Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Değişen dünyada Irak
Ben zehirli gazların kullanımıyla ilgili bu yufka yürekliliği anlayamıyorum. Medenileşmemiş kabilelere karşı bu gazların kullanımını hararetle destekliyorum.” Winston Churchill
19’UNCU yüzyıl ortalarına kadar Irak’taki nüfuzunu korumak için iç dengelerle boğuşmak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğunu şimdi artık çok daha farklı bir tehlike bekliyordu: Avrupalı güçlerin bölgedeki denge oyunuyla baş edebilmek ve dış güçlere karşı “ben de varım” diyebilmek. Değişen dünyayla birlikte Irak tüm güçlerin gözünü diktiği bir coğrafya haline gelmişti. İngiltere için bölge Hindistan’a açılan kapıydı; bu sebeple Irak’ın büyük şehirlerini İstanbul, Körfez Bölgesi ve Hindistan’la buluşturacak telgraf ve posta servisi için gerekli harcamayı yapmaktan kaçınmadı ve gözünü özellikle kendi çıkarları için çok önemli gördüğü Orta ve Güney Mezopotamya’ya dikti. Fransa’nın alakası ise zengin petrol yatakları sebebiyle kuzeydeki Musul bölgesine çevrilmişti. Rusya çıkarlarını Körfez Bölgesinde ararken Almanya’nın stratejisi Osmanlı ile kuracağı ittifakla bölgede diğer güçlere baskın bir otorite haline gelmekti. Yaygın kanının aksine Osmanlı İmparatorluğu bölge üzerindeki tüm bu çekişmelerin farkındaydı ve tercihini de güçler arasındaki çatışmaları körükleyerek aralarından sıyrılmak ve böylelikle bölgenin hakimiyetini elden çıkarmamak esası üzerine kurmuştu. Bunun için öncelikle yükselen milliyetçilik tehdidine karşı bölge insanının kalbini fethetmek gerekiyordu; bu sebeple Osmanlı İmparatorluğu işe önce idari kadro değişiminden başlayarak bölgede bir dizi modernizasyona girişti. Vali olarak Midhat Paşa’nın seçilmesi Osmanlının bölgedeki hakimiyetini sürdürme konusunda ne kadar bilinçli davrandığını da göstermekteydi. Midhat Paşa daha önce Şam ve Halep’te idari görevlerde bulunmuş, bölgeyi iyi tanıyan, Paris, Londra ve Viyana’da geçirdiği zaman içerisinde reform ve modernizasyon konusunda eğitim almış ve daha önce bulunduğu Tuna Valiliği sırasında da bunları uygulayabilme başarısını göstermiş bir şahsiyetti. Midhat Paşa’nın bölgeye vali olarak atandığını bildiren fermanda hükümet bölgenin kritikliğini şöyle gözler önüne seriyordu: “Bağdat İmparatorluğumuzun en önemli vilayetlerinden biridir. Bağdat’ın konumu ve verimli toprakları ona her türlü reformun götürülmesini gerekli kılmaktadır ve bizim en büyük arzumuz da bu vilayeti geliştirecek araçların bir an önce devreye sokulmasıdır.” Böylece İstanbul Hükümeti hazırladığı dört aşamalı bir reform programıyla Midhat Paşa’yı Bağdat’a gönderdi. Planın aşamaları sırasıyla, bölgede ekonomik zenginliğin artırılması, kanunların uygulanmasına azami dikkat gösterilerek barışın tesis edilmesi, bölgedeki 6. Ordunun yeniden düzenlenmesi ve İran ile dostane bir politikanın takip edilmesiydi. Midhat Paşa üç yıl kaldığı Bağdat valiliği sırasında bu planın uygulanmasında büyük gayret gösterdi. Gerçekleştirdiği reformlar, uyguladığı projeler ve hayata geçirdiği soysal ve ekonomik kurumlar sayesinde Bağdat’ın çehresini değiştirmeyi başardı. Irak’ta bir biri ardına inşa edilen fabrikalar, hastaneler, ıslahhaneler, okullar, yeni satın alınan vapurlar, makineler, temizlenen nehirler, şehre getirilen ilk matbaa ve tramvay, Irak arazilerinin yeniden tanzimi ve bölgede asayişin sağlanmasıyla birleşince ortaya daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak derecede imarını tamamlamış bir Irak çıktı. İstanbul Hükümeti Midhat Paşa’nın valiliğinin ardından bölgeye gönderdiği valileri de reform programını devam ettirebilecek özellikte güçlü ve birikimli kişilerden seçti, böylelikle programın devamı da garanti altına alınmış oldu.
Osmanlı Devleti’nin bölgeye gösterdiği hassasiyet II. Abdülhamit dönemi dış siyasetinde Panislamizm politikasının belirgin bir şekilde ön plana çıkmasıyla doruk noktasına ulaştı. Tüm dünya Müslümanlarını bir bayrak altında tutmayı hedefleyen II. Abdülhamit’in bu siyaseti doğal olarak bölgede en çok İngilizleri tedirgin etti. Panislamizm politikası sadece Irak’ı İstanbul Hükümetiyle yakınlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda İngiltere’nin Hindistan’daki nüfuzuna da halel getiriyordu. 1880’de İngiltere’de Osmanlı düşmanlığı ile tanınan Gladstone’un iktidara gelmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerildi. İngiltere’nin bölgede açıktan açığa hissedilen genişlemeci politikasına Osmanlının cevabı gecikmedi; II. Abdülhamit iki bloğa ayrılmış Avrupa devletlerinde İngiltere’nin öncülüğündeki Üçlü İtilafa karşı Alman yakınlaşmasını devreye soktu. Sultan, Bağdat demiryolu imtiyazını Almanlara verip 1903’te Bağdat Demiryolu Kumpanyasını onlara kurdurttuğunda Orta Doğu’da İngiliz, Fransız ve Rus menfaatleri büyük darbe yemişti.
 
Irak’ı Nasıl Kaybettik?
1909’da 31 Mart olayının ardından II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle Osmanlının bölgede yerleştirdiği dengeler ve izlediği uzun vadeli dış politika altüst olmaya başladı. İttihatçı hükümetin iç çekişmeleri en çok uzun süredir bölgede kaybettiği nüfuzu elde etmek için fırsat kollayan İngiltere’nin işine yaradı. Birinci Dünya Savaşı’nın temel sebeplerinden olan Orta Doğu petrolleri İngilizlerle Almanlar arasındaki rekabeti savaş çanları çalacak noktaya getirdi. Henüz savaş başlamamıştı; fakat İngiltere’nin Musul petrol sahalarının kontrolünü kazanmak için Osmanlı Hükümetine yönelttiği tehditler gittikçe dozunu artırmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir oldu-bittiyle savaşa sürüklenmesi en çok İngiltere’yi memnun etti. Şimdi artık İngiltere uzun süredir hesapladığı Orta Doğu stratejisini devreye sokabilecek ve avdan büyük parçayı kendisi alabilecekti. İngiltere’nin planına göre Osmanlıyı bölgede çok zor duruma sokacak yeni cephelerin açılması ve bölgesel isyanların başlatılması gerekiyordu ve buna aday da Mekke Şerifi Hüseyin’di. Yapılan pazarlıkta bağımsızlık ve hilafet sözü karşılığında Şerif Hüseyin kaderini İngilizlere teslim etmeye razı oldu. İngilizler her türlü askeri ve politik desteği sağlayacak, Şerif Hüseyin de bir Arap ayaklanmasının liderliğini üstlenecekti.
Devleti dört bir cephede savaşa sürükleyen kadro artık denge oyununu kaybetmiş ve destansı mücadelelere girişse de telafisi mümkün olmayan adımlar atmıştı. Dört bir yanda açılan cepheler sebebiyle Irak’a yeteri kadar asker gönderilememiş ve ülkenin savunulması yerli güç ve aşiretlere kalmıştı. Irak Cephesi ilk olarak bir İngiliz-Hint birliğinin 6 Ekim 1914 tarihinde Fav limanını işgal edişiyle açıldı. Dönemin Başkumandan Vekili Enver Paşa güvendiği adamlarından Süleyman Askeri Bey’i Irak ve havalisi umum kumandanı görevi ve yarbaylık rütbesiyle bölgeye müdahaleye gönderdi.
Süleyman Askeri Bey’in planı bölgedeki aşiretlerin desteğiyle İngiliz işgalini püskürtmek, hatta bu şekilde Hindistan’a kadar uzanan bir akına girişmekti. Ancak 12 Nisan 1915’te Şuayyibe’de kendisinden çok üstün İngiliz kuvvetlerine saldırdığında kendi sonunu da hazırlamış oldu. İki gün devam eden çarpışmadan sonra elindeki birliklerin yarısı eriyip geri kalanlar da esir düşünce Süleyman Askeri Bey kafasındaki planın gerçekleşmeyeceğini anladı ve aldığı yenilgi sebebiyle intihar etti. Bu ağır yenilgi bölgede Osmanlıya destek veren aşiretlerin de dağılmasına sebep oldu.
Süleyman Askeri Bey’in ardından Irak Cephesini toparlama görevi Nurettin Paşa’ya verildi. Nurettin Paşa belli başarılar kazanmakla birlikte Kuttülamare’ye yaptığı iki saldırı sonuç vermeyince yerine Goltz Paşa atandı, bu Paşanın kısa bir süre sonra ölümü üzerine de görevi Halil Paşa devraldı. Başarılı bir savaş stratejisi takip eden Halil Paşa Çanakkale Savaşı’ndan sonraki en büyük galibiyeti kazandı ve İngiliz generali Townshend’i idaresindeki büyük orduyla birlikte teslim aldı. Ne yazık ki bu destansı savaşın meyveleri de basiretsizlik sebebiyle toplanamadı. Halil Paşa’nın bütün itirazlarına rağmen Irak Cephesindeki güçler İran’a kaydırıldı ve böylece kuzeye ilerlemek amacında olan İngilizlerin de önü açılmış oldu. Bundan sonrası ise İngilizlerin kuzeye ilerleyişi ve Musul’u işgal edişiyle son bulacaktı. Musul bölgesinde bulunan 6. Ordu komutanı Ali İhsan Paşa İngiliz direnişine karşı duramayarak şehri terk etmek zorunda kaldı. Bu durum bölgede yaklaşık dört yüzyıldır devam eden Osmanlı hakimiyetinin de sonu demekti.

Paylaş Tavsiye Et