Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Yoksullar kapımızda, yoksulluk içimizde
Deniz Güçlü
KAPİTALİST ekonomik düzenin eleştirisi birçok düzlemde yapıldı, yapılıyor; ancak sorun daha başlangıçta tebarüz ediyor. Kapitalizm, adı üstünde ‘sermaye’cilik, yani sermayeden yana olmak, onun sürekli biçimde artmasını sağlama gayreti...
Tarih boyunca yoksulluk var olageldiği gibi, yoksulluğa ilişkin yorumlar da zamana bağlı olarak değişti. Kadim kültürlerde yoksulluk daha çok Tanrı’nın iradesine bağlı olarak açıklanıyorken, 16’ncı yüzyıldan itibaren kaynak olarak kişisel ve dünyevî etkenler daha çok vurgulanır oldu. Ancak yoksulluk, kapitalizmin yaygınlaştırdığı bir olgu. Nitekim Haziran ayı başında Deniz Feneri Derneği’nin düzenlediği ‘Yoksulluk Sempozyumu’nda Neriman Açıkalın’ın vurguladığı gibi, sanayi kapitalizminin doğurduğu kitle halinde ucuz işgücü gereksinimi, yoksulluğu hem yaygınlaştırdı, hem de daha görünür hale getirdi. Gelir dağılımının adaletsizliği ve emeğini satmaktan başka çaresi olmayan yığınların çokluğu bu sistemin emniyet sübaplarıdır. Özellikle kentli yoksulların çok sayıda olması, çalışan işgücünün ‘ikame edilebilir’liğini kolaylaştırmakta ve işgücünün daha az talepkâr olmasına sebep olmaktadır.
 
Dünyada ve Türkiye’de Yoksulluk
Yoksulluk, hem ülkemizde hem de dünyada en önemli sorunlardan birisi. Dünya üzerinde 1,2 milyar insan, yani yaklaşık 5 kişiden 1’i yoksul. Gerek ülkeler arasında gerekse ulusal bazda gelir eşitsizliği giderek artıyor. Yoksulluk göreceli olarak düşük geliri ifade etmekle birlikte, Birleşmiş Milletler tarafından yoksulluk kavramı yapısal ve geçici olarak iki kısma ayrılıyor: Yapısal yoksulluk ülkelerin sosyo-ekonomik, politik yapı ve kurumlarından kaynaklanırken; geçici yoksulluk mevsimlik işsizlik, enflasyon, ekonomik kriz gibi dönemsel faktörlere bağlı olarak ortaya çıkıyor.
Dünya Bankası tarafından yoksulluk karşılaştırmalarında gelişmekte olan ülkeler için kişi başına günlük gelir olarak 1 USD, Latin Amerika ülkeleri için 2 USD ve gelişmiş ülkeler için de 14 USD’lık baz değerler kullanılıyor. Bu rakamlar bile birçok şey ifade ediyor; örneğin gelişmiş ülkelerin yoksulları gelişmekte olanlardan 14 kat daha zengin. Ama rakamlar bu şekilde belirlenince ilginç bir sonuç da ortaya çıkıyor: Gelişmiş ülkelerde yoksullar, nüfusun %40-80’lik bir kısmını oluştururken bu oran gelişmekte olan ülkelerde %40’ın altında kalıyor.
BM 1997 yılında yoksulluğu “İnsanların kabul edilebilir yaşam koşullarında, hür, haysiyetli, kendine ve başkalarına saygılı, uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir hayat sürdürebilmeleri için gerekli insanî gelişmenin en temel unsuru olan fırsat ve seçeneklerden mahrum olmaları” şeklinde tanımladı. Bu tanıma göre, oranların daha farklı ve gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yine aynı BM, 2015 yılı için iddialı bir hedef de ortaya koydu. Amaç, bu tarihte fakirliğin yarı yarıya azaltılması. BM’nin iddialı hedefleri, yaptırım gücüne kıyasla bir ölçüde anlamsız da kalsa, konunun gündemde tutulması için iyi birer araç oluyor.
Türkiye’de 2002 verilerine göre nüfusun %38’i yoksul. Aşırı yoksul olan kesime ise her 40 kişiden biri dahil. Bu kesimin günlük geliri 1 doların da altında. Yaklaşık 12-13 milyon insan ise günlük 2 dolar gelirle geçiniyor. Yine yaklaşık 10 milyon kişinin günlük gıda harcaması 1 doları bulmuyor.
Bölgesel yönden de büyük eşitsizlik var. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 4 kişiden, Karadeniz’de 5 kişiden, İç Anadolu’da da 8 kişiden 1’i, 1 dolarlık gıda harcaması yapamayanlar arasında. Yoksulların yarısının bir işi yok ve yoksul nüfusun %42’sini 0-14 yaş grubu oluşturuyor.
Bu rakamları olumlu yönde değiştirme niyeti, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül’ün gayretleri ile birleşince Haziran ayı içinde bir diğer önemli konferansın daha düzenlenmesi ile neticelendi. Hükümetin Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı düzeyinde temsil edildiği bu konferansta Bangladeş’te doğan ve dünyanın birçok ülkesinde örnekleri bulunan ‘mikro-kredi sistemi’ ele alındı. Recep Tayyip Erdoğan, konferanstaki konuşmasında tam da bu sistemin dayandığı ilkeye atıfla hibe şeklindeki geleneksel yardım anlayışı yerine çağdaş modellerle insanların iş sahibi yapılması gereğini vurgulayarak, siyasi misyonlarının adalet, kalkınma ve yoksullukla mücadele olduğunu belirtti.
 
Mikro-Kredi Sistemi ve Yoksullukla Mücadele
“Yoksulluğun Bulunmadığı Bir Dünyaya Doğru” adıyla Türkçe’ye çevrilen bir kitabın yazarı da olan Prof. Dr. Muhammed Yunus tarafından, Bangladeş’te 1976 yılında hayata geçirilen, ve zamanla dünyanın 100’ü aşkın ülkesinde uygulanmaya başlanan mikro-kredi vasıtasıyla yoksulluğu önleme projesi basit bir mantığa dayanıyor. Genellikle el becerisine dayalı işler için yoksullara cüzî miktarlarda kredi (en fazla 1200 dolar) verilerek, haftalık ödemeler halinde bu kredinin geri ödemesi gerçekleştiriliyor. Bu proje Temmuz ayı içerisinde Türkiye’de de hayata geçirilecek. Pilot bölge olarak seçilen Diyarbakır’da faaliyete geçecek olan proje için Bangladeş’tekine benzer bir bankanın kurulması da gündemde.
Yunus’un, kitabında ve konferans sırasında da belirttiği gibi; yoksullara kredi vermemek için birçok neden sıralanabilir. Gerekli teminatları gösteremezler; eğitim, teknik destek, pazarlama imkanları açısından kredibilitesi yüksek girişimcilere kıyasla daha olumsuz şartlar içerisindedirler, vs. Hatta yoksulların büyük bir kısmı, kredi formlarını doldurmaları için gereken okuma-yazma bilgisinden yoksundurlar. Hem bu kadar küçük bir miktar sermaye ile ne iş yapılabilir ki?
Ancak dikkat çekilmesi gereken nokta da bu zaten. Fakir insanların fakirliği büyük ölçüde diğer insanların sahip oldukları fırsatlardan yoksun oluşlarına bağlıdır. Fırsat verildiğinde neler yapabildiklerini, dünyanın birçok ülkesindeki uygulamalardan öğrenme şansımız var. Örneğin Bangladeş’te bugüne değin sistemden 3 milyona yakın insan yararlandı. Kredi geri ödeme oranları %100’e yakın ve 500 bin insan bu yolla ev sahibi oldu. Gelişmiş ülkelerden Norveç’te ise Kuzey Kutbu’na yakın, ıssız bölgelerdeki kadınlar, bu sistem sayesinde şehirlere göç etmekten kurtularak, pazarda satılabilecek el ürünleri üretmeye başladılar. Benzeri sistemler ABD’nin birçok bölgesinde, örneğin Bill Clinton daha valiyken Arizona’da başarıyla uygulandı.
 
Ne yapmalı?
Hükümet, mikro-kredi benzeri uygulamalar yanında; Türkiye’deki müteşebbis ruhu teşvik etmelidir. Özellikle kişi başına gelir yönünden geri kalmış şehirler için gündeme getirilen; vergi ve SSK primi indirimi gibi uygulamalarla o bölgelerde yatırımlar canlandırılabilirse, yoksullukla mücadele alanında başarılı sonuçlar alınabilir. Girişimci ruhun teşvik edilmesi ve insanlara küçük de olsa kendi işlerini kurma imkanlarının sağlanması, hem insanların özgüvenini pekiştirecek hem de gelir adaletsizliğini nispeten gidermeye yarayacaktır. “Temsil ettikleri her şeyi değersizleştiren” yoksulluklarını ortadan kaldırma fırsatı kendilerine bir kez tanındığında, bu fırsatı kaçırmamak için var güçleri ile çalışan yoksullar, günümüzün ekonomik sistemini dönüştürücü bir sonuç bile ortaya çıkartabilirler. Bize serbest piyasa ekonomisi diye yutturulmaya çalışılan ve asıl adının ‘sermayecilik’ olması gereken ekonomik sistem, tekelleri ve gelir farkı uçurumlarını doğuran bir yapı arz ediyor. Bugün Türkiye’de, en zengin %5’lik kesim kaynakların %42’sini, en tepedeki %1’lik kesim ise %29’unu kullanıyor. En alt kesim ile en üst kesim arasında 10 bin kat gelir farkı var. Bu oranlar dünyada da benzer düzeyde seyrediyor.
Bu sistem, yüksek oranlı işsizliği dolaylı yoldan da olsa arttırıyor. Ölçek ekonomileri mantığına kurban olan işçiler işlerini kaybediyorlar. Türkiye’de ekonominin belkemiğini oluşturan ve asıl istihdam kaynaklarını oluşturan KOBİ’ler de yoksullara benzer şekilde, kredi imkanlarından ciddi anlamda mahrum durumda. Hükümet, KOBİ’ler için kredi ve pazarlama imkanlarının geliştirilmesi noktasında başarılı olursa, 3 milyona yakın işsizin (2003’ün ilk çeyreğinde 2,844 milyon) önemli bir kısmının iş sahibi olması sağlanabilir. Yoksulluğu azaltmanın en önemli yolu istihdamı arttırmaktır.

Paylaş Tavsiye Et