LAİKLİK inanç ve kamusal işlemleri ayrıştırma sorunudur. Özellikle de politik eksende yerleşik ve hâkim inanç kodlarına dayalı politika yapmanın yaratacağı muhtemel ya da cari sorunları bertaraf etmeyi hedefler. Politika, hiçbir zaman salt politika olmamıştır. Çünkü politika esas itibarıyla yasa ve kılıç sembolizmiyle dile getirilen bir çerçeveyi ifade eder. Kanun icbar eder, kılıç ise keser. Tatsız, sevimsiz işlerdir bunlar. Saf politika birilerini (çoğu kez bir azınlık olur bu) mutlu ettiği kadar birilerini (çoğu kez çoğunlukları) de derin mutsuzluklara mahkûm eder. Politikanın ham süreçlerini yumuşatmak, onu tahammül edilebilir kılmak ve de meşrulaştırmak çoğu kez inançların işi olmuştur. Bu çerçevede, yani tarihsel-dünyevi anlamda Tanrı çoğu kez politikleştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Politik bir tanrıdır o ve işlevi bizatihi politik sertlikleri yumuşatmak ve yasa ile kılıcın meşruluğunu sağlamaktır. Adalet kavramı ise bu dengelemenin odağında yer alan bir kavram-değerdir.
Kılıç-yasa ve inanç arası ilişkilerde belirleyici olanın son tahlilde kılıç olduğundan şüphe etmemek gerekir. Yasa ve inanç onun bağımlı değişkenleridir. Bu anlamda teokrasi, yani bizzat dinin gerekleriyle kılıç ve yasayı şekillendirmek sınırlı bir tecrübenin konusu olarak kalmıştır. ‘Hayat’ kitaba sığmıyor. Tersine olarak ‘kitap’ hayatın içinde okunuyor ve her bir yorumda sanki yeniden yazılıyor. Bu çerçevede tarihsel anlamda politikleştirilmiş Tanrı(lar) kadim dünyada sezaropapizm olgusu olarak tecessüm eder.
Sezaropapizmin içeriğini nasıl bir inanç sisteminin dolduracağı o kadar da önemli değildir. Roma bir dönem pagandı, daha sonra Hıristiyan oldu. Daha sonra ise Ortodoks ve Katolik yorumlar üzerinden ayrıştı. Tarihten çekilen Doğu Roma, yerini Osmanlı’ya bırakırken sezaropapizm bu kez İslamî bir veçhe kazandı.
Osmanlı sezaropapizmin son ve en güçlü taşıyıcısı olarak tecessüm etmiştir. Bizde din ile politikanın mesafelendirilmesi bu yüzden sancılıdır. Yani bu sancıların doktriner değil, tarihsel bir arka planı olduğunu düşünüyorum.
Laik Avrupa’nın inşasında sezaropapist geleneklere yabancılaşmış olmanın esaslı bir etkisi vardır. Feodalite kılıç, yasa ve inanç ilişkileri zaten bizatihi bir mesafelenmenin ürünüdür. Kılıç tekeli kalkmış ve yerelliklere doğru dağılmıştır. Yasa da öyle. Feodal kanuni çeşitlilik bunun göstergesidir. İnanç ise müesses kiliseye rağmen yerel ve pagan çeşitlemeleriyle tomurcuklanmış vaziyettedir.
Modern dünyada ekonominin toplumsal bir ölçekte kendi dinamikleri üzerinden özerkleşmesi ve politik müesseseleri şekillendirmede yeni rasyolar doğurması (ekonomi-politik), politikanın kadim Eflatuncu temellerini bırakıp Machiavelli-Hobbes ekseninde (reel ve macht politik olarak) yeniden yapılanması laikliğin tarihsel imkânlarının açılımlarıdır. İnanç, bu yeni durumda ister istemez dışarıda kalacaktır.
Işığın artık Batı’dan geldiği yeni dünyada periferileşen ve politik gücünü kaybeden Osmanlı için sezaropapist dengeleri sürdürmek zorlaşır. Dinî hayattan politik taleplerin yükselmesi bu çerçevede anlaşılmalıdır. Bu problemli bir alandır. Çünkü bizzat dinî hayat buna karşı entelektüel olarak hazırlıksızdır. Ahmet Cevdet Paşa bunu görenlerdendi. Medeni hukuk inşasında mevcut fıkıh külliyatının yeni dünyaya uyarlanmasının kamu hukuku inşasından daha öncelikli olduğunu da görmüştü.
Öte yandan sezaropapizm müesseseler düzeyinde çözülürken zihniyetler düzeyinde keskinleşmektedir. Çünkü sezaropapizm, bütün kadimliğine rağmen modern dünyayı kavramsallaştırmada yine de en güçlü bağı ifade etmektedir. Modern reel politik düşüncesi sezaropapizme yabancı değildir; dolayısıyla modern müesseselerin inşasında yegâne tutunum çevresidir. Modernleşme tarihimizi yine bu gelenek üzerinden okumak daha doğru olacaktır.
Modern devlete özgü müesseseleşmeler, sezaropapist geleneklerden temellenen yönetim kadrolarının iktidarını perçinleyen ve özgüvenlerini pekiştiren bir işlev görmüştür. Sıkıntı ekonomi-politik bir dinamiğin ve disiplinin mevcut olmamasıdır. Bu durumda gerilimler kendisini kültürelleştirerek açığa çıkarmıştır. Zihniyet problemleri, günlük tarz-ı hayat (modus vivendi) takıntı ve gerilimleri bunun göstergesidir.
Modernitenin vardığı aşamada, kılıç-yasa ve inanç arasındaki ilişkiler bütün dünyada sorunlu bir hale geldi. Keynesçi ekonomi-politikaların çözülmesi, modern kamusal yapıların, bürokrasilerin ve politik sınıfların sosyal hayatın yeni dinamikleriyle uyuşum sıkıntıları göstermeye başlaması gibi süreçlerin içinde kültürel sorunlar politikleşerek açığa çıkıyor. Tüketim aracılığıyla kültürel durumların yeni donanımlar kazanması ve kamusal alanlara taşan bir gösterme etkisiyle bitişmesi gerilimleri bileyen bir sonuç yaratıyor. Gerilimlerin kültürel anlamda çeşitlenerek açığa çıkması olgusu bizim modernleşme tarihimizde öteden beri yaşadığımız bir durum. Dolayısıyla yeni dünyanın her tür yeni paganlaşmayı içeren bu yoldaki teşviklerini, tıkanan durumları çözmenin değil, abartmanın ve iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale getirmenin vesilesi olarak değerlendiriyorum.
Paylaş
Tavsiye Et