Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Ekonomi
Dolar/Euro kuru nasıl seyredecek?
Sami Keşkek
DOLARIN beklentilerin üzerinde bir hızla değer kaybetmeyi sürdürüyor olması, daha önceki dolar/euro hedeflerinin yerini bir bir yeni tahminlere bırakmasıyla sonuçlanıyor. Savaş başlarken 1,08 seviyelerinde tutunmaya çalışan dolar/euro paritesi kısa süre içinde dolardaki hızlı değer kaybı sonucunda 1,18 seviyelerine kadar çıktı. Aslında Irak Savaşı sonrası için çizilen senaryolarda, doların euro karşısında bu denli bir değer kaybına uğraması bir yana, savaşla birlikte doların da yükselişe geçeceği tahmin ediliyordu. Irak Savaşı esnasında 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrasına benzer bir tablonun ortaya çıkacağını bekleyen gözlemciler dolar pozisyonlarını artırırken, Amerika’nın içinde bulunduğu ekonomik durumu görmezden gelmeyi tercih ediyorlardı. Fakat savaş sonrasında doların piyasalardaki konumu gözlemcilerin beklentileri doğrultusunda olmadı. Bu savaşta da ABD’nin kısa sürede sonuca ulaşmasına rağmen, dolar bu kez piyasalardan gerekli güveni alamadı. Bunun en önemli nedeni Amerikan ekonomisinin şimdiki durumuyla 1991’de, Körfez Savaşı esnasındaki durumu arasında çok önemli farkların olması. Bu farklılıkların en önemlisi ise ABD’nin iki büyük açığı olarak nitelendirilen bütçe ve ticaret açıklarıdır.
 
Amerika’nın İki Büyük Açığı
Bush göreve geldiğinde ticaret açığı ve bütçe açığı toplamının GSMH’ya oranı %2’ler düzeyinde idi. Bu oran, Bush döneminde %7’lere çıktı. Amerika’nın bu iki önemli açıkla güçlü dolar politikasını sürdürebilmesi imkansızdır. Dolayısıyla Ronald Reagon döneminde olduğu gibi (o dönemde de bu oran %7’lere ulaşmıştı) dolar bir kez daha kurban edilerek, ABD ekonomisinin rekabet gücünün artırılması hedefleniyor. Doların değer yitirmesiyle birlikte ABD mallarının uluslararası fiyatının düşmesi ve yabancı malların dolar fiyatının artması, ABD’nin ihracatını artıracağı ve ithalatını düşüreceği için ABD’nin net ticaretinde düzelme olacak; yani ticaret açığı azaltılacak. Dolayısıyla dolardaki düşüş politikası Amerika’nın toplam talebinin artmasına ve uluslararası arenada rekabet gücünün yükselmesine neden oluyor. Ancak bu noktada talepteki artışın karşılanıp karşılanamayacağı, rekabet avantajının kullanılmasında belirleyici rol oynamaktadır. Çünkü talebin karşılanamaması durumda oluşacak talep fazlası fiyatlar seviyesinde yükselmeye neden olacağı için, başta yakalanan rekabet avantajının üretimin değil de fiyat seviyesinin artmasıyla sonuçlanması Amerika’nın izlediği politikanın geri tepmesine neden olabilir. Son verilere bakıldığında ithalat talebinde ilk çeyrekte %7,4 azalmanın olduğu ancak artan talebin karşılanmasında yeterli başarının elde edilemediği gözleniyor. Bu noktada, Amerika’da enflasyonun artıyor olması ve gelecek enflasyon beklentilerinin yüksek olması, artan talebin karşılanamadığının ve bunun fiyatlara yansıdığının en önemli göstergesi durumundadır.
 
Enflasyon ve Dolar/Euro
Amerika’da fiyatlar seviyesinin artmasıyla birlikte enflasyonun yükselen bir trend izlemesi durumunda, Avrupa Bölgesinde enflasyonun düşüş trendinde olması tahtı sallanan doların gelecek dönemlerde de rahat edemeyeceği anlamını taşıyor. Satınalma gücü paritesi gereğince, her ne kadar kısa dönemde geçerli olmasa bile, orta ve özellikle uzun dönemde nominal döviz kurunun fiyatlar seviyesiyle bağlantılı olduğu ekonometrik uygulamaların işaret ettiği bir gerçektir. Dolayısıyla dolar tarafında fiyatlar seviyesi artarken, euro tarafında fiyatlar seviyesinin düşüş trendinde olması dolar/euro paritesindeki gelişmelerin euro lehine devam edeceğini işaret ediyor.
 
Sermaye Yön Değiştirdi
Artan talebin karşılanamaması, Amerika’nın iki açığının geçmişe göre farklı bir yapıya sahip olmasından kaynaklanıyor. Aslında geçmiş verilere bakıldığında Amerikan ekonomisinin uzun süredir cari açık vermekte olduğu görülebilir; ama Bush döneminde izlenen politikalar federal bütçe açığının önemli boyutlara ulaşmasına neden oldu. Dolayısıyla uluslararası bankalardan edinilen kaynakların büyük çoğunluğu özel sektör tarafından; yani yatırımda ve üretimde değil, kamu kesiminin açıklarının kapatılmasında kullanılıyor. Artan talebi karşılayabilmek için üretimi artırmak durumunda olan Amerikan ekonomisi sermaye akışına aç durumda. Daha önceleri sermaye akışının gözdesi durumunda olan Amerika’nın şimdi neden sermaye çekmekte zorlandığı sorgulanabilir. Bir tarafta Amerika’da özel sektörün üretimini desteklemek için gerekli olan sermaye akışının azaldığı gözlenirken, Avrupa Bölgesi’ne yönelen sermayenin artış trendinde olması yatırımcının yön değiştirdiğine işaret ediyor. Bunun en önemli nedeni tabii ki yatırımcının elde edeceği reel kârı (enflasyondan arındırılmış) düşünüyor olması. Bu alandaki istatistikler Avrupa Bölgesi’ndeki reel faiz oranlarının ABD’ye göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Öte yandan ABD’de enflasyonun artıyor olması yanında Avrupa Bölgesi’nde enflasyonun düşüş trendinde olması reel faiz farkının biraz daha açılmasına neden olacak. Reel faiz farkındaki bu artış ABD’nin sermaye akışındaki payının bir kısmını daha Avrupa Bölgesi’ne kaptırmasıyla sonuçlanabilir. Bu durum ABD’nin finansman sorununun devam etmesiyle birlikte yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı dolardaki düşüşün bir miktar daha sürebileceğini göstermektedir.
Avrupa Bölgesi faiz oralarının ABD faiz oranlarından daha yüksek olması ve aynı zamanda 2003 yılı enflasyon beklentilerinin Avrupa Bölgesi için daha düşük seviyelerde olması, dolar/euro paritesindeki gelişmelerin bir süre daha euro lehine olacağını işaret ediyor. 
 
Faiz Düşüyor Euro Çıkışta
Dolayısıyla faiz oranları arasındaki farklılıklar, “Interest Parity Condition” kuramının da gösterdiği gibi, döviz kurlarında meydana gelen dalgalanmalarda etkin rol oynamaktadır. Bu teoriye göre faiz oranında meydana gelen artış o ülkenin parasını daha cazip hale getirmekte ve dolayısıyla değer kazanmasına yol açmaktadır. Aynı şekilde faiz oranında yapılacak bir indirim o ülkenin parasının değer yitirmesiyle sonuçlanmaktadır. Ancak Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB ) 6 Haziran’da faiz oranlarını %2,5’dan %2’ye düşürmesi euronun değer yitirmesine neden olmadı. Bu durum ilk bakışta teoriyle gerçeklerin örtüşmediği fikrini uyandırabilir. Ancak bu noktada önemli bir konuya değinmek gerekiyor; beklentilerin ekonomik değişkenler üzerindeki etkisi. Örneğin, etkin bir şekilde işleyen bir aktif piyasasında, aktifin fiyatının mevcut bütün bilgileri yansıtması düşünülür. Piyasadaki bütün oyuncuların aktif hakkında aynı anda yeni bir bilgi edinmesi, aslında hiçbir işlem gerçekleşmediği halde aktifin yeni fiyatına sıçramasına neden olacaktır. Ancak oyuncuların aktifin yeni fiyatında uzlaşamaması durumunda alım-satım gerçekleşir ki, bu da oyuncuların farklı bilgiler edinmesi ya da edinilen bilginin oyuncular tarafından farklı yorumlanması sonucunda meydana gelir. Bu ayrımın yapılması, rasyonel beklentiler teorisinin de kanıtladığı gibi, mali politikada ya da para politikasında beklentiler doğrultusunda yapılan değişikliklerin ekonomik değişkenler üzerinde etkisi olmadığı, ancak beklenmedik politikaların değişkenler üzerinde etkili olabileceği kuralının kavranması için önemlidir. Nitekim AMB’nin 6 Haziran’da yaptığı faiz indiriminin euronun çıkışını durduramamasının altında yatan en önemli etken, AMB’nin faiz indirimine gideceğinin zaten bekleniyor olmasıydı. Diğer bir deyişle yatırımcılar faiz oranındaki düşüş beklentilerini kararlarına zaten yansıtmış durumdaydılar. Dolayısıyla beklentilere paralel gelen faiz indirimi dolar/euro paritesi trendinde önemli bir rol oynayamadı. Ancak beklentilerin üzerinde ya da altında yapılacak bir faiz indirimi piyasa oyuncularının kararlarını gözden geçirmesine neden olabilirdi.
 
Uzun Vadede Dolar/Euro Kuru
Kısa dönemde dolar/euro kurunu etkileyen faktörlerin büyük çoğunluğunun euro lehine olması, euronun dolar karşısındaki çıkışının bir miktar daha devam edebileceğini işaret ediyor. Bir çok kurum ve kişi tarafından yapılan tahminleri incelediğimizde eurodaki çıkışın 1,25 seviyelerini bulabileceğinin ve hatta 1,30 seviyelerine dahi çıkabileceğinin beklendiğini görüyoruz.
Ancak euro’nun güçlü ve istikrarlı gidişi dışında, Avrupa Bölgesi ekonomisinin parlak ve ümitlendirici bir görüntü içerisinde olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Birliğin lokomotifi konumunda olan Almanya’nın olumsuz tabloda başı çekiyor olmasına Fransa ve İtalya’nın kötü performanslarının eklenmesi, Avrupa Bölgesi ekonomisinin 2003’ün ilk çeyreğinde durgun bir görüntü vermesiyle sonuçlandı. Almanya ekonomisinin gerilemesi ve diğer üyelerin birliğin ekonomisini taşıyacak kadar iyi performans sergileyememesi, ilk çeyreğin ekonomik büyüme olmadan geride bırakılmasına neden oldu.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Sami Keşkek
Dünya Ekonomi
DİĞER YAZILAR