GÜNÜMÜZ ekonomi tartışmalarında adeta tabu haline getirilen konulardan birisi de Merkez Bankası bağımsızlığı. Asya Krizi sonrasında yeni uluslararası finansal mimari tasarlanırken köşe taşlarından biri bu oldu. 2001 Şubat krizinin ardından Türkiye de tartışmadan nasibini aldı. TCMB’nin bağımsızlığı, ‘olmazsa olmaz’lar arasında yer aldı. Bağımsızlık vurgusu o kadar abartıldı ki ekonomik sorunların çözümü, neredeyse “bağımsız olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu” noktasına getirildi. Siyasetin alanının daraltılması ve ekonominin tamamen ‘steril’ hale getirilmesi projesinde TCMB’nin bağımsızlığı önemli bir slogan oldu. Ama bu konuda hem Türkiye’de, hem dünyada farklı görüşler de var.
Ya İstiklal Ya Enflasyon!
Sınırsız Merkez Bankası bağımsızlığını savunanların temel vurgusu enflasyonla mücadelede siyasetçilerin güvenilmez olduğudur. Bu konuda kalkış noktaları da işsizliğin azaltılması ile “beklenmeyen enflasyon” arasında kısa vadede bir tercihin mümkün olduğu konusunda belli başlı iktisat ekolleri arasında büyük ölçüde var olan mutabakat. Siyasi iktidarlar politik açıdan her zaman düşük işsizlik oranını tercih edeceklerinden, mümkün olduğu ölçüde “beklenmeyen enflasyon” yaratma eğiliminde olacaklardır. Ancak iktisadi aktörler bu potansiyel eğilimi (riski) hesaba katarlar ve bu riski enflasyon beklentilerine ilave ederler. Bu nedenle, hükümet gerçekte böyle bir eğilim içinde bulunmasa bile, enflasyon bu beklentilerin sonucu, olması gerekenden daha yüksek düzeyde gerçekleşecektir. Bu sorunun çözümü “gizlice enflasyon yaratma gücü”nü siyasi iktidarın elinden almaktan geçer. Enflasyon üzerindeki en güçlü silah kısa-vadeli para politikası olduğuna göre, bu politika siyasi iktidarın kontrolünden alınıp bağımsız bir otoriteye (Merkez Bankası’na) verilirse, gizli enflasyon yaratma riski ortadan kaldırılmış olur.
Merkez Bankası bağımsızlığı lehindeki diğer bir argüman da, tam bağımsız Merkez Bankası’na sahip ülkelerin enflasyon konusunda diğerlerine göre daha başarılı olduğu yönündeki gözlemlere dayanmaktadır.
Merkez Bankası Bağımsızlığı Sihirli Değnek mi?
Merkez Bankası bağımsızlığı ile enflasyon performansı arasındaki ilişkinin bu denli basit ve açık bir ilişki olduğu acaba doğru mu? Bizce değil. Mesela; 1920’ler ve 1940’ların ortalarında olmak üzere iki kez hiperenflasyon yaşayan ve çok ciddi bir toplumsal çöküntüye uğrayan Almanya’da enflasyona karşı köklü bir toplumsal bilinç gelişti. Bugün Almanya’daki uzun vadeli düşük enflasyonun sebebi, bu ülkedeki Merkez Bankası’nın (Bundesbank) bağımsızlığı kadar -belki de ondan çok- enflasyon karşıtı bu toplumsal bilinçtir.
Bağımsızlığın ‘sihirli değnek’ olduğuna itiraz edenlerin yanı sıra yan etkilerine ve hatta zararlarına işaret edenler de var. Merkez Bankası bağımsızlığının yol açtığı en önemli sorun “koordinasyon sorunu”. İktisat politikasına ilişkin bildiğimiz en eski (yerleşik) gerçeklerden birisi de para ve maliye politikalarının, ancak koordineli bir biçimde uygulandıklarında en iyi sonuçları vereceğidir. Eğer bu politikalar bir üst (genel) ekonomik stratejinin parçası olarak hareket etmezse, bir bütün olarak iktisat politikasının etkinliği azalır. Para politikasının tümüyle ayrı ve bağımsız bir kurum (Merkez Bankası) tarafından yürütülmesi bu anlamda koordinasyon sorunları yaratır. Maliye ve diğer iktisat politikaları da durumu etkilediğine göre, enflasyonu kontrole yönelik para politikası ile bu politikalar arasında koordinasyon zaten kaçınılmazdır.
Enflasyonu Kontrol Bir Başkasının İşi mi?
Eğer enflasyonu kontrol görevi ve sorumluluğu tümüyle Merkez Bankası’na bırakılırsa, siyasi iktidarın, “enflasyon bir başkasının işidir” biçiminde düşünmesi doğaldır. Bu açıdan, tümüyle bağımsız bir Merkez Bankası, hükümetleri daha enflasyonist politikalar gütmeye teşvik eder. Ancak bu durumda yönetim biliminde ‘işletme körlüğü’ olarak adlandırılan illete maruz kalma riski vardır. Zira bir süre sonra Merkez Bankası yönetimi enflasyona çok fazla odaklanmaktan başka bir şey göremez olur.
Merkez Bankalarının içgüdüsel olarak daha muhafazakar oldukları bilinen bir gerçek. Siyasetçilerin enflasyon dışında son derece “meşru” sebeplerle de Merkez Bankacılar ile zaman zaman anlaşmazlığa düştükleri görülür. Bu da bazen Merkez Bankalarının ekonominin mevcut ve gelecekteki seyrine dair “aşırı muhafazakar” tavırlarından kaynaklanır; ekonominin gereksiz yere ve zamansız biçimde daralmasına yol açar. Son dönemde Japonya’da yaşanan ve beş yıldır bir türlü çözülemeyen deflasyon sorunu buna en güzel örnektir.
Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığı lehinde ve aleyhindeki yaklaşımları bu şekilde özetledikten sonra, konuyu demokrasi ve “seçilmişler/ atanmışlar” tartışması bağlamında ele alalım. Esas itibarıyla, iki şartın yerine gelmesi durumunda, “Merkez Bankası bağımsızlığı”nın demokrasi ile çelişmeyeceğini söyleyebiliriz. Bu şartlardan birincisi; para politikasının etkilerinin sadece fiyat istikrarı ile sınırlı kalması; büyüme, işsizlik ve diğer önemli ekonomik değişkenleri etkilememesidir. Eğer para politikası fiyat istikrarı (enflasyon) dışında büyüme, işsizlik ve diğer önemli değişkenler üzerinde kısa ve uzun vadeli etkiler yaratıyorsa; Merkez Bankası’na para politikası konusunda tam ve sınırsız bir bağımsızlık verilmesi, enflasyon ve işsizlik arasındaki tercihin halkın oyları ile seçilmiş siyasi iktidar (seçilmişler) yerine Merkez Bankası’nın (atanmışların) yetkisine bırakılması anlamına gelir. Diğer bir deyişle; enflasyon ve işsizlik arasındaki belli tercihlerinden dolayı iktidara gelmiş siyasi irade bu tercihleri konusunda yetkisiz kalmış olur. Bu ise demokratik prensiplerle çelişkili bir durumdur. Nitekim; bundan dolayı çoğu “Merkez Bankacı”nın ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığını savunanların, para politikasının en azından uzun vadede işsizliği etkilemediğini öne sürmesi oldukça anlamlıdır.
İkinci koşul; Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı sağlama amacıyla seçeceği politikalar için bilimsel ve objektif metotlara dayanması koşuludur. Eğer Merkez Bankası bu konuda keyfî ve subjektif yaklaşımlar içinde olursa, para politikası ile ilgili yetkileri siyasi iktidardan alıp “bağımsız” bir Merkez Bankası’na devretmenin para politikasının performansını nasıl yükselteceği merak konusudur.
Aslında yukarıda zikrettiğimiz koşullardan hiçbirisi gerçek hayatta tümüyle mevcut değil. Para politikasının formülasyonu da tümüyle bilimsel ve objektif olmayıp, çoğu kez önyargıları ve bazı grupların (özellikle finansal kesimin) menfaatlerini yansıtır tarzda şekilleniyor. Para politikalarının, teorik modellerin öngördüğünden farklı olarak, gerçek dünyada ekonomiyi daraltmadan ve işsizliği artırmadan enflasyonu kontrol altına alamadığı görülüyor. Birçok iktisatçı para politikasının bu olumsuz etkilerinin geçici olduğunu, uzun vadede ortadan kalkacağını savunuyor ve bunu da çeşitli ampirik bulgulara dayandırıyor. İşsizlik ve enflasyon arasında uzun vadeli ve açık bir ilişki tespit edememek, para politikasının işsizlik üzerinde uzun vadeli etkileri olmadığı anlamına gelmez. Nitekim; çoğu Merkez Bankacı ve iktisatçı bu ilişkinin varlığını zımnen kabul ederek, işsizliği uzun vadeli bir fiyat istikrar stratejisi olarak önermektedir. Biz iktisatçılar da enflasyonu kontrol etmek için gerekli (!) işsizlik oranına, talihsiz bir isimlendirme ile, “doğal işsizlik oranı” diyoruz.
Para politikasının uzun vadeli işsizlik üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını kabul etsek bile; burada asıl olan, kısa vadeli işsizlik sorununun maliyeti ile enflasyon oranını kısa veya uzun vadede azaltmanın sağladığı kazançların tartılması (mukayesesi) gereğidir. Demokrasilerde bu tartıyı Merkez Bankacıların (atanmışların) değil, siyasi iktidarların (seçilmişlerin) yapması sistemin yapısının vazgeçilmez bir şartıdır.
Eğer uzun vadeli işsizlik ile para politikası arasındaki ilişki belirsiz ise, bu belirsizlikle ilgili hangi risklerin alınmaya değer olduğuna karar verecek olan da yine siyasi iktidar olmalıdır. Olgun siyasi toplumlarda, özellikle para üzerinde kontrol yetkisi olanları özgürce seçme ya da reddetme hürriyetinin en iyi yöntem olduğu kabul edilir. Bir hükümetin uzun vadede bir miktar enflasyon pahasına, kısa vadede büyümeyi ve işsizliği azaltmayı tercih etmesinden daha meşru bir siyasi tercih ne olabilir? Meğer ki bu hükümet bu tercihleri sebebiyle seçilmiş ve iktidara gelmiş olsun. Ben ya da siz böyle bir tercihten yana olmayabiliriz; para politikasının siyasi iradeye terk etmenin yanlış bir yaklaşım olduğunu düşünebiliriz. Ancak, insanlara “hata” yapma özgürlüğü de veren şeyin adı demokrasi değil mi?
Özetleyecek olursak; Merkez Bankası tümüyle iç politik/demokratik denetim sürecinin dışına çıkarılmamalıdır. Siyasi iktidarlar (seçilmişler) para politikasında mündemiç olan tüm ekonomik ve sosyal tercihler üzerinde daha fazla söz ve kontrol sahibi olmalı, bu yolla halkın demokratik iradesini ekonominin yönetimine daha iyi yansıtabilmelidir. Merkez Bankası’nın performansı ise sadece enflasyon ile değil, uyguladığı para politikalarının ekonomi üzerindeki tüm sonuçları ile değerlendirilmelidir.
Paylaş
Tavsiye Et