ERZİNCAN Savcısı İlhan Cihaner’i tutuklatan Erzurum savcıları yetkilerini kullanmışlardır. Bu yetkiyi kullanmak kanuni bir görevdir. Bu görevi yaptı diye hiçbir hâkim veya savcı cezalandırılamaz. Onların yetkisini almak bir yerde onları cezalandırmaktır. O yüzden karşı karşıya olduğumuz durum, hukuk açısından oldukça vahim. HSYK’nın hâkim ve savcıları görevden alma yetkisi var, ama gerekçesi önemli. HSYK’nın Erzurum savcılarının yetkilerini almasında yargıya müdahale var. HSYK, beyanatında “Yetkilerini aştıkları için görevden aldık” diyor. Bir savcının yetkisini aşıp aşmadığı yargılamayla ortaya çıkar. Fakat şu an ortada bir soruşturma ya da bir şikayet yok. Kurulun apar topar böyle bir karar alması çok yanlış. Bir soruşturma yapılır. O soruşturma neticesinde ortada bir suç varsa ona göre yargı işlemi veyahut görevden alma şeklinde bir uygulama yapılır. Öyle bir şey olmadığına göre HSYK taraflı davranmış ve yargıya müdahale etmiş oluyor.
Bir seneden beri benim mesleğe iade için yaptığım müracaatı değerlendirmeyen HSYK, kendisine intikal etmiş bir olay olmadığı halde hemen bir gün içerisinde bu kararı alıyor. Bu hukukun ne kadar taraflı davrandığını gösteren bir olay. Özellikle bunun vurgulanması lazım. Kendisine intikal etmiş bir konu hakkında karar vermeyen bir kurul, kendisine intikal etmeyen bir karar veya işlem hakkında neden karar veriyor? Bu hukuk mantığıyla bağdaşacak bir şey değil. Savcıların görevli olup olmadıklarını, yetkilerini aşıp aşmadıklarını tayin yetkisi Yargıtay’ındır. Çünkü bu, yargılama gerektirir. Yargıtay’ın verdiği kararları açıp baktığınızda savcıların yetkili veya görevli olup olmadığına dair bir sürü karar mevcuttur. Hatta bu iş en sonunda Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gider. Yani bu konuda karar vererek HSYK yetkisini aştı.
Türkiye’de bir jüristokrasi var. Bu kesin. Yıllardan beri bilinen, söylenen bir şeydi; son yaşananlarla tam anlamıyla gün ışığına çıkmış oldu. Bu olaylar, HSYK’nın kararlarına yargı yolunun açık olması gerektiğini gösterdi. Bu ancak yargı reformuyla olacaktır. Bugün Meclis’in önüne gelen paketin bir an önce çıkması gerekiyor. Fakat sırf onunla da iş bitmiyor, aslında bir Anayasa reformu yapılmalıdır. Anayasa’nın A’dan Z’ye değişmesi gerekiyor. Çünkü bugünkü sıkıntıların temel kaynağı 1982 Anayasası. Eğer bu Anayasa’daki o koruyucu maddeler olmasa bugünkü gibi bir durumla karşılaşmazdık. Daha çağdaş, daha özgürlükçü, herkesin kendisini ifade edebildiği ve insanlar ve kurumlar arasında ayrım yapmayan bir anayasa olmalı. Mesela yüksek yargı hakkında neredeyse hiçbir şekilde dava açılamıyor. Eğer bugün siyasi iktidar bu konuda gerçekten samimi ise yapması gereken şey Avrupa Birliği uyum yasalarına uygun bir düzenleme yapmak. Çeşitli kurumlara ve kişilere ayrıcalık veren bir ülke Avrupa Birliği’ne giremez zaten. O ayrıcalıkların kalkması lazım. Hiç kimsenin kanun karşısında bir üstünlüğü olmamalı. Kanunlar herkese eşit olarak uygulanmalı. Ancak o zaman Avrupa Birliği veya normal çağdaş evrensel standartlara uygun bir Türkiye Cumhuriyeti’nden bahsedebiliriz. Hâkimi ve savcıyı yargılama, bakanı ve müsteşarı yargılama, askeri yargılama... Peki kim yargılanacak? Sade vatandaş mı? Kaldı ki eğer kişi zenginse, varlıklıysa onu da yargılamak neredeyse imkansız. Halbuki suç işleyen herkes kanunlar önünde eşit biçimde yargılanabilmeli.
Paylaş
Tavsiye Et