KAFKASYA’DA zengin petrol ve doğal gaz yataklarının varlığı bölgeyi jeo-stratejik öneminin yanında jeo-ekonomik öneme de sahip hale getirdi. Bölgedeki petrolün uluslararası alanda dikkatleri çekecek kadar çok olduğunun keşfi 19’uncu yüzyıla rastlıyordu. 1850’li yıllarda Bakü’de ilk petrol rafinerileri kurulmaya başlandı. Apşeron yarımadasında petrolün çıkmaya başlamasının ardından Rusya’nın bölgedeki petrol yataklarının imtiyazını ihaleye açması ile başlayan akına İsveçli Nobel ailesi de katıldı. 1873 yılından itibaren bölgeye yerleşen Nobeller fışkıran bu refahtan pay almaya başladılar. Kardeşlerden Ludwig Nobel bir süre sonra Bakü petrol kralı olarak anılmaya başlandı.
Birinci Dünya Savaşına kadar enerji kaynağının en önemli merkezleri Romanya ve Rusya (özelde ise Kafkasya) olarak görülmekteydi. Ortadoğu petrolleri ise bilinmesine rağmen henüz kullanıma sokulmamıştı. Bunun en önemli sebebi Rus petrollerinin ucuz olmasının yanında, gerek boru hatları gerekse demiryolu taşımacılığı ile Avrupa piyasalarına daha kolay ulaştırılmasıydı. Savaş sırasında Bakü petrolleri önemli bir kazanım aracı olarak görülüyordu. Hatta İngiltere bir süreliğine bölgeyi işgal etmişti. İki savaş arası dönemde ise bu saydığımız bölgelerin yanında Ortadoğu da kaynak açısından önem kazanmaya başlamıştı. Ancak yine de Romanya ve Bakü petrolleri önemini muhafaza ediyordu. Bu sebeple Hitler 2. Dünya Savaşı sırasında Karadeniz’in üzerinden Bakü petrollerine ulaşmayı amaçlamış, ama Stalingrad’da yaşanan direniş sonucunda bu emeline erişememişti.
İki dünya savaşı arası dönemde olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde de Bakü petrolleri Sovyetler Birliği’nin ürettiği, kullandığı ve tükettiği ana petrol kaynağı olma özelliğini korudu. Sovyetler’in bu kadar hızlı ve fütursuzca kullandığı bu kaynak zamanla azalmaya ve eski değerini yitirmeye başladı. Bakü petrollerinin yerini, merkezde Sibirya olmak üzere, diğer bölgelerde üretilen petroller aldı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından bu bölge artık sadece Bakü olarak değil, Hazar Havzası olarak dünya petrol firmalarının dikkatini çekmeye başladı. Çünkü gelişen teknolojiye bağlı olarak uydu verilerinin de kullanılması ile, başta Hazar Denizi’nde olmak üzere Hazar Havzası’nda büyük petrol ve doğal gaz kaynaklarının varlığı tespit edilmişti. Bu gelişme üzerine Hazar Havzası uluslararası alanda enerjinin yeni jeopolitiği olarak tanımlandı. Bölge uluslararası düzeyde bir imtiyaz mücadelesinin yaşandığı rekabet alanına dönüştü. Büyük petrol devleri ile dünyanın yükselen ekonomileri yanında bölge ülkeleri de pastadan pay alabilmek için bu oyunda yerlerini aldılar. Oyun o kadar büyüktü ki, Rudyard Kipling’in, İngiltere ve Rusya’nın 19’uncu yüzyılda Afganistan üzerinde yaşadığı çekişmeyi anlatmak için kullandığı “Büyük Oyun” isimlendirmesine atıfla “Yeni Büyük Oyun” olarak da nitelendirildi. Zbigniew Brzezinski’nin 1997 yılında yayımlanan Büyük Satranç Tahtası isimli kitabında Hazar Havzası’nın kaynakları, ABD’nin yeni Avrasya stratejisi içerisinde öncelikli bir alan olarak ele alınıyordu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bölgeye hücum eden petrol şirketleri arkalarında büyük devletler olduğu halde, başta Azeri petrolleri, Kazak petrolleri, Hazar Denizi’ndeki kaynaklar ve Türkmen doğal gazı olmak üzere kaynakların paylaşımına giriştiler. Bu jeo-ekonomik boşluğun oluştuğu alanda yeni petrol savaşları yaşanmaya başladı. Rezerv alanları paylaşıldı ve aslan payı Amerikan ile İngiliz petrol şirketlerinin eline geçti. Bölgedeki devletler ile Rusya da bir miktar pay elde etti.
Bölgedeki bu paylaşım savaşı Sovyetler Birliği’nden yeni ayrılan, Hazar Havzası’nda yerleşik devletlerce ekonomik bağımsızlığı kazanıp refaha kavuşmanın en kısa yolu olarak görülüyordu. Hazar Denizi’ndeki kaynakların tahmin edilenin çok üzerinde olması ve kaynakların çoğunlukla Türkmen ve Azeri bölgelerinde bulunması Hazar Denizi’nin statüsünün sorgulanmasına sebep oldu. Hazar Denizi’nin göl mü, deniz mi olduğu tartışmaları gündeme geldi. Hazar’a komşu devletler iki ayrı görüş etrafında kümelendiler. Hazar göl ise kaynakların büyük bir kısmı ortak kullanıma açık olacak; eğer deniz olarak kabul edilirse her ülkenin kendinin münhasır ekonomik bölgesi ve kara sularının olduğu kabul edilecekti. Bütün bu mevzular halen tartışma konusu olmaya devam etmekte.
Kafkasya’daki enerji konusunda yaşanan problemler sadece paylaşımın düzenlenmesi ile sınırlı değildi; bu kaynakların uluslararası piyasalara taşınması da büyük bir mesele olarak gündemi meşgul etmekteydi. Kaynakların uluslararası piyasalara aktarılmasının en önemli ve kolay yolu, taşıyıcı güzergahların Kafkasya üzerinden geçmesiyle sağlanabilirdi. Bu ise Kafkasya’nın konumu ile ilgili uluslararası alanda birçok mücadelenin yaşanmasına sebep oldu ve oluyor.
Kaynakların kesintisiz ve en güvenli şekilde uluslararası piyasalara ulaştırılması enerji ile ilgili en dikkat çeken konulardan birini teşkil ediyor. Bu açıdan bakıldığında bölgede yaşanan çatışmalar, kaynakların uluslararası piyasalara güvenli bir şekilde aktarılmasına karşı bir tehdit olarak algılanıyor. Bölgedeki istikrarsızlık aynı zamanda çıkar çatışmasında birer araç olarak kullanılabiliyor, ya da daha kısa olabilecek ve daha az bir zamanda yapılabilecek bir hattın gündemden kalkmasına sebep olabiliyor. Bazı durumlarda ise imtiyaz elde edebilmek için kullanılıyor.
Enerji hatlarında Kafkasya’nın temel geçiş alanı olması, bu bölgedeki çatışmaların ülkeler arasında koz olarak kullanılmasına da imkan tanımaktadır. Çatışmaların diğer bir sonucu da hatların güvenliğinin tehdit altına girmesidir. Çeçenistan’da devam eden mücadele Bakü-Novorosisk hattını tehdit etmekte; Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki anlaşmazlık da Bakü-Ceyhan hattının daha uzun bir güzergah olan Gürcistan üzerinden geçmesinin planlanmasına sebebiyet vermektedir.
Paylaş
Tavsiye Et