TÜRKİYE ile ilgili yerli ve yabancı basın-yayın organları ve akademik yayınlarda, Türk dış politikasındaki eksen kayması tartışması ve Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kriz son zamanlarda en öne çıkan konular. Birbirinden ayrı gibi dursa da bu iki konunun birlikte ele alınması hem analitik hem siyasi hem de pratik bir zorunluluk. Tartışmanın asıl sebebi ise Türkiye’nin dış politikada artan ağırlığının nedeni ve mahiyetinin idrak edilememesi ve bu değişimden dolayı mağdur olduğunu düşünen imtiyazlı çevrelerin, durumu kendi lehlerine çevirmek için ülkenin en temel fay hattına oynayarak iç siyasete müdahil olma arzusu.
İlginçtir, ne zaman Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir gerilim çıksa, dış basında konu eksen değişimine kilitleniyor. Oysa bu tartışmalarda cevabı verilmemiş onlarca soru var. Öncelikle, eksen değişiminin ne olduğu hiçbir şekilde tanımlanmıyor. İkincisi, eksen değişiminin tamamlanmasını öngören şartlardan bahsedilmiyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin hangi eksende, hangi dengelerle durduğu, bunun karşısında nasıl bir eksen ya da eksenler olduğu, bir eksende durmanın neleri gerektirdiği analiz kapsamına kesinlikle giremiyor. Oysa iyi niyetli ve analitik bir tartışmada en başından itibaren bu soruların masaya yatırılması beklenirdi. Eğer ki tartışma bu kavramsal ve analitik çerçevede ele alınıyorsa, o halde karşımızda muğlaklıktan beslenen bir kavramsal düzenek var demektir. Bu noktada eksen değişimi iddiasının, daha çok terbiye etme, dayak atma amaçlı olarak kullanıldığı, yani nedensiz ve gerekçesiz bir şiddet kullanımını gizleyen bir yönü bulunduğu söylenebilir.
Bu açıdan bakıldığında, AK Parti’nin kuruluşundan beri kendisini İslamcı bir parti olarak tanımlamadığı, parti programının ve icraatlarının da bunu desteklediği görülebilir. Bir başka deyişle, AK Parti’nin icraatları, İslamcı ya da başka bir ideolojik duruş çerçevesinde Türkiye’nin eksen değiştirdiğine delalet edebilecek bir mahiyete sahip değil. O halde bu eksen değiştirme tartışması nereden çıkıyor? Elbette bu soruya cevap bulmak oldukça zor. Ancak ilk olarak Türkiye’nin halihazırda hangi eksende olduğu sorusunun ele alınması gerekir. Muhtemelen bu soruya Transatlantik eksen cevabı verilecektir. Türkiye’de son yedi yıldır Transatlantik ekseni değiştirme çabası içinde olan siyasi pozisyonlar varsa da bu AK Parti değil, Rusya muhibbi, gizli-açık faaliyette bulunan bir kesimdir. Ancak bu grup hiçbir zaman eksen değiştirme suçlamasına muhatap olmadı.
Rusya bağlamında gündeme gelen bir başka iddia ise Türkiye’nin AK Parti ile birlikte Moskova’yla yaptığı enerji anlaşmalarına ilişkin. Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkilere sahip olmasının eksen kaymasına yol açabileceği eleştirileri ise yine Rusya ile yakın ilişkilere sahip, hatta eski şansölyesini Rus enerji şirketi Gazprom’a vermiş Almanya için asla yapılmadı. İtalya da Rusya ile yakın ilişkilerine rağmen bu tür eleştirilerden muaf tutuldu. O halde eksen değiştirmek için yakın ve yoğun bir ilişkiden daha fazlası gerekir.
Hamas lideri Halid Meşal’in 2006’da Ankara’yı ziyaretinden sonra da Türkiye’nin eksen değiştirdiği iddia edilmişti. Ancak gelinen noktada, Hamas’ın Filistin-İsrail görüşmelerinde masaya dâhil edilmesi Batı başkentlerinde en sıradan konulardan biri haline geldi. Ne daha önce ne de şu anda Hamas lideri ile görüşmek bir başka ülke (mesela Rusya) için eksen değiştirme tehdidi olarak algılanmadı.
Bir başka örnek ise Türkiye-Suriye ilişkileri. Suriye Ankara’nın da telkiniyle ABD’nin başkenti Washington’a yakın Annapolis şehrindeki Ortadoğu Barış Konferansı’na dâhil edildiğinde, bu gelişme Türkiye’nin Ortadoğu barışına katkısı olarak sunulmuş ve İsrail dostu olduğu görüşü öne çıkarak büyük takdir toplamıştı. Yine Ankara, İsrail-Suriye görüşmelerinde arabuluculuk girişiminde bulunduğunda, bu çaba Suriye’nin uluslararası toplumla barıştırılması girişimi olarak görülmüş ve takdir toplamış; dış basında bu, Türkiye’nin “İslam dünyası ile Batı arasında köprü olduğu” şeklinde değerlendirilmişti.
Aynı şekilde İsrail ve Suriye arasında doğrudan görüşmelere birkaç gün kala, en kritik konularda bile mesafe alınmışken, İsrail’in BM tarafından savaş ve insanlık suçu işlediği tespit edilen Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu başlamış; sivillerin hedef alındığı bu operasyonun tarzı ve içeriği nedeniyle Başbakan Erdoğan, İsrail’i Davos Ekonomik Forumu’nda çok sert bir şekilde eleştirmişti. Türkiye-İsrail ilişkilerinde “post-Davos dönemi travması” yaşandığı bu dönemde başta Washington olmak üzere birçok başkentte eksen kayması tartışması en favori konulardan biri haline geldi. Aralık 2008 başında barış elçisi olarak sunulan Türkiye, arabuluculuk yaptığı İsrail’i eleştirdiği andan itibaren eksen değiştiren ülke olarak kodlanmaya çalışıldı. Son dönemde Türk Dışişleri Bakanı’nın Filistin’de seyahat hakkının kısıtlanması, İsrail’in ortak askerî tatbikattan çıkarılması, Ayrılık adlı dizinin Türkiye’de antisemitizmin arttığına delil olarak ele alınıp abartılarak koz haline getirilmek istenmesi hep aynı sürecin parçaları.
Tüm bu gelişmeler alt alta konulduğunda, Türkiye’nin olay bazlı tavırlarının değerlendirilmesinde, başka ülkelerin tavırları tartışılırken kullanılmayan bir ifade biçiminin tercih edildiğini görüyoruz: Eksen değiştirme. Aslında mesele son derece açık: Türkiye, AK Parti ile birlikte ekonomik, sosyal ve siyasi yeniden yapılanması çerçevesinde, Soğuk Savaş sonrası kriz durumunu anlamlandıracak bir dış politika açılımını yaşıyor. İslamcı, Avrasyacı ya da Doğucu değil, kullanarak evrensel olarak tanımladığı bazı değerler çerçevesinde elindeki imkanları tutarlı ve yeni bir dış politika geliştiriyor. “Değer eksenli realist dış politika” şeklinde tanımlanabilecek bu yeni yönelimin bazıları tarafından idrak edilememesi, bu yaklaşımın kısıtlı bir çerçevede ele alınması, sorunun bir ayağı. Sorunun diğer ayağı ise ikili ilişkilerinde daima kayırılmaya alışmış bazı çevrelerin ve ülkelerin, Türk dış politikasını oluşturan değerler ve ilkeler skalasında sınıfta kalmaları ve kendilerini geliştirmek istememeleri neticesinde dış baskı ile durumu lehlerine çevirmeye çalışmaları. Ankara’nın kendilerine eşit ülke muamelesi yapmasını hazmedemeyen bu çevreler, bu durumu tersine çevirmek için uluslararası ilişkiler ve basın üzerinden, Türkiye siyasetinin asıl fay hattını oluşturan İslamcı-laik gerilimini kışkırtıyor ve eksen değiştirme iddiaları ile Türkiye’de mevzi kazanmaya çalışıyorlar. Böylece içeride yaşanacak gerilimle ortaya çıkacak boşluktan nemalanmaya ya da gerilim neticesinde oluşacak yeni durumda (hükümet değişikliği, darbe, muhtıra vs.) kaybettikleri imtiyazlarını yeniden elde etmeye çalışıyorlar.
Kuşkusuz bu çevreler, hedeflerine ulaşıncaya kadar eksen değişikliği iddialarını sürdüreceklerdir. Ancak unuttukları bir şey var: Türkiye’nin yeni dış politikası, bir önceki hükümet döneminden devralınmış birtakım ilkelerin geliştirilip pratiğe dökülmesi ile neşvünema buldu; AK Parti döneminde artan ekonomik, siyasi, teknolojik, diplomatik ve askerî güç ile olgunlaştı. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kriz konusunda TSK-Hükümet mutabakatını sadece hükümetin icraatı sanmak, durumu net olarak kavrayamamaktır. Türkiye’nin giderek artan maddi ağırlığının gerektirdiği diplomatik çeşitlendirme ve angajman siyasetini ideolojik eksen değiştirme gayreti olarak sunmak, en hafif tabirle mevcut durumu okuyamamaktan kaynaklanmaktadır.
Paylaş
Tavsiye Et