Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Bekir Berat Özipek: “Demokratik Açılım, bölünmeyi engelleme çabasıdır”
Konuşan: Selda Atalay
Demokratik Açılım paketi Meclis’e getirildi ve Başbakan, İçişleri Bakanı, muhalefet liderleri ve gruplar adına konuşmalar yapıldı. Artık “paket açıldı ve içeriği açıklandı” diyebilir miyiz? 
Öncelikle konunun Meclis’e getirilmesi olumlu bir gelişme. Bu yoldan geçilmesi gerekiyordu. Ama bundan çok fazla bir şey çıkmayacağını muhtemelen getirenler de biliyordu.
 
Neden öyle dediniz?
Çünkü Türkiye’de muhalefetin bu konudaki tutumu baştan belliydi. Yani daha açık söylemek gerekirse muhalefet hiç yapıcı davranmadı. Aynı süreçte Demokratik Açılım için hem “içeriği belli değil” hem de “bu Türkiye’yi bölme planıdır” dediler. İçeriği belli olmayan şeyin aslında bölme planı olduğunu da söylemiş oldular.
 
Yani muhalefet açılıma ön yargıyla mı yaklaşıyor?
Daha baştan, kategorik olarak, peşinen ve bir bütün olarak reddedici bir tavra girdiler. Ama sonuçta bir demokraside böylesine önemli bir projenin mutlaka Meclis’e getirilmesi önemliydi ve getirildi. Şimdi bundan sonra yapılması gereken belli. Anlaşıldı ki bu süreç bu muhalefetle birlikte yürütülemeyecek. Dolayısıyla hükümete ikinci en iyi yolu denemekten başka bir çözüm kalmadı. İkinci en iyi yol da, hükümetin Demokratik Açılım’ı muhalefete rağmen ya da en azından muhalefetin desteği olmaksızın sürdürmesi.
 
Başbakan Erdoğan’ın AK Partili 61 vekile 81 ilde görüşme ve çalışma görevi vermesi, bu yolu benimsedikleri anlamına mı geliyor?
Hükümetin artık halka dönmesi gerekiyordu. Uzattığınız elin uzun süre havada kalması durumunda sürekli uzatamazsınız o eli. Başka bir alana, elinizi tutacak olanlara yönelmeniz gerekir. Bu da esas olarak tabii ki toplumdur ve dolayısıyla topluma dönmek, yapılmak istenenleri onlara izah etmek gerek. Bu AK Parti için de gerekli. Çünkü AK Parti’de milliyetçi-devletçi reflekslerinden dolayı açılımı kuşkuyla karşılayan ve sırf Erdoğan istiyor diye konuyla ilgili olumlu beyanat veren insanlar var. Birebir konuştuğunuzda içlerinden pek çoğunun kafasının karışık olduğunu ya da pompalanan korkuların bir şekilde onları da enfekte ettiğini görüyorsunuz.
 
Onların yanında, toplumun belli kesimlerinde de mevcut olan bu korku ve kaygının ortadan kaldırılabilmesi için hükümetin nasıl bir söylem belirlemesi gerekiyor?
Açılımın dili önemli. “Ne dediğiniz değil nasıl söylediğiniz önemlidir” derler. İkinci önemli nokta da meseleyi sürekli anlatabilmek. Açılımın içeriğine baktığımız zaman, zaten bunlara tek tek itiraz etmenin kolay olmadığını görüyoruz. Kürtçe yer isimlerinin iade edilmesini düşünelim. Zaten insanlar anlar bunun ülkeyi bölmeyeceğini. Ya da Kürtçe yayının önündeki engellerin kaldırılması. Hükümet, birkaç argümanla bu konudaki bütün kaygıları giderebilir.
İletişim çağında yaşıyoruz. Bütün evlere, mezralardakilere bile, dünyanın her tarafından yayın yapılıyor. Böyle bir çağda bir dil yasağının, ahlaka aykırılığını bir tarafa bırakalım, pratik olarak uygulanabilirliği de yok. “Engellenemeyen bir yayını ülkemizde kendi vatandaşımıza serbest bırakıyoruz, bu mu ülkeyi bölecek?” diye sormanın bile ben çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer önyargı gözünü kör etmemişse, “Yurtdışından pek çok televizyon kanalının yayın yaptığı bir ülkede neden RTÜK’ün düzenlemelerine ve Türkiye’deki pozitif hukuka tabi bir yayın yapılamasın?” diye soracaktır insanlar.
 
Çocuklara Kürtçe isimlerin verilmesi meselesi de var.
Tabi bu da akla ziyan bir şeydi. Çocuğunuza siz devletin belirlediği ya da izin verdiği ismi mi vereceksiniz, yoksa kendi belirlediğiniz ismi mi? Harfler meselesi; alfabeye yeni harfler eklenmesi de böyle. Tabiri caizse atla deve ya da böyle büyük bir olaymış gibi sunuluyor. Sanki şu an kullandığımız alfabe, Türklerin, Ötüken Yaylası’ndan getirdikleri, özbeöz alfabeleriymiş gibi. Latin alfabesi kullanıyoruz yahu, Latin alfabesine beş tane daha harf eklesek ne olacak?
 
DTP lideri Ahmet Türk’ün Meclis’teki konuşmasını siz de dinlediniz herhalde. Türk konuşmasında özellikle empati vurgusu yaptı ve bu insanların çok dikkatini çekti. Şimdi bu empati kurulmaya başlanıyor diyebilir miyiz? O çocuğuna Kürtçe isim veremeyen ya da bir evladı askere giden, diğer evladı ise dağa çıkan anne babanın yerine veya kayıp yakınlarının, işkence görenlerin yerine kendini koyabilecek mi insanlar?
Kürt sorunu ağırlıklı olarak siyasi bir sorun. Ama onu sadece siyasetin içinde kalarak çözemeyiz. Zira siyasi olmaktan öte ahlaki bir temeli de var bu sorunun. Ancak ahlaki temelli bir yaklaşım daha doğrusu ahlaki temelli bir siyasi yaklaşım bu sorunu çözebilir.
 
Ahlaki temelli siyasi yaklaşım derken neyi kastediyorsunuz?
Ahlakın temelindeki ilke veya “altın kural” nedir? “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma” ya da “Senin nefsine ağır geleni başkasından isteme”. Biz kendimiz için istediğimiz bir şeyi başkası için de istemek zorundayız. Anadilde eğitim ya da Kürtçe eğitim meselesini ele alalım. Çin’in Uygurlara yaptığını biliyorsunuz. Uygur Türklerine anadilde eğitim hakkını yasakladılar birkaç yıl önce. Bunun ayrımcılık, haksızlık ve zalimlik olduğunu söylüyorum. Şimdi ta Çin’deki Uygur Türklerine benim hak olarak savunduğum bir değeri buradaki Kürtler için savunmamak zaten siyasi olmaktan öte ahlaki bir çelişkiye işaret ediyor. Ben haklı ve tutarlı olmak istiyorsam, Uygur Türkleri için istediğimi buradaki Kürt kardeşlerim için de istemek zorundayım. Siyasetten öte ahlakla ilgili bir sorun bu.
İkincisi, anadilde eğitim ya da yayın gibi temel haklar, yani sivil ve siyasi haklar ortalama bir demokraside zaten tartışılmaması gereken ve zaten bizim geçmişte sahip olup sonra kaybettiğimiz haklardır. Şu an Kürt Açılımı çerçevesinde talep edilen hakların neredeyse tamamı, aslında Osmanlı döneminde Kürtlerin sahip olup sonra kaybettiği haklardır. Düşünün yer isimlerinin iade edilmesinden bahsediyoruz.
 
Bir şeyin iade edilebilmesi için zaten önceden var olması gerekmiyor mu?
Evet, yani yeni yer isminden söz etmiyoruz. İadeden söz ediyoruz. Şimdi anadilde eğitim de korkutuyor bazılarını. Anadilde eğitim olursa acaba Türkiye bölünür mü? Anadilde eğitim, ayrılıkçı taleplerin ilk aşaması mı olur? Sürekli bu türden sorular soruluyor. Şimdi Kürtler bin yıl boyunca zaten bu hakka sahip olarak Türklerle beraber yaşadılar ve anadilde eğitim yapmaları, onların ayrılması için herhangi bir vesile ya da sebep teşkil etmedi. Tam tersine bunlar yasaklandıktan sonra ayrılıkçılık başladı.
 
Peki, CHP lideri Deniz Baykal’ın, “Bu projede hedef yeni bir millet çıkarmaktır. Milli ayrışmayı, milli parçalanmayı gerçekleştirmektir. O istikamette ne olacağını merak ediyorsanız Irak’a bakınız. Hükümet PKK’yla işbirliği yaparak bu işi kotarmaya çalışıyor. Bu yol çıkmaz.” şeklindeki sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tek kelimeyle izah etmemi isterseniz; “demagoji”. Ve yanlış. Yeni bir millet yaratma projesi aslında CHP’nin projesidir. Hatırlayın, Tek Parti döneminde, zaten var olan milletten, yeni bir millet yaratmayı hedeflediler. Bu insanlar zannediyorlar ki milletleri bir arada tutan şey sopadır, zordur. Öyle değil. Zor ortadan kalktığında dahi insanlar birbirlerinden ayrılmıyorlarsa onlar aslında bir bütünler demektir.
Şimdi Türkiye’de, PKK ile devlet arasındaki çatışmaların beslediği bir ayrılıkçılık var. Onun derinleştirdiği bir fay hattı var. Demokratik Açılım’a karşı çıkanlar ülke bölünecek vs. diyorlar. Oysa, aslında bölünmeye götürecek olan süreç bu yaşadığımız süreçti. Son 30 yılda iki farklı kamuoyunun belirginleştiğinin aslında farkındayız. Mesela dağdan dönenlerin karşılanma biçimi toplumun bir kesiminde coşku yaratırken, bir kesiminde kırgınlık ve öfke yaratıyor. Demek ki biz aslında kamuoyu anlamında bir bölünmeyi zaten yaşamışız. Demokratik Açılım tam da bu bölünmenin üstesinden gelmeye çalışıyor. Açılım aslında bu korkulacak süreçten çıkmamız, onu değiştirmemiz için bir şans.
 
MHP lideri Devlet Bahçeli, genel görüşme sırasında dört tane çözüm önerisi sıraladı. “Bütün teröristler silahlarıyla birlikte teslim olsunlar. Hükümet onları teslim alıp adaletin önüne çıkarsın. Adaletin vereceği cezaya rıza göstersinler ve bölgedeki yokluk-işsizlik-yoksulluk çemberi kırılsın.” dedi. Bahçeli’nin tavrı için ne söyleyeceksiniz?
Teröristler teslim olsun, adaletin vereceği cezaya razı olsun vs… Bunlarla çözüm olmaz. Çünkü aşağı yukarı “Hayat bayram olsun” demiş oluyor Sayın Bahçeli. Şimdi zaten bunlar olmadığı için ve şiddet yoluyla üç vakte kadar olacak gibi de görünmediği için açılım deneniyor.
 
Önce sosyal yaralar bir tamir edilsin, değil mi? 
Sorunun kaynağı kurutulsun. Sorunun kaynağı ret ve inkardan gelen, yani öyle başlayan problemlerdir. Onun halledilmesi lazım. Türkiye toplumu bunu anladı.
 
Ahmet Türk paketin gerektiği gibi açılması ve anlatılması halinde, üç ay içinde silahların susacağını söyledi. Silahlar gerçekten susar ve PKK’nın tasfiyesi de gündeme gelebilir mi?
Elbette. Bunu böyle çok afakî bir şey olarak da görmemek lazım. Bu sürecin sonunda olacak olan şey budur; ama asıl amaç yine de çözüme odaklanmak olmalıdır. PKK’nın silahları susturması vs. bir sonuç olarak bunu izleyecektir zaten ya da izlemelidir; ama esas olarak yönelmemiz gereken amaç bu değildir.
 
Demokratik Açılım bazı kesimlerin iddia ettiği gibi dışarıdan empoze edilen bir proje midir?
Varsayalım ki öyle olsun. Varsayalım ki ABD, Rusya, Çin, neyse işte hangi güçlerse, bize diyorlar ki “Barışın, silahları susturun, kendi vatandaşlarınızın hakkını hukukunu iade edin.” Sırf onlar dedi diye bunları yapmayacaksak, o zaman biz özgüvensiz bir toplumuz demektir.
“Dış güçler” istesin ya da istemesin, bu bizim sorunumuz, onu çözmek zorundayız ve çözümün nasıl olacağı da belli. Hem kendi toplumumuzu bilmeli hem de evrensel tecrübeyi ihmal etmemeliyiz. Başka ülkeler, mesela İspanya ve İrlanda etnik sorunları nasıl çözdü ya da minimize etti? “Ulus devlet” sistemi içinde etnik sorunlar belki tamamen sıfırlanmaz ama oldukça azaltılabilir. Şimdiye kadar bu tür sorunlarını asgariye indirenlerin hepsi bu hakları verdi. Cesur olmak lazım.
 
Cesur olmak lazım. Ama nasıl?
Açılımın ileride çok fazla provoke edeni olacaktır. Cesaret, onlara rağmen dirayetle, inatla, sabırla açılımı devam ettirmektir. Sadece MHP ya da CHP’den değil, belki DTP’den ya da hiç umulmadık kesimlerden sürece olumsuz tepkiler gösterenler çıkacaktır. AK Parti’nin kendi içinden de tepkiler gelecektir. Çünkü AK Parti’nin de içinde İttihatçı bir damar var. AK Parti bütün bunlara rağmen sabırla ve inatla süreci sonuna kadar izlerse bence, hepimizi kurtuluşa erdirecektir. Kendisi de Türkiye’de siyasete kalıcı bir şekilde damgasını vuracaktır.

Paylaş Tavsiye Et