Konuşan: Ebru Afat
AKP hükümetinin hazırladığı yeni anayasa değişikliği paketini nasıl buldunuz? Bizzat Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, bu taslağın, sizin hazırladığınız taslağın daha gerisinde olduğunu, çünkü siyasi uzlaşma sağlayabilmek için bazı değişiklikler yaptıklarını söyledi.
Sayın Çiçek teveccüh göstermiş. Ben taslağın son halini ana hatları itibarıyla olumlu buluyorum. Elbette her siyasi parti kendi tercihi yönünde bir taslak sunma hakkına sahip. Bu taslakta tereddüt ettiğim ya da eksik bulduğum hususlardan bir tanesi, parti kapatma konusunda Avrupa Konseyi’nin Venedik Kriterleri’nin kabulünden kaçınılması. Partilerin yasaklanmasına ilişkin Anayasa’nın 68. maddesi aynen duruyor. Sadece parti kapatma usulünde, Meclis’in bir komisyonunun onayının alınması gibi güçleştirici bir faktör getirilmiş.
Peki, bu faktör Venedik Kriterleri’ne yakın bir ortam sağlayamaz mı?
Hayır, çünkü Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu bu yasakların uzun ve müphem kavramlardan oluştuğunu belirterek, 2009 tarihli raporunda hem bu maddeyi hem de parti kapatma konusunda bütün inisiyatifin cumhuriyet başsavcısına bırakılmasını eleştirmişti. Taslakta bu ikinci hususta bir iyileştirme sağlanmış, ama bunun da mümkün olan en iyi iyileştirme olup olmadığı tartışmalı. Çünkü Meclis’te grubu bulunan her partiden beşer milletvekilinin oluşturacağı bir komisyon kurulması öngörülüyor. Bunun yerine ben Meclis’in nitelikli çoğunluğuyla böyle bir talepte bulunmasını tercih ederdim.
AKP neden nitelikli çoğunluğu değil de her partiden aynı sayıda üyenin yer alacağı bir komisyonu tercih ediyor?
AKP bence haksız bir suçlamadan kaçınmak için bunu yapıyor. Her grubun eşit sayıda milletvekiliyle temsil edileceği, dünyada örneğine rastlamadığım bir sistem benimsenmiş. Burada da uzlaşmacılık eğilimi kendini gösteriyor, ama uzlaşmanın doğrular üzerinde olması lazım.
Ben de tam bu noktada, anayasa değişikliğinde uzlaşmanın ne anlama geldiğini sorayım. Demokratik bir ülkede anayasa değişikliği yapabilmek için uzlaşma şart mıdır?
Anayasa değişikliği için nitelikli çoğunluk gerekiyor. Bu da en az üye tam sayısının beşte üçüdür. Bir ihtimalle de üçte ikisi veya daha fazlasıdır. Beşte üç ve üçte iki arasında olduğu takdirde buna bir de referandumu eklerseniz zaten toplumda ve Meclis’te oldukça geniş çapta bir konsensüs oluşmuş demektir. Bu da uzlaşmanın mevcut olduğu anlamına gelir. Tabii daha geniş bir uzlaşma siyasi temenni olarak dile getirilebilir; keşke mümkün olsa da %100’ün uzlaşması gerçekleşse.
Ama zaten bu ütopik bir durum değil mi? Bir ülkede herhangi bir kanun değişikliği yapılırken %100 uzlaşma sağlanabilir mi?
En demokratik şekilde, azami uzlaşma gayretiyle hazırlanmış İspanyol Anayasası’nda bile referandumda %13 olumsuz oy çıktı. Dolayısıyla hiçbir zaman %100’ün mutabakatını sağlayamazsınız.
Yani çoğunluğun mutabakatı yeterli olur diyorsunuz.
Bence yeterli olur. Aksi takdirde hiçbir zaman anayasa değişikliği gerçekleşmez. Hatta %100 mutabakatı ararsanız bir kanun çıkarmak bile çok zorlaşır. Bir de mutabakatın veya uzlaşmanın bazıları tarafından yanlış anlaşıldığını görüyoruz. Zira siyasi uzlaşmaya ilaveten bir de kurumlar arası uzlaşmadan bahsediliyor. Mesela yüksek yargı organlarının, HSYK’nın, Silahlı Kuvvetler’in veya bürokrasinin diğer kesimlerinin mutabakatının sağlanması şartmış izlenimi uyandırılmaya çalışılıyor. Bu ne mümkün ne de gerekli. Hem mevcut 1982 Anayasası hem de demokratik ilkeler gereğince anayasa değişikliği yapacak organ Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Kurumların fikri alınabilir elbette; ama kurumların anayasa değişikliğini veto hakkı yoktur.
HSYK, Yargıtay ve Danıştay’ın anayasa değişikliği tasarısına olan tepkilerini nasıl yorumluyorsunuz?
Duygusal buluyorum. Çünkü değişikliklerin yargı bağımsızlığını zedeleyen herhangi bir tarafı yok. Gerek Anayasa Mahkemesi’nin gerek HSYK’nın oluşumuyla alakalı öneriler, Avrupa demokrasilerinde sıklıkla rastladığımız bir model. Orada bu tarz bir uygulamanın yargı bağımsızlığını yok edeceğini kimse söylemiyor. Ama bizde yüksek yargı mensupları, yargı bağımsızlığını yüksek yargının mutlak hâkimiyeti olarak algıladıkları için bu değişikliği, mesela yüksek yargının bazı üyelerini meclisin ya da cumhurbaşkanının seçmesini, yargı bağımsızlığına aykırıymış gibi takdim ediyorlar. Oysa bu değişiklikler AB kriterlerine de demokratik ilkelere de uyuyor.
Peki, bundan sonra ne olabilir? CHP, Meclis’ten geçmesi halinde bu değişiklikleri Anayasa Mahkemesi’ne götürürse nasıl bir noktaya gidilir? HSYK Başkanı’nın dediği gibi, taslakta öngörülen anayasa değişiklikleri, 1982 Anayasası’na bir aykırılık teşkil eder mi? Diyelim ki anayasa değişiklikleri referandumda onaylandı. Anayasa Mahkemesi referandum sonucunu Anayasa’ya aykırı bulup iptal edebilir mi?
Referandumda onaylandıktan sonra Anayasa Mahkemesi’nin değişikliği iptal yetkisi yoktur. Bir demokraside nihai karar halk iradesinindir. Burada yüksek yargının sayın başkanları yanlış bir hukuki tabir kullanıyorlar. “Anayasa değişikliğinin Anayasa’ya aykırılığı” diye bir şey söz konusu olamaz. Belki ifade etmek istedikleri, bu değişikliğin, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine aykırılığıdır. Ama o da savunulması güç bir pozisyon. Çünkü bir defa Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa değişikliklerinin Anayasa’ya aykırılığını inceleme yetkisi yok. Sadece denetleme yetkisi var. O denetimin ne olduğu da Anayasa’nın 148. maddesinde belirtiliyor. Fakat Anayasa Mahkemesi bu açık hükme rağmen, türbanla ilgili Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikleri, yetkisini aşarak iptal etti. Bunu tekrarlayabilir mi? Teorik olarak, bir kez hata yaptığına göre, ikinci bir kez daha yapabilir. Ama bu Anayasa Mahkemesi için ağır bir vebal olur.
Diyelim ki Anayasa Mahkemesi, referanduma gitmeden önce değişiklikleri iptal etti. AKP bu durumda ne yapabilir?
Böyle bir karar karşısında hukuken yapılabilecek bir şey yok. Önümüzdeki genel seçimlerde bunu bütün açıklığıyla halka anlatıp ondan kendisini Anayasa’yı değiştirecek güçte bir çoğunluğa ulaştırmasını istemesi, AKP’nin yapabileceği tek şey. Çünkü demokrasi, hâkimler hükümeti demek değil. Elbette demokrasilerde yargının son derece onurlu ve önemli bir rolü var. Ama bu rol anayasal yetkilerin sınırları içinde kalmalı.
AKP’nin böyle kısmi bir değişiklik yerine yeni bir anayasa hazırlayıp onu referanduma sunması sizce daha yerinde olmaz mıydı?
AKP 2007 genel seçimlerinden sonra yeni bir anayasa yapsaydı, o zaman siyasi şartlar daha elverişli olduğu için, bir sonuca ulaşılabilirdi. Ama o sıralarda AKP’nin yeni bir anayasa girişimi muhalefetin tepkisiyle karşılandı. Önümüzdeki genel seçimlerde AKP, anayasa değişikliğini temel bir madde olarak gündeme getirir ve halktan da güçlü bir destek alırsa, tümüyle yeni bir anayasa projesini gerçekleştirebilir. Ama şu anda mevcut siyasi şartlar, yeni bir anayasadan ziyade en fazla kısmi bir pakete müsait görünüyor.
2007 seçimlerinden sonra yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi hükmü getirildi. Hükümetin anayasa değişikliği paketinde en çok tepki gösterilen nokta, yüksek yargı organlarında cumhurbaşkanının seçtiği üyelerin oranının arttırılması ki bu değişiklik cumhurbaşkanının yetkilerinin de artması anlamına geliyor. Bu ikisi arasında bir bağlantı var mı? AKP bu şekilde Türkiye’nin yavaş yavaş yarı başkanlık sistemine geçmesinin zeminini hazırlamaya çalışıyor olabilir mi?
Bu endişeyi ben de taşıyorum ve taslağın o bölümlerini onaylamıyorum. Bizim taslağımızda, Avrupa’da da yaygın olan sisteme benzer şekilde, Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden 9’unun yüksek yargı organları, 8’inin de milli niteliklere sahip kişiler arasından ve beşte üç nitelikli çoğunlukla meclis tarafından seçilmesi öngörülüyor. Bu pakette ise Anayasa Mahkemesi üye sayısı 19 olarak belirleniyor, meclise sadece 3 üye seçme hakkı tanınıyor ve ağırlık cumhurbaşkanına geçiyor. Bu da, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilme ilkesiyle birlikte değerlendirildiğinde, insana bir nevi yarı başkanlık sistemi algısı olduğunu düşündürüyor. Temenni ederim ki taslak Meclis’te görüşülürken, yüksek yargı üyelerinin seçiminde cumhurbaşkanından çok meclise ağırlık verecek bir yöntem benimsenir.
Yarı başkanlık sisteminin Türkiye’de problemlere mi yol açacağını düşünüyorsunuz?
Evet, böyle düşünüyorum. Elbette yarı başkanlık demokratik bir sistem; Fransa’da ve birçok başka demokratik ülkede de uygulanıyor. Bunun bir diktatörlüğe yol açacağı iddiasında değilim; fakat geniş yetkili ve halkça seçilen bir cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğunun ayrı partilerden olması halinde devamlı bir sürtüşme potansiyeli mevcuttur. Bu da Türkiye’de siyasi istikrarsızlığa yol açabilir.
Cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğunun farklı partilerden olması, halkın bütün kesimlerinin aynı anda temsil edilmesi gibi olumlu bir duruma sebebiyet veremez mi?
Ama o zaman yürütme içinde bir bölünme olur, devamlı sürtüşme yaşanır. O da kararlı bir anayasa krizi içinde yaşamak anlamına gelir. Bu yüzden yarı başkanlık bana göre sorunlu bir sistem.
Paylaş
Tavsiye Et