27 MART 2009’da ABD Başkanı Barack Obama’nın bölge ile ilgili yeni strateji belgesine adını vererek beynelmilel bir ün kazanan AfPak terimi, Afganistan ve Pakistan’ın bulunduğu coğrafyaya işaret ediyor. ABD işlerin iyice sarpa sardığı bölgeden çekilmek için son dönemde yeni stratejiler üzerinde çalışıyor.
Tarih boyunca imparatorlukların yolu bir şekilde Afganistan topraklarından geçti. 1839-42, 1878-80 ve 1919’da üç defa sömürgeci İngiltere’nin ve 1979-89’da dönemin iki süper gücünden birisi olan SSCB’nin işgaline uğradı. Ancak bu topraklar, tarih boyunca tüm işgalciler için hep bir stratejik sırat köprüsü veya Milton Bearden’ın tabiriyle “imparatorlukların mezarlığı” idi. Bunu “bataklığı” diye okumak da mümkün. Nitekim Afganistan’da öldürücü darbe alarak geri çekilen SSCB fazla yaşayamadı; 1991’de çözüldü ve bu “komünist imparatorluk” altındaki onlarca devlet bağımsızlığını kazandı.
20. yüzyılın son çeyreğinde bir süper güce karşı koyan Afganistan, daha 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yeni bir tehditle karşı karşıya kaldı. Artık karşısında Soğuk Savaş sonrası tek başına kalmış bir süper güç ve onun müttefikleri vardı. Sovyetlere karşı “Özgürlük Savaşçısı” diye nitelediği Afganlıları bu kez karşısına alan ABD’nin zahirdeki sebebi, 11 Eylül saldırılarından sorumlu tuttuğu el-Kaide’ye Taliban rejiminin yardım ve yataklık etmesiydi. Taliban’ın, el-Kaide lideri Usame bin Ladin’in 11 Eylül saldırılarına karıştığının delillerini vermesi halinde onu tarafsız bir ülkeye teslim etme önerisi kabul görmedi ve “Yeni Amerikan Yüzyılı”nın kurulmasına engel olarak görülen ilk ülkeye Amerikan saldırısı 7 Ekim 2001’de başladı.
Taliban’ın tasfiyesi ve ABD’nin Afganistan’ı işgali beklenenden daha kolay olmuştu. Ama unutulan bir şey vardı: Afganistan’ı işgal etmek kolay ama işgali devam ettirmek zordur. Zira tarih boyunca Afganlılar zamanı en iyi yıpratıcı silah olarak kullanageldiler.
İlk başta Afganistan’a NATO önderliğinde bir müdahaleyi reddeden ABD, daha sonra onu da işin içine soktu. Dahası, NATO’nun görev bölgelerinin genişletilmesi suretiyle kendi sırtındaki yükü hafifletmek istedi. 2006’dan sonra da NATO üyesi ülkelerden muharip güçlerini devreye sokmalarını talep etti ve bazı güvenlik riski taşıyan bölgeleri yakın müttefiklerine devretti. Böylece Amerikan zayiatları ile birlikte NATO zayiatları da artmaya başladı.
Ekim ayında ABD’nin Afganistan’ı işgalinin 9. yılına girdik. Ama tablo gerek ABD gerekse müttefikleri açısından daha da karamsar bir hal aldı. NATO’nun (dolayısıyla ABD’nin) bu savaşı kazanamayacağı, sivil ve asker en üst düzey yetkililer tarafından bir yıldır dile getiriliyor. Bu kervana, Afganistan’daki en üst düzey Amerikan ve NATO yetkilisi General Stanley A. McChrystal da, önümüzdeki bir yılda 60.000 kadar asker takviyesi yapılmadığı takdirde savaşın başarısız olacağını vurguladığı 66 sayfalık raporuyla katıldı.
Ancak 27 Mart 2009’da el-Kaide’yi merkeze oturtarak AfPak stratejisini ilan eden, Pakistan’ı da bu stratejinin önemli bir parçası haline getiren ve ilave asker yollama kararı alan Obama’dan bu talebe olumlu cevap gelmedi. Obama elinde tamamen belirli bir Afganistan stratejisi olmadan asker gönderip göndermemeye karar vermeyeceğini açıkladı. Bu satırlar yazılana kadar da, üst düzey danışmanları ile altı istişare toplantısı yapmış olmasına rağmen, henüz yeni bir Afganistan stratejisi ortaya konulmuş değildi.
Son dönemin en önemli gelişmesi ise hem İngiliz hem de Amerikalı liderlerin artık Afganistan’dan çıkabilmek için bir “çıkış stratejisi”ni dillendirmeye başlamış olmaları. İngiltere Başbakanı Gordon Brown “çıkış stratejisi” için Londra’da bir konferansın toplanacağını belirtiyor. Obama verdiği demeçlerde, başkanlık dönemi sona ermeden 2013’te Afganistan Savaşı’nı bitireceğinden ve Afganistan’dan asker çekmenin yeni stratejinin temelini oluşturacağından bahsediyor. Dolayısıyla açıklanacak strateji, saplandıkları bataklıktan nasıl kurtulacaklarının stratejisi olacak gibi görünüyor.
Zaten Taliban’ın son yıllarda ülkenin büyük kesiminde şu veya bu şekilde etkin olmaya başlaması ve ABD ile müttefiklerinin resmî asker kaybının günde 2,5 askere kadar yükselmesi alarm zillerini çaldırıyordu. “Seçimlerle meşruiyetini sağlayacağız” derken Afganistan başkanlık seçimlerinin bir fiyaskoya dönüşmesi ve “sahtekârlığın” seçimleri kazanması da işin tuzu biberi oldu.
Ancak ABD’nin Afganistan’ı tamamen bırakıp gideceği kanaatine de kapılmamak gerekiyor. Zira Washington aynen Irak’ta olduğu gibi geride yeterince asker bırakmak isteyecektir. Bu noktada şu saptamayı yapmakta fayda var: Amerika ve NATO’nun düzgün bir “çıkış stratejisi” oluşturmamaları ve savaşın uzamasının, her ikisi üzerinde, özellikle de daha kırılgan olan NATO üzerinde, onarılamaz etkileri olabilir. Böyle bir gelişmenin psikolojik etkilerinin üst düzey Amerikalıları epey tedirgin ettiği biliniyor.
AfPak stratejisinde önemli bir yere oturtulan Pakistan’a gelince, bağımsızlığını kazandığı 1947’den bu yana kendisini özellikle askerî açıdan geliştirdi ve Müslüman dünyanın ilk ve şimdilik tek nükleer gücü olarak arzı endam eyledi. Tahminen 80 ila 100 nükleer silaha sahip olan Pakistan, nükleer başlıkları taşıyabilecek kapasitede kısa, orta ve uzun menzilli füze sistemleri geliştirerek kendisinden çekinilmesi gereken bir güç olduğunu ortaya koydu. Ama bu gücü, bazı güçler tarafından hedef tahtasına oturtulmasını da beraberinde getirdi.
Evet, Pakistan Soğuk Savaş yıllarında ABD ile beraber hareket etti, birlikte “Afgan Cihadı”nı kotardılar ve yine birlikte Taliban fenomenini tezgahladılar. Ama Pakistan’ın “İslam Bombası”na sahip olması, ABD ve özellikle de İsrail için bir güvenlik endişesi olageldi. Pakistan’ın Afpak stratejisine girmesinin nedeni de bu. Stratejide odaklanılan ana konu el-Kaide’nin “Afganistan ve Pakistan’da dağıtılması, çökertilmesi, yenilmesi ve gelecekte geri dönüşlerinin engellenmesi”. Bu bağlamda el-Kaide’nin nükleer malzemeleri ele geçirme tehdidinin gerçek olduğu saptaması da yapılıyor.
ABD’nin Pakistan’a odaklı strateji geliştirmesiyle eşzamanlı olarak bu ülkede istikrarı dinamitlemeye yönelik eylemlerin artması üzerinde derinlemesine düşünmekte fayda var. Amerikan menşeli bazı örgütlerin bu noktadaki faaliyetlerine ilişkin haberler Pakistan basınında sıklıkla yer alıyor. Pakistan’ın istikrarsızlık belirtileri göstermesi üzerine ABD, bu ülkenin üzerine çullanacak ve nükleer silahların güvende olmadığı öngörüsüyle müdahale etmeye çalışacaktır. Nitekim ABD nükleer silahların güvenliğini Pakistan’la birlikte sağlamak için baskı uyguluyor.
Netice olarak, yeni açıklanacak AfPak stratejisi de tehdit noktasında, büyük ihtimalle ABD açısından daha büyük öneme sahip Pakistan’ı önceleyen öğeler içerecektir. Yeni stratejide Afganistan batağından çıkma yolları aranırken, Pakistan üzerindeki çember daha da daraltılacak gibi gözüküyor.
Paylaş
Tavsiye Et