LİBERALİZMİN en azından reel politik alanda sosyalizmi altettiğinin tesciliyle birlikte kamu sektörü hedef tahtası haline geldi. Eleştiriler, devletin özel sektörden daha verimsiz olduğu varsayımına dayanıyor. Dolayısıyla, ekonomik alan tamamen özel kesime terkedilmeli, devlet özelleştirmeler yoluyla küçültülmeli ve ekonomideki işlevi özel girişimin önünü açmakla sınırlı olmalı. Buna rağmen kamu kesiminin ekonomideki ağırlığının yok olmadığı ve Türkiye’de de birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi yirmi yıl öncesindeki kadar büyük bir etkiye sahip olduğu bir gerçek.
KİT’lerin ekonomideki varlığının eski sosyalist ülkelerde ve bazı orta-gelirli ekonomilerde azaldığı ortada. Ancak pek çok gelişmekte olan ülkede ve bilhassa en fakir olanlarında, hâlâ bürokratlar ekonominin büyük bir kısmını yönetiyorlar. Örneğin, günümüzde “devlet”, Mali’de kibrit, Hindistan’da saat, Meksika’da tuz, Mısır’da kurabiye ve ülkemizde çay ve halı üretiyor!
Kamu, belirli ürünlerin üretilmesi veya hizmetlerin görülmesi amacıyla kurduğu kamu iktisadi teşebbüslerinin, faaliyetlerine devam etmesini sağlamak için genellikle merkezi bütçeden kaynak transfer etmek zorunda kalır. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda devletin yapmak zorunda olduğu sağlık, eğitim, altyapı ve adalet dağıtımı gibi hizmetlerin ise aksadığı bilinmektedir. Bütçeden devletin yapmak zorunda olduğu bu hizmetler dışındaki her transferin maliyeti hesaplanırken, bu hizmetlere aktaramadığı kaynaklar düşünülmeli ve dolayısıyla fırsat maliyeti bu şekilde hesaplanmalıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda KİT’ler, konsolide/merkezi bütçeden veya diğer kaynaklardan, temel sosyal hizmetlerde kullanılabilecek büyük oranda fonu kullanıyor. Tanzanya’da merkezi hükümetin KİT’lere aktardığı kaynak eğitime harcadığının %72’sine ve sağlığa ayırdığı ödeneğin %150’sine eşit! Ülkemizde hükümetler eğitim bütçelerinin yarısı kadar bir fonu KİT’lere aktarırken, sağlığa ayırdıkları ödeneğin iki katını KİT’lere transfer etmektedirler.
KİT’lerin açıkları ülkemizde genellikle Hazine’den veya doğrudan bütçeden kapatılıyor. Bunun için devirli-garantili krediler, sermaye ve görev zararı ödemeleri yöntemleri kullanılmakta. Bu tercih son yıllarda KİT’lerin ticari bankalardan kullandıkları kredi miktarını ciddi biçimde azalttı. Ancak pek çok gelişmekte olan ülkede KİT’ler kredi kullanarak özel sektör borçlanmasını kötü etkilemeye devam ediyor. Örneğin, Bangladeş’te KİT’ler iç kredi hacminin %20’sini kullanırken, Gayri Safi Milli Hasılanın (GSMH) sadece %3’ünü üretebiliyor.
Yapılan akademik araştırmalar pek çok KİT’in kendi sektörlerindeki rakip özel firmalardan daha verimsiz çalıştığını, siyasi müdahalelere açık olduğunu, özellikle tarım sektöründeki destekleme fiyatları yoluyla piyasa fiyatlarını bozduğunu ortaya koymakta. Kaldı ki, ülkemizdeki KİT’lerin mali yapısı giderek bozulmakta, finansman açıkları artmakta ve bütçeden devamlı kaynak aktarılmaktadır. 2002 yılında toplam KİT sistemine bütçeden aktarılan fon tutarı 2 katrilyon TL sermaye ve 800 trilyon TL görev zararı olmak üzere toplam 2,8 katrilyon TL’lık bir meblağa ulaşmıştır. KİT’lerin görev zararlarını bütçe imkansızlıkları nedeniyle zamanında ödeyemedikleri, bu sebeple Hazine’ye yük oldukları, sosyal güvenlik sistemine olan borçları ile vergi borçlarını bile zamanında ödeyemedikleri için vergi yüzsüzü ilan edildikleri, hantal yapıları ve yönetimleri nedeniyle piyasada rasyonel karar alamadıkları dikkate alındığında KİT sisteminin yeniden yapılandırılması gereği açıktır.
Soru devletin ekonomide ne ölçüde bulunması ve bu kapsamda KİT sisteminin nasıl yapılandırılması gerektiğidir. Ülkemiz aslında bu soruya 1980 sonrası uyguladığı politikalarla cevabını yirmi yıl öncesinden vermiştir. İthal ikameci ekonomik programın ve büyüme modelinin temel aktörleri olan KİT’lere, özel sektöre dayalı açık bir ekonomide yer yok! Ancak, hâlâ vermiş olduğu cevabı hayata geçirememiştir. Sistemin böyle devam edemeyeceği ve portföydeki KİT’lerin acilen, gerekli tedbirler alındıktan sonra özelleştirilmesi gerektiği, KİT’lerde istihdam edilen atıl personel ile sırf KİT’lerdeki işçiler vasıtasıyla güç ve iktidar kazanan sendikacıların dışında hemen tüm ekonomi bürokrasisinin ortak kanaatidir. Bu amaçla Özelleştirme İdaresi Başkanlığı gibi bir kurum bile teşkil edilmiş, ancak bu kurum özelleştirme hususunda en elzem olan siyasi irade eksikliği nedeniyle işlevsiz bir halde kalmıştır.
Türkiye ekonomisini cendereye sokan kronikleşmiş sorunlar bellidir: 25 yıldır düşürülemeyen yapışkan enflasyon, kriz yıllarında ekonominin motorları durmadıkça kapanmayan cari işlemler açığı, rantiyeye gelir aktarmaktan başka bir işlevi kalmayan ve sürekli kırmızı bakiye veren bütçe, üreten ve tüketen kesimlerin kaynaklarını giderek daha fazla daraltan, reel sektörü dışlayan ve küçülten, büyümenin önündeki engel haline gelen mecburi faiz dışı fazla hedefleri ve hepsinden önemlisi bir türlü düşürülemeyen anormal reel faizler… Çizilen çerçevede sadece KİT sisteminin değil bütün ekonominin denizi bitirdiği açık.
Tüm bunların sonucunda 2003 yılı bütçesinden de rahatlıkla görüleceği üzere, Hükümet %6.5 oranında faiz dışı fazla vermeyi (son değişikliklerle %1.2’si KİT’lerden beklenmektedir), klasik İMF önerileri kapsamında harcamaları kısıp, gelirleri artırıcı sıkı maliye politikası uygulamayı ve bunların sonucu olarak bütçenin %40’a yakın kısmını faiz harcamalarına ayırmayı kabul etmek zorunda kalmıştır.
Peki sorun nerede? Gerek KİT sisteminde gerekse konsolide bütçede görülen Türkiye ekonomisinin temel sorununun insanlarda değil (kısmen olsa da) yapısal alanda olduğunu teslim etmek gerek. Enerji sektöründe yapılmış ve önümüzdeki 20 yılda hesaplamalara göre 80-90 milyar dolarlık taahhüt altına girilmiş bir ortamda “iyi” insanları başa getirmek Yap-İşlet, Yap-İşlet-Devret, İşletme Haklarının Devri gibi modeller Mobil santrallerden alınan pahalı elektiriği ucuzlatır mı? Türkiye Taşkömürü Kurumu’na veya Sümer Holding A.Ş.’ne güvenilir insanlar atamak finansman açığını kapatır mı? Veya kamunun birbirinden alacak ve borçlarının karşılıklı silinmesi neticesinde sağlıklı adımlar atılmış olacak mı? Unutmamak gerekir ki 1991-92 yıllarında kamu kurum ve kuruluşlarının birbirlerine olan borç ve alacakları karşılıklı mahsuplaşma ile silinmiş, ancak 10 yıl sonra aynı sorunlar tekrar karşımıza çıkmıştır.
KİT’leri Kim Yönetiyor? Bürokratlar Ticaret Yapabilir mi?
Her yılın ilk aylarında TBMM KİT Komisyonu toplanarak, 72 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çerçevesinde Meclis adına denetim yapmakla görevlendirilen Yüksek Denetleme Kurulu (YDK)’nun hazırladığı 2 yıl öncesinin KİT raporlarını değerlendirir.
Ancak, burada dikkat çeken soru şudur: YDK’nın hazırladığı raporlar çerçevesinde ilgili KİT’in başarısında veya başarısızlığında sorumlu olan kişi veya kurum gerçekten kim? Sorumlu sadece, risk alma ve algılama yetileri olmayan ya da performansına göre ödüllendirilmesi veya cezalandırılması söz konusu olmayan bürokrat KİT Yönetim Kurulu mu? Personel alımından hizmet alımlarına, geçici işçi vizelerinin verilmesinden yatırım tutarlarına, ürün satış fiyatlarının belirlenmesinden banka kredisi kullanıp kullanamamalarına kadar hemen her konuda etkin olan Hazine ve DPT bürokratları mı? Her yıl memur ve işçi ücretlerini veya tarımsal KİT’lerin destekleme alım fiyatlarını belirleyerek KİT’lerin en önemli iki maliyet unsurunu belirleyen ve kaynağın olup olmamasını önemsemeden KİT’leri görevlendirerek “zarar etmelerini hükme bağlayan” Bakanlar Kurulu veya siyasetçiler mi?
Sorumluluk o kadar çok kurum ve kuruluş arasında dağıtılmış ki ortada aslında sorumlu yok. Devletin kötü organize olması, yetkilerin pek çok kişi arasında dağıtılarak kimsenin risk almaması, daha doğrusu herkesin her işe karışması ve bürokratik karmaşanın doğurduğu verimsizlik en iyi KİT yönetiminde görülebilir.
Elbette kamu kurum ve kuruluşlarının KİT’ler üzerinde söz hakkı olmalı, KİT’ler denetlenmeli, takip edilmeli ve hesap vermeli. Ancak, alınan yatırım kararları veya kuruluş için belirlenen ürün satış fiyatlarının beklenen geliri sağlayıp sağlayamayacağı gerçekten hesaplanıyor zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Herhangi bir elastikiyet hesabı yapılmadan veya sırf temel bir makro hedef kağıt üzerinde tutturulsun diye alınan kararlar beklediğiniz sonucu vermiyor.
Tüm bunlara ek olarak KİT’lerin bir istihdam kapısı ve siyasi müdahalelere açık yerler olduğu izahtan varestedir. TCDD’nin sadece personeline Bütçeden maaş ödenen bir kuruluş haline gelmesi, Sümer Halı’nın özelleştirilmesinde köylerdeki halı üreticilerinin istihdamı düşünülerek zorlanılması, tarımsal KİT’lerin sosyal güvenlik sistemi gibi kullanılarak seçimlerde oy toplama yeri olarak görülmesi ve KİT genel müdürlerinin genellikle seçilememiş milletvekili adaylarından veya parti üyeleri ve yakınlarından seçilmesi bunlara örnektir.
Başbakanlık, İlgili Bakanlık, Hazine Müsteşarlığı, DPT ve Özelleştirme İdaresi arasında sıkışıp kalmış bir yöneticinin, ne risk alma endişesi olur ne de risk algılama ve inisiyatif kullanma yetisi. Piyasada rekabet eden bir şirketin, risk algılama ve alma yeteneği olmayan insanlarca yönetilmesi mümkün değildir ve bu tür tüccar bürokratların ticarette işi olamaz.
Ancak burada yazılanları, “KİT Yönetimi hariç diğer bürokrasinin yönetime karışmaması, Başbakanlığın KİT’leri kendi haline bırakması, ilgili Bakanlığın politika belirlememesi gerekir” şeklinde anlamamak gerek. Seçilmiş bir hükümetin vaadettiği ekonomik hedeflere ulaşmasında da KİT’leri yönlendirmesi yanlış olamaz. O halde sorun başka bir yerde.
İstihdam gibi maliyet unsurları ile satış politikası veya işletme faaliyetleri gibi hususlarda KİT Yönetimi yetkili kılınırsa KİT’lerin verimli ve başarılı olması beklenebilir. Ancak bu durumda “madem siyasi müdahale olmayacak ve KİT Yönetimi her konuda yetkili kılınacak, o halde neden özelleştirilmesin?” diye sorulabilir! KİT’leri özerk kılmak özelleştirme çabalarını geciktirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu tür uygulamalar kendine siyasi müdahaleden uzak durma bahanesiyle özerk kurumlar kurdurarak yeni bir güç alanı elde eden bürokrasi ve KİT’lerde çalışan işçiler üzerinden geçinen sendikacılar dışında kimsenin işine yaramayacaktır. Sorunun çözümü devamlı ertelenen şu acı gerçektedir: Mülkün gerçek bir maliki olmalıdır ve KİT’lerin pratikte bir maliki yoktur.
Paylaş
Tavsiye Et