyük bölümünün çıkarıldığı Batı Afrika ülkeleri iken, diğer üçü Afrika Boynuzu’nda yer alan ve Nil Nehri’nin iki büyük koluna kaynaklık eden Doğu Afrika ülkeleri.
Lieberman’ın Afrika turunu ABD, Çin, Mısır, Sudan ve İran’a bir mesaj olarak değerlendirebiliriz. Ziyaretin Etiyopya’dan başlaması, öncelikle Afrika’daki su sorunu ile ilgili. Mavi Nil’in %86’sına kaynaklık eden Etiyopya, nehir sularının sadece %10’undan faydalanabiliyor. 1959 tarihli Nil suyunun kullanımına ilişkin anlaşmanın değiştirilmesini istemesine rağmen herhangi bir sonuç alamadı. Nil Nehri üzerinde baraj inşa ederek yeni tarım alanlarının sulama ihtiyacını karşılamak isteyen Etiyopya’nın bunu gerçekleştirmesi halinde, Mısır ve Sudan olumsuz etkilenecek. Zira baraj, Mısır’ın kullanabildiği su miktarını yıllık 85 milyar metreküpten 70 milyar metreküpe, Sudan’ınkini ise 55 milyar metreküpten 42 milyar metreküpe düşürecek; bu da başta tarımla uğraşanlar olmak üzere halkın büyük bir kesiminin zarar görmesine neden olacak ve kıtlık, açlık gibi felaketler yaşanacak. İsrail, Etiyopya hükümetinin Mavi Nil üzerinde baraj yapmasını destekleyerek, Sudan ve Mısır’ı arkadan kuşatıp Kızıldeniz’de jeostratejik kontrol kurmayı hedefliyor. Etiyopya, Kenya ve Uganda’nın, muhtemel su savaşlarında aynı blokta kalmasını isteyen İsrail yönetimi, Sudan ve Mısır’ı yalnızlaştırarak, iki ülkeye de hayat veren damarı kesmek niyetinde.
Somali uzun süredir bir iç savaş yaşıyor. İslamcıların etkisinin genişlemesi, İsrail ile Etiyopya yönetimlerini ortak harekete sevk ediyor. El-Kaide yanlısı grupların Afrika Boynuzu’nda güçlenmesi İsrail açısından bir tehdit oluşturuyor. Çünkü İsrail’e göre, radikal İslamcılar Somali’de eğitiliyor. Ülkenin yönetimini ele geçirdiklerinde, İsrail’in Doğu Afrika sahillerine gelmesi zorlaşacak ve Kenya ile Etiyopya ilişkileri zarar görecek. Etiyopya zaten İslamcıları iç savaş başladığından beri en büyük tehdit olarak görüyor ve tekrar Somali’yi işgal edebileceğinin sinyallerini veriyor. Etiyopya İslamcılarla savaşırsa, İsrail, Addis Ababa yönetimine daha fazla silah satacak ve yeni geliştirdiği silahları deneme imkanı bulacak.
Öte yandan İsrail, Filistin’in bölgedeki en büyük destekçisi Ömer el-Beşir liderliğindeki Sudan yönetimine karşı Güney Sudan yönetimi ve Darfurlu isyancı gruplardan Sudan Kurtuluş Ordusu ile ittifak kurarak, Tel Aviv’de ofis açmalarına izin veriyor ve silah ve para yardımında bulunuyor. Çıkarları açısından bir tehdit olarak gördüğü Hartum’daki yönetimi saf dışı bırakmak için Sudan’ı terörist bir ülke olarak gösterip, Güney Sudan ve Darfur’un bağımsızlığa kavuşmasını istiyor. İsrail, bu isteklerini paylaşan Kenya ile, Sudan’a karşı istihbarat paylaşımı içeren anlaşmaları her yıl yeniliyor.
İsrail, ABD’nin Afrika’daki yatırımları açısından önemli bir ortak olacağının işaretini Gana ziyareti ile verdi. Çünkü Lieberman, Gana ile ilişkileri doğrudan ABD-Çin rekabeti üzerine inşa ederek, ABD’nin ekonomik yatırımlarını güçlendirmeyi esas aldı. Böylelikle, Filistin olaylarında desteğini esirgemeyen ABD’ye, Çin’e karşı beraber oldukları mesajını verdi. Öte yandan İsrail’in, Afrika’daki petrol rezervinin %70’ine sahip olan ve altın, elmas ve nükleer silah yapımında kullanılan uranyum, toryum gibi radyoaktif elementlerin bulunduğu Gine Körfezi ülkelerine (Sierra Leone, Ekvator Ginesi, Gine Bissau gibi) girebilmesinin yolunun öncelikle Gana’dan geçtiğini de vurgulamak gerekir.
Lieberman’ın Nijerya durağının ise karşılıklı savunma ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik olduğu açık. Nijerya, Afrika’nın nüfus bakımından en büyük ülkesi ve halkın %60’ı Müslüman. 2008’in son günlerinde başlayan İsrail’in Gazze’yi işgaline en sert tepkilerden biri Nijeryalı Müslümanlardan gelmiş; İsrail yönetimi, yüz binlerce kişinin katıldığı gösterilerin engellenmesini istemişti. Mart ayında Nijerya hükümetinin isteği üzerine dokuz İsrailli istihbarat uzmanı bu ülkeye gelerek incelemelerde bulunmuş ve hazırlanan raporda, İslamcıların etkinliğinin artmasıyla Nijerya hükümetinin siyasi açıdan zor durumda kalacağı, el-Kaide tarzı örgütlerin Nijerya’yı mesken tutacakları iddia edilmişti. İşte 500 milyon dolarlık silah satışını, istihbarat paylaşımı ve Nijerya ordusunun gerilla savaşları için eğitilmesini içeren anlaşmaların temelinde, İslamcıların güç kazanması endişesi bulunuyor.
İsrail yönetimi, rakip ve düşmanı İran’ın, son beş yılda Afrika ile ilişkilerinin gelişmesinden de rahatsızlık duyuyor. İsrail’in özellikle Uganda’ya yaptığı ziyaretin arkasında, İran’ın Afrika’ya açılımını önleme çabası var. Haziran ayında İran’a resmî bir ziyarette bulunan Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni, karşılıklı ticareti ve siyasi-kültürel ilişkileri geliştirmeye yönelik anlaşmalar imzalamıştı. Lieberman’ın, Uganda ile İran arasındaki bu anlaşmaların bir benzerini imzalaması, iki rakip ve düşman ülke arasındaki mücadelenin Afrika’da şiddetleneceğini gösteriyor. İsrail, Ortadoğu’daki yüksek tansiyonu Afrika’nın doğu sahillerine taşıyarak İran’ı köşeye sıkıştırma hesapları yaparken; bu ülkeyle mücadelesini Hizbullah üzerinden yürüten İran da, İsrail’i Hint Okyanusu’na doğru çekip hem Hizbullah’ın nefes almasını sağlayabilir hem de İsrail’le doğrudan karşılaşma fırsatı bulabilir.
Afrika’nın öneminin artması, İsrail’i kıtadaki güçler rekabetine çekerken, bu durum siyasi, ekonomik ve stratejik yeni sorunların ortaya çıkmasını da beraberinde getiriyor. Lieberman’ın bu ziyaretiyle, İsrail’in, kötü imajının Afrika halkları arasında değişip değişmeyeceğini bilemeyiz; fakat ekonomik ve politik nüfuzunun, mümbit kara kıtada yayılacağını kesinlikle söyleyebiliriz.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar