Konuşan: Hilal Turan
Yeni anayasa değişikliği paketini nasıl değerlendiriyorsunuz? 2007 seçimleri sonrasında AK Parti, sizin de içinde bulunduğunuz bir heyete yeni bir anayasa taslağı hazırlatmıştı. Hükümetin paketi ile sizin hazırladığınız taslak arasında ne gibi farklılıklar var?
Şimdi bu paket her ne kadar 26 maddeden oluşan küçük bir değişiklik taslağı olsa da, getirmiş olduğu düzenlemeler itibarıyla aslında çok önemli sonuçlara yol açacaktır. Anayasal sistemimizde ciddi bir reform sayılabilecek etkiler meydana getirecektir. Paketle getirilen düzenlemeleri üç grupta toplamak mümkün. Bunlardan birincisi yargı reformu, ikincisi hukuk devleti ile ilgili iyileştirmeler, üçüncüsü de insan hakları alanındaki birtakım yeni düzenlemeler. Ancak yargı reformu bu paketin özünü oluşturuyor diyebiliriz.
İnsan haklarıyla ilgili olarak bizim 2007’de hazırladığımız taslaktan bazıları bu mini taslağa alınmış. Mesela çocuk hakları, kadınlara ve diğer dezavantajlı gruplara pozitif ayrımcılık getiren hükümler, kişisel bilgilerin korunması, bilgi edinme hakkı ve memurlara toplu sözleşme hakkı getirilmiş. Fakat 1982 Anayasası bir bütün olarak başlangıcından itibaren ele alınıp bütünüyle evrensel insan hakları standartlarına kavuşturulmadan, sadece bu paketle Anayasa’nın tam manasıyla birey özerkliğini garanti altına alan bir hale gelmesini beklememeliyiz. Çünkü 1982 Anayasası’nın başlangıcı, anayasacılığın temel felsefesi olan bireyin korunması düşüncesiyle taban tabana zıt. Ama Anayasa’yı tümüyle değiştirmek şu anda mümkün olmadığı için bu kısmi insan hakları iyileştirmelerine olumlu bakıyorum.
Hukuk devletiyle ilgili iyileştirmeler açısından da birkaç madde zikredilebilir. Mesela Yüksek Askeri Şura ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararlarına karşı yargı yolu açılıyor. Memurlara verilen idari cezalar yargı denetimine tabi tutuluyor ve bir de hak arama özgürlüğü bakımından vatandaşlara yeni bir imkan getiriliyor. Genellikle vatandaşlar hak arama özgürlüklerini kullanırken kamu otoritelerinden kendileri yahut kamuyla ilgili bilgi ve belgeleri isteyebiliyorlar. Kamu otoriteleri bu talepleri reddettiği zaman vatandaşa iki seçenek sunuyor: Ya dava açarak bilgileri istemek ya da Başbakanlığa bağlı Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na başvurmak. Bu Kurul, kamu denetçiliğine benzeyen bir müessese. Ben de yaklaşık altı yıldır Kurul’un üyesiyim. Vatandaşların %99’u dava açmıyor, Kurul’a başvuruyor; mahkemelerde beklemektense daha etkili, kısa süreli ve masrafı az olan yolu tercih ediyor. Dolayısıyla kamu denetçiliği hukuk sistemimize hak arama bakımından ciddi bir reform getiriyor diyebiliriz.
Taslaktaki bir diğer yeni hak arama yolu da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınmış olması. Bugün Avrupa ülkelerinin birçoğunda bu uygulama var. Böylece vatandaşlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamındaki haklar için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilecekler. Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne her yıl binlerce başvuru gidiyor ve bunların birçoğunda da Türkiye’nin hak ihlali yaptığı tespit ediliyor. İç hukukumuzda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun açılması, AİHM’e yapılabilecek başvuruları ciddi ölçüde azaltabilir. Fakat ben burada bir düzeltme yapılmasını öneriyorum. Taslakta Anayasa Mahkemesi’ne AİHS kapsamındaki haklar için başvuru hakkı tanınıyor ki bu dar bir düzenleme. Bu genişletilerek sosyal haklar dışında kalan bütün temel hak ve hürriyetler için bireysel başvuru hakkı getirilebilir. Meclis’te görüşülürken eğer bu kapsam genişletilirse, bu hak arama yolu daha etkili bir şekilde işletilebilir.
Paketin can alıcı noktasını oluşturan yargı reformuna dönersek?
Anayasa Mahkemesi ile HSYK’yı üç açıdan eleştiriyorduk: 1) Demokratik ülkelerde durum nedir? 2) Uluslararası belgelerde durum nedir? 3) Anayasa’daki temel ilkelerde durum nedir? Demokratik dünyaya baktığımızda, anayasa mahkemeleri ve HSYK gibi kurumlara meclislerin önemli ölçüde üye seçtiğini, hatta bazı yerlerde üyelerin tamamını seçtiğini görüyoruz. Yüksek yargı organlarına meclisin üye seçmediği yegâne demokratik ülke Türkiye. Uluslararası belgelerde de bu konuya ilişkin birçok karar ve görüş var. Mesela Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun raporu ile Avrupa Konseyi Yargıçlık Kurulu’nun kararları. 1982 Anayasası’nın 9. maddesinde ise yargılama yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanıldığı ifade ediliyor. Yetkinin Türk milleti adına kullanılması soyut bir sözden mi ibaret? Anayasa koyucu abesle mi iştigal ediyor? Bunun anlamı ne?
Sizin taslağınızda da yüksek yargı üyelerinin bir kısmını Meclis’in seçmesi öngörülüyordu, değil mi?
Evet, Türk milleti adına yargı yetkisini kullanmaktan bahsediliyorsa, bir şekilde millet iradesinin bu mahkemelere yansıması gerekiyor. İşte kuvvetler ayrılığı da tam burada, kontrol ve dengeler sistemi adına verdiğimiz şekilde işleyecektir. Aksi takdirde yasama ve yürütmeyi yargı denetleyecek; ama yargı bütünüyle kendi içinde otonom olacak ve hiçbir şekilde bir kontrol ve dengeler sistemine tabi olmayacaktır. Bütün bu sebeplerle, meclislerin anayasa mahkemeleri ve yüksek yargı kurullarına üye seçmesi gerekir. Bizim 2007’de hazırladığımız anayasa taslağında, hem Anayasa Mahkeme’sine hem de HSYK’ya Meclis’in üye seçmesi yönünde düzenlemeler yapmıştık. Bu pakette ise Meclis, 19 üyeli olması öngörülen Anayasa Mahkeme’sine 3 üye seçiyor, HSYK’ya ise hiç seçmiyor.
Biz Meclis’e daha etkili bir rol verilmesini, böylece demokratik dünyadaki uygulamaların, uluslararası belgelerin ve Anayasa’nın 9. maddesinin bir anlam kazanacağını düşünüyoruz. Böylece kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerden birinin diğerini bütünüyle kontrol ettiği bir işleyişten çıkacak, yasama-yürütme-yargı arasında gerçek anlamda bir kontrol ve dengeler sistemine kavuşulacak. Taslağa karşı yargının kuşatıldığından bahsediliyor ve istenen değişikliklerin kuvvetler ayrılığına aykırı olduğu söyleniyor. Halbuki kuvvetler ayrılığı demek sadece yargının yasama ve yürütmeyi denetlemesi değildir. Yargının oluşumunda da diğer kuvvetlerin etkili olması gerekiyor ki karşılıklı bir kontrol mekanizması ortaya çıkabilsin. O yüzden bu paket, bizim taslağa göre yüksek yargıyı yapılandırmada geri bir adım sayılabilir; ama bu düzeltilebilir ve meclisin etkinliği biraz daha artırılabilir.
Taslakta, 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmalarını önleyen Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçici 15. madde Anayasa’dan çıkarılıyor ama bunun pratikte darbecilerin yargılanmasıyla sonuçlanacağını zannetmiyorum. Çünkü zaman aşımı ile ilgili tartışmalar var. Maddeyi kaldırmak, kendiliğinden darbecilerin yargılanmasını getirmeyebilir. Bunlar tartışmalı konular olsa da, darbecileri koruyan maddenin Anayasa metninden çıkarılması, hem sosyolojik-psikolojik hem de siyasal açıdan sembolik öneme sahip. Böylece milli irade, darbeci zihniyetin kendini yasal korumaya almasını kabul etmediğini beyan ediyor. O yüzden bu değişikliğin pakette yer almasını olumlu buluyorum.
Pakette memurlara toplu sözleşme hakkı veriliyor ama grev hakkı tanınmıyor. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Bazı Avrupa ülkelerinde memurların grev hakkı var, bazılarında ise yok. Bizim ülkemizde memur kavramı çok geniş. Aynı kurum içinde aynı işi yapan iki insanın biri işçi, diğeri memur statüsünde olabiliyor. İşçinin iş güvencesi iş kurallarına, memurun ise devlet kanunlarına tabi ki onu işten çıkarmanız, belli şartlar dışında, mümkün değil. Batı’daki grev hakkı tanınan memur kavramını burada kabul edersek, zaten memur dediğimiz insanlar da işçi statüsüne geçecekler ve otomatikman grev hakkını elde edecekler. Ülkemizde işçilerin grev hakkı var; ama karşılığında işverenin de lokavt ilan etme hakkı var. Memurlar grev yaptığında devlet lokavt kararı alabilecek mi? Bunlar çok tartışmalı alanlar. Türkiye ekonomik bakımdan hâlâ gelişmekte olduğu, örneğin İskandinav ülkeleri gibi geniş mali imkanlara sahip bulunmadığı için, memurlara grev hakkı verilmesinin ciddi sorunlar yaratmasından korkuluyor. Ben şu aşamada memurlara grev hakkı verilmesini uygun görmüyorum; ama ekonomik şartlar olgunlaştığında, memur tanımını gözden geçirmek kaydıyla, elbette memura da grev hakkı verilebilir.
Anayasa değişikliğinde gündeme gelen uzlaşma kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz? Anayasa ya da anayasa değişikliği ne tür bir uzlaşmayla yapılmalıdır? Uzlaşma ile talep edilen tam anlamıyla nedir?
Anayasa bütün toplumu ilgilendirdiği için yapılışına da bütün toplumun katılması hedeflenir. Eski Doğu Bloğu ülkelerinde veya Güney Afrika’da yeni anayasaların yapılma süreçlerine baktığımızda, eski anayasaların tamamen görmezden gelindiğini görüyoruz. Orada bütün toplum kesimleri bir masa etrafında toplandılar. Boş bir kağıda ittifak ettikleri hususları yazdılar. Bizde ise 1982 Anayasası’nın metni kalsın, oradan neleri çıkaracağımız ya da oraya neleri ekleyeceğimiz noktasında uzlaşalım diyorlar. Öyle olduğu zaman bu bir toplum sözleşmesi olmaz. Bütün kesimlerin eşit söz hakkına sahip olacağı bir anayasa yapma sürecinden bahsediyorsak, o zaman mevcut 1982 Anayasası bir tarafta duracak, insanlar bir masa etrafında toplanacaklar ve önlerindeki boş sayfalara yazacaklar. Diyecekler ki 1. madde ne olsun? Kimisi devletin temel ilkelerinin, kimisi de insan onuru asla ihlal edilemez tarzında bir ifadenin ilk maddede yer almasını isteyecek. Burada %51 ile mi yoksa üçte ikiyle mi uzlaşılacak karara bağlanacak ve sıfırdan anayasa hükümleri uzlaşıla uzlaşıla, görüşüle görüşüle metne yazılacak. Ama sizin elinizde bir metin varsa, birileri çıkıp da şurasına burasına dokunamazsınız diyorsa, o zaman uzlaşmayı 1982 Anayasası’na göre şöyle anlayabiliriz: Anayasa’nın 175. maddesi, uzlaşma için mecliste üçte ikiyi sağlamak gerektiğini belirtiyor. İlkesel uzlaşma sayısı üçte iki yani 367’dir. Ancak bunu sağlayamazsanız beşte üçe yani 330’a ulaşırsanız, halkoyuna sunmak kaydıyla uzlaşmanın gerçekleştiği var sayılır. Uzlaşma sayısı 367 olmazsa 330’dur; ama orada da son sözü halk söyleyecektir. Dolayısıyla Meclis 330’u çıkarıyorsa, Anayasa’nın istediği uzlaşma sayısını zaten bulmuş demektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi esnasındaki 367 meselesinde, anayasa hükümlerinin çok farklı şekilde yorumlanabildiğine tanık olduk. Sizce bundan sonra nasıl bir süreçle karşı karşıya kalacağız? CHP, değişikliklerin geçmesi halinde referandumdan önce Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini açıkladı.
Meclis’te CHP ve MHP taslağı desteklemeyeceklerini söylediler. Ancak AK Parti ve BDP oyları rahatlıkla 330’u sağlıyor. Bunların içinden fireler verilse bile 330’un çıkma olasılığı bana yüksek görünüyor. Bu durumda da referanduma gidilir. Bu aşamada CHP, yargıyla ilgili değişikliklerin Anayasa’nın hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak. CHP, Anayasa Mahkemesi’nin 10. ve 42. maddelerdeki değişiklikleri iptal kararı vermesindeki mantığından hareketle bu değişiklikleri de iptal ettirmeyi planlıyor. Bunu yapabilirler. Burada şu tartışmayı yapmak lazım: Anayasa değişiklikleri Meclis’ten 330’la çıkıp Cumhurbaşkanı tarafından referanduma sunulduğunda Anayasa Mahkemesi’nde dava açılabilir mi? Çünkü bu da henüz tamamlanmamış, tekemmül etmemiş bir yasama süreci. Benim kişisel görüşüm, referanduma sunulan anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyeceği yönünde. Çünkü bizim anayasal sistemimizde normlaşma tamamlandığında denetim yapılması kabul ediliyor. Fakat ne yazık ki bazı anayasa hukukçularıyla Anayasa Mahkemesi farklı görüşte. Onlar değişikliklerin Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla birlikte normlaşmanın denetime açılacağını düşünüyorlar. Oysa değişiklikler Resmi Gazete’de kanunlaşma sürecinin tamamlanması için değil, referandum için yayınlanacak. Bir örnekle bunu açıklayalım isterseniz. Diyelim ki Meclis normal bir kanunu çıkardı. Cumhurbaşkanı bunu imzalayıp Resmi Gazete’de yayınlandığında kanunlaşma süreci tekemmül ediyor ve kanun norm haline geliyor. İşte o zaman bu kanun denetlenebilir hale geliyor. Oysa anayasa değişikliği referanduma sunulduğunda, orada Cumhurbaşkanı’nın yaptığı şey normlaştırmaktır, kanunlaştırmak değil. Zira yetkisi olmadığı için bunu yapamaz. Kanunlaşma süreci tamamlanmadığı için de siz bunu denetleyemezsiniz. Anayasa’da bir değişiklik yapılmış değil ki denetleyesin. Ama Anayasa Mahkemesi aksi görüşte ki 2007’de böyle bir dava açılmasını kabul etti. O yüzden CHP dava açarsa, Anayasa Mahkemesi’nin de zaten görüşü referanduma sunulan metinlerin dava edilebileceği yönünde.
Bunu önlemek için yapılabilecek herhangi bir şey var mı?
Bunu önleyecek hiçbir şey yok. Ancak Anayasa Mahkemesi olmayan bir şeyi iptal ederse bu acaba yok hükmünde sayılabilir mi? Halk “evet” dediğinde değişiklikler norm haline gelecek; ama referanduma sunmak için de iki ay beklenecek. Bu arada bir normdan değil sadece halka sunulmuş, onaylanmayı bekleyen ve yasama süreci tamamlanmamış bir metinden bahsediyoruz. Bunun herhalde iptal edilmemesi gerekiyor; ama Anayasa Mahkemesi bütün bunlara rağmen değişikliği iptal ederse, bu durumda da söz konusu kararın yok hükmünde sayılması belki düşünülebilir, tartışılabilir.
Paylaş
Tavsiye Et