GÜMRÜK Birliği ile ilgili bugüne kadar çok şey söylendi. Ancak yorumlarda rastlanan temel bozukluk, GB Anlaşması’nın bir serbest ticaret anlaşması olarak görülmesinden kaynaklanıyordu. Oysa GB iktisadi, sosyal ve hukuki getirileri göz önüne alındığında bir ticaret anlaşması olmaktan çok daha ileri bir anlam taşıyor. 1980’lerin başlarında uygulamaya konulan liberalizasyon politikalarından sonra, GB en geniş kapsamlı yapılanmayı getiren adım olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’de Gümrük Birliği’ne dair en temel eleştiriler GB’nin Türk sanayii ve dış ticareti üzerinde olumsuz etkileri olduğu üzerinde odaklaşıyor. Bu bağlamda, GB’nin iyi müzakere edilmediği, Türk sanayiinin Avrupa sanayii karşısındaki rekabet gücünün zayıf olduğu bir dönemde iç piyasalarda pazar kaybına sebebiyet verdiği, ayrıca tek taraflı yükümlülükleri ile de alternatif dış pazarlara girişine engel teşkil ettiği ve dış ticaretteki dengesiz yapının asıl müsebbibi olduğu iddiaları öne çıkıyor. Ayrıca GB konusunda birçok kesimin mutabakata vardığı bir diğer nokta da bu adımın erken atılmış bir adım olduğudur. Türkiye’nin AB ile tam entegrasyonu hedefleyerek attığı bu adım aslında topluluk tarihinde daha önce örneği görülmemiş bir durum; zira Türkiye AB ile tam üyeliğe gitmeden GB’ni gerçekleştirmiş olan tek üyedir. GB’nin getirmiş olduğu olumsuz sonuçlar ve yükler de temelde bu durumdan kaynaklanıyor. Böyle bir entegrasyona gidilirken, entegrasyon sırasındaki uyum çalışmalarının getireceği yükü en aza indirecek olan gerekli yardımın alınmaması, işçilerin serbest dolaşımı konusundaki haklara değinilmemesi, AB organlarında alınacak olan kararlara katılımın olmaması gibi hususlar temel sorun alanlarını oluşturuyor. Tüm bu problemli alanlar, GB sürecinin oldukça erken başlatılmış olduğunu ortaya koyuyor.
GB’nin dış ticarete etkileri göz önüne alındığında, yürürlüğe girdiği ilk yıl hariç, dengeyi değiştirecek şekilde büyük oranlarda artışların söz konusu olmadığı görülüyor. GB’nin Türkiye’nin dış ticaretini arttıran bir etken olduğu ifade edilebilir. Ancak bu durum, dış ticaretimizin tek kanala bağımlı hale gelmesi şeklinde ifade edilebilecek olan GB’nin belki de en olumsuz yönünü ortadan kaldırmıyor. Salt dış ticareti bir kenara bırakacak olursak, kapsam olarak bakıldığında GB, sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımı, eşit şartlarda ticaret yapılabilmesi için ortak ticaret politikası uygulanması ve ortak rekabet politikası etrafında serbest rekabet ortamının sağlanması alanlarını kapsıyor. GB’nin Türkiye’ye için verimli hale gelmesi çeşitli alanlarda Topluluk Ortak Ticaret Politikası’na paralel düzenlemeler gerçekleştirmesiyle mümkün olabilir. Bu çerçevede, ticarette ortak kurallar, ortak gümrük tarifesi, kotaların yönetimi, dampingli ve sübvansiyonlu ithalata karşı korunma, yeni ticaret politikası araçları, bazı üçüncü ülkelerden ithalatta ortak kurallar, tekstil ürünleri ithalatında ortak kurallar, ihracatta ortak kurallar, resmi destekli ihracat kredileri, tekstil ürünleri ithalatında otonom düzenlemeler, dış ticarette standardizasyon, topluluğun tercihli rejimi, dahilde işleme rejimi, hariçte işleme rejimi gibi konularda uyumlaştırma işlemleri gerçekleştirildi. Diğer taraftan, uygun rekabet koşullarının oluşturulması için gerekli düzenlemeler de gerçekleştirilerek bu konunun en önemli ayağı olan Rekabet Kurulu oluşturuldu.
Ortak Gümrük Tarifesi uygulaması ile Türkiye, AB’nin kendi tercihlerine göre koyduğu gümrüğe uymak durumunda kaldı. Bu durumu şu şekilde açıklamak mümkün: İhtiyaç duyduğumuz bir mal dünya üzerinde daha ucuza bulunabilecekken AB’de üretildiği için oradan temin ediliyor. Türkiye bu malı AB’den aldığında gümrüksüz alması dolayısıyla daha ucuz gibi görünen, ancak birim fiyatı olarak daha pahalı olan bir mal almış oluyor. Çünkü satış öncesinde AB, kendi çıkarlarını korumak için bu mala ilişkin olarak Ortak Gümrük Tarifesi belirliyor. Böylelikle belki de AB dışından sıfır tarife ile alınabilecek bir mal AB’den alındığı için açık bir döviz kaybı söz konusu oluyor.
Görüldüğü üzere Gümrük Birliği sürecinde atılan adımların ülkemize getirdiği yük hiç de yadsınamayacak kadar ağır oldu. Özellikle maddi yükün ağırlığının çok fazla olduğu görülüyor. Topluluğun bu çerçevede ülkemize vaat etmiş olduğu yardımlar yeterli olmadığı gibi, bazı durumlarda da bu yardımlar serbest bırakılmıyor. Bu da GB sürecinin ülkemiz üzerindeki mali yükünü daha da ağırlaştırıyor. Bu durum göz önünde bulundurularak AB’nin mali araçlar yardımıyla Türkiye ekonomisini desteklemesi, iktisadi ve siyasi bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.
GB sürecinde belki de en fazla eleştirilebilecek olan konu, Türkiye’nin AB organlarında temsil edilmiyor olmasıdır. Bu organlarda GB’nin işleyişiyle ilgili kararlar alınırken Türkiye’nin eşit haklarla temsil edilmemesi, çıkarlarımızın ‘Ortak Gümrük Tarifesi’ ve ‘yardımlar’ örneklerinde olduğu gibi tam olarak savunulamamasına sebebiyet veriyor. Dış ticaret politikaları halihazırda bir ülkenin elindeki en önemli araçlardan birisini oluşturmaktadır. Türkiye ise, GB ile bu haklarını AB’ye devretmiş oluyor. Bu durum 11 Temmuz 2003’te Roma’da yapılan bir toplantıya katılan Sanayi Bakanı Ali Coşkun tarafından da ifade edildi. Ali Coşkun Türkiye’nin talihsizliğini, AB’nin siyasi karar organlarında yer almadan GB’ye girmiş olması şeklinde ifade ederek, Türkiye’nin bu durum sebebiyle dış ticarette 6 yılda 62 milyar dolar kaybına uğradığını belirtti.
GB orta ve uzun vadede, siyasi ve iktisadi istikrarın olduğu bir ortamda ‘know-how’ transferinin gerçekleştirileceği bir ortam oluşturabilir ve buna bağlı olarak verimlilik artabilir. Bu da üretim, ekonomik büyüme, refah ve istihdam üzerinde olumlu etkiler gerçekleştirebilir. Ancak, AB’nin genişleme sürecinde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin aldığı yol bu yönde ülkemizin şansını azaltmaktadır. GB’nin Türkiye için en önemli faydalarından birisi, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini amaçlayan Dünya Ticaret Örgütü’ne taraf bir ülke olarak Türkiye’nin yapması gereken yükümlülüklerde kendini göstermiştir. GB çerçevesinde yapılan AB müktesebatına uyum çalışmaları DTÖ’nün getirdiği yükümlülükler ile örtüşmektedir. Dolayısıyla uyum çalışmaları sırasında Türkiye bu yükümlülüklerini de büyük ölçüde yerine getirmiştir.
GB’nin bir diğer olumsuzluğu, Türkiye’nin karar mekanizmalarında yer almadığı ortak ekonomi politikalarının sonuçlarından etkilenmesidir. Türkiye’nin GB’ye dahil olduğu halde AB karar alma mekanizmaları içerisinde yer almıyor olmasının getirdiği olumsuz sonuçlar, AB’nin demir-çelik ürünlerine kota uygulamaya başlaması örneğinde gayet açık bir şekilde görülüyor. ABD’nin demir-çelik ithalatında vergi oranlarını yükseltmesinin ardından, bu durumun kendisini olumsuz yönde etkileyeceğinden hareketle AB, 28 Mart 2002 tarihinde 15 kalem demir-çelik ürününe kota uygulamaya başladı. Kota tahsisleri de başvurularda ‘kim önce gelirse alır’ şeklinde dağıtıldı ve Türkiye’ye hiçbir ayrıcalık tanınmadı. Bu karar çerçevesinde kota aşımı halinde %25 oranında bir vergi alınması uygulaması başlatıldı. Türkiye, 7 yıldır GB’nin üyesi olmasına rağmen Uzakdoğu ülkeleri ve Rusya ile aynı kefeye konuldu ve bu uygulamanın muhatabı oldu. Böylece, Türkiye’nin temsil edilmediği AB karar alma mekanizmaları, sadece birlik üyesi ülkelerin menfaatlerini gözeterek bir karar aldı ve GB içerisinde olmasına rağmen Türkiye’yi de olumsuz etkileyecek bir düzenlemeyi yürürlüğe koydu.
Görüldüğü üzere GB süreci birçok sonucu da beraberinde getirdi. Dış ticaretimizi olumsuz etkilediği gibi, uyum çalışmaları sırasında ülke ekonomisine maddi bir yük de getirdi. 7 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen istihdam, üretim ve teknoloji transferinde beklenen olumlu etkilerin hâlâ net olarak görülmemiş olması bu sürece yönelik eleştirilerin oldukça yoğunlaşmasına sebep oldu. Diğer taraftan AB ile entegrasyon yolunda en önemli adım olarak görülen GB’nin bu hususta pek de faydasının olmadığı geçen süreç içerisinde yaşananlardan açıkça anlaşıldı. AB’nin genişleme süreci içerisinde Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri kendilerine bir yer edinebilirken, Türkiye onlarca yıldır süren AB mücadelesine rağmen hâlâ tarih alamadı. AB ile entegrasyon sürecinde Türkiye’nin geldiği yol, Rusya’nın 1997’de AB ile girmiş olduğu stratejik ortaklık ilişkisinin bile gerisinde kaldı. Yapılması gereken belki de bütün bu sürecin tekrar gözden geçirilerek yeniden yapılandırılmasından geçiyor.
Paylaş
Tavsiye Et