TEMMUZ ayı içerisinde Küre Yayınları’ndan çıkan, ünlü Rus düşünür Alexandr Dugin’in Rus Jeopolitiği –Avrasyacı Yaklaşım adlı kitabı, uluslararası ilişkiler, Avrasya merkezli jeopolitik ve Türkiye-Rusya ilişkileri başta olmak üzere pek çok konuda çarpıcı ve orijinal görüşlere sahip. Kimi detaya kaçan bölümler zaman zaman ilgiyi dağıtsa da genellikle dikkati diri tutan değerlendirmelerle, Sibirya’nın enginliklerinden Moğolistan içlerine, Pasifik’teki Japon adacıklarından Atlas Okyanusuna, Hint alt kıtasından Kuzey Afrika’ya, Orta Doğu’dan Baltık ülkelerine, Orta Asya’dan Arabistan çöllerine kadar tüm dünya coğrafyasını Avrasya jeopolitik ana blokunu merkeze alarak adım adım dolaşıyorsunuz.
Yazar jeopolitiği postmodern dönemin bilimi olarak görüyor; hatta Hıristiyanlıktaki mezhep ayrılıklarının temelinde bile jeopolitik unsurların yer aldığını iddia ediyor. Dugin’e göre, bugün dünya ABD’nin tüm ülkeleri ve halkları “silindir gibi ezip geçen” azman gücünün tehdidi altındadır. Hiç kimsenin teke tek mücadelelerle bu düşmana galebe çalma şansı yoktur. O halde saçma bir bencillik yarışı içinde “kimin değerleri daha iyidir” iddialarını bir tarafa bırakıp, elimizde kalan değerlerimizi kurtarmak için topluca “ortak düşman” ABD’ye karşı harekete geçmeliyiz. Kendi kimliklerimizi savunmak için, kısa bir süre önce rakiplerimiz ve hatta düşmanlarımız olanlarla ciddi, jeopolitik bir ittifaka girmek zorundayız. Bu ittifakın adı da Avrasyacılıktır. Avrasyacılık, Rusya ana kütlesi merkezli dev bir projedir ve ABD liderliğindeki Atlantikçi blokun karşısında yer alır.
Yazar, dünyayı jeopolitik açıdan dört ana eksene ayırır: Birincisi kuzeyi ve güneyi ile birlikte, Monroe Doktrini’nden itibaren ABD tarafından konsolide bir yapı olarak kontrol edilmekte olan Amerika ekseni; ikincisi Mağrib ülkelerine olan etkisine ilaveten Orta ve Doğu Avrupa’yı kontrolünde tutan Almanya-Fransa merkezli Avrupa ekseni; üçüncüsü Japonya’nın hakim durumda olduğu Pasifik ekseni ve son olarak Rusya merkezli Avrasya ekseni. Atlantikçi blok şu anda bunlardan ilk üçünü kontrolünde bulunduran sarsılmaz bir jeopolitik ve hegemonik güç durumundadır. Avrasyacı blok ise bu sıralamanın son üçünü bir araya getirmeye taliptir. Bu başarılabilirse dünyanın jeopolitik güç ekseni, denizci Atlantikçi bloktan karasal Avrasyacı bloka geçecektir.
Avrasya İmparatorluğu, içerisinde barındırdığı tüm alt-imparatorlukların indî çıkarlarının üstünde yer alacaktır. Bu cümleden olmak üzere Rus İmparatorluğu, Avrupa İmparatorluğu, Pasifik İmparatorluğu ve Orta Asya (İran) İmparatorluğu Yeni İmparatorluğun stratejik emirlerine tâbi olacaktır. “Ortak düşman” ABD’nin üstünlüğü devam ettiği sürece, “herkes için Avrasya içi çatışmalar ve zıtlıklar sunî karakterdedir”. ABD liderliğindeki Atlantikçi blok mağlup edildikten sonra Avrasyacı blok askerî-stratejik anlamını kaybetse de “yüksek yasal merci” rolünü oynayabilir. Böylece “ortak düşman” üzerindeki zaferden sonra Avrasya halkları arasında ilişkilerin zayıflamasıyla kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan gerginlik de kontrol altına alınmış olur.
Avrasyacılık çerçevesinde dost-düşman ayrımını keskinleştirmek isteyen yazar, dostları/müttefikleri kenetlemek ve düşmanları bertaraf etmek için başvurulması gereken çeşitli yöntemlere işaret eder. Bu bağlamda her bölgede “günah keçisi” ülkeler tespit ederek, (ayrılıkçı hareketleri kışkırtma, istikrarsızlık unsurlarını besleme ve yıldırma gibi) birtakım yöntemlerin onları zayıf düşürmek için uygulanmasını ister. Ona göre Çin’de Moğollar, Tibetliler ve Doğu Türkistan Müslümanları; Türkiye’de Kürtler, Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi; ABD’de Afro-Amerikan ırkçılığı; İngiltere’de İskoç ve Galler milliyetçilikleri bu amaçla kullanılabilecek en iyi malzemelerdir.
Dugin Rus halkını kurtarıcı (mesiyanik) halklar safında bulunan, aşkın nitelikleri, eskatolojik misyonları olan ve “Avrasya anakarasının devasâ alanlarını birleştirme zaruretinin derin bilincine sahip” bir halk olarak tanımlar. Yazar, Rus halkının seçilmiş bir halk olarak tarihin her döneminde kendi özgün mecraını bulduğunu belirtir. Bu, tarihte knezlik, imparatorluk ya da Sovyetler modelinde somutlaştığı gibi, şimdi de yine kendine has bir çıkış şeklinde olacaktır. Ancak bu yeni form kesinlikle ulus-devlet (bölgesel devlet) gibi düşük bir profilde gerçekleşmemelidir.
Dugin, Türkçe baskıya yazdığı önsözde, Türkiye’nin de aynen Rusya gibi jeo-stratejik dinamiklerini kendi tarihinden devşirmesi ve kendisine biçilen daha düşük ölçekli rollerden kaçınması gerektiğini belirtir. Şu anda içinde bulunduğu stratejik ittifak/lar dolayısıyla Avrasyacı oluşumun muhtemel düşmanlarından biri gibi gözükse de, yazara göre “Türkiye jeopolitiğinin mayası” Avrasya menşelidir. Zira Türkiye’nin jeopolitik tarihindeki üç unsur; Türklük, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti hep bu kaynaktan beslenmiştir.
Avrasyacı yoldan gidilirse sadece “günübirlik müşterek menfaatlere ulaşılmaz, Karadeniz çevresinde ve Kafkasya’da birkaç asırdır süren Rus-Türk çatışmasına da son verilebilir ve stratejik yeniden yapılanma doğrultusunda tüm kıta için yeni, çok kutuplu bir proje öne sürülebilir”.
Türkiye ile Rusya en azından kendi kimliklerini korumak için eski düşmanlıklarını gözden geçirmek ve jeopolitik bir ittifaka girmek zorundadır. “Bununla beraber” der Dugin, “hayâller kurmak gerekmez: Çünkü Ruslar ve Türklerin göreceli uyuşmazlığı diğer geri kalan şeyler gibi bizim tarihi kimliğimizin bir parçasıdır. Fakat, Amerikan merkezli ‘yeni dünya düzeni’nden gelen tehdidin ciddiyeti, bizleri bu aşamayı mümkün olduğunca hızlı geçmeye mecbur etmelidir”. Avrasyacılık, şu anda ABD karşısında mağdur durumda olan tüm ülkeler için, uzun dönemde rekabet payı saklı kalmak kaydı ile daha katılımcı ve eşit bir dünya oluşturmanın ve tek kutupluluktan kurtulmanın yegâne ve kaçınılmaz yoludur.
Yazarın tüm iddiaları Rusya merkezlidir; Rusya’nın avantaj ve dezavantajlarını, varlıkları ve yoksunluklarını gözeterek hareket eder. Mesela Rusya’da mevcut doğal kaynaklar, nükleer silahlar ve insan gücüne sahip bir ülke olarak Çin’i değil, Rusya’da olmayan teknolojik donanım ve know-howa sahip, ancak askerî güçten yoksun Japonya’yı; Rusya’nın içinde ya da “yakın çevre”sinde bulunan Müslüman ve Türk nüfus üzerindeki muhtemel siyasî etkisi ve asırlardır süren mücadeleleri dikkate alarak Türkiye’yi değil, ABD muhalefetini ve “alternatif” devrimci İslam “akreditasyonunu” kullanmak ve Rusya’nın sıcak denizlere erişimini kolaylaştırmak için İran’ı; ayrıca yüzyıllara dayanan büyük güç rekabeti, Atlantikçi yapı içindeki etkinliği ve en önemlisi Almanya çekincesini hesaba katarak da İngiltere’yi değil, dünya sisteminin iki dünya savaşıyla dize getirme çabasına rağmen hâlâ Avrupa’nın teknolojik ve ekonomik lokomotifi, en etkin siyasî gücü ve bununla birlikte askerî kudretten yoksun bir ülkesi olarak Almanya’yı tercih ederek Rusya’nın yoksunluklarını tamamlamaya, varlıklarını pazarlık konusu yapmaya ve elini güçlendirmeye çalışıyor.
Yazarın bahsettiği potansiyel alt-imparatorlukların konsolidasyonunu sağlayacak alternatif siyasi irade henüz ortalarda gözükmemekte. Zaten Dugin’in kendisi de Atlantikçi hakimiyetin orta vadede bile mağlubiyetini tahayyül etmenin acelecilik olacağı kanaatindedir. Yine de son zamanlarda uluslararası arenada gözlemlenen kimi gelişmeler Rusya’nın Avrasyacılık kartını iyi kullanmak niyetinde olduğunu gösteriyor. Mesela Ağustos ayının ilk haftasında bazı gazetelerde şu haber yer alıyordu: “20 milyondan fazla Müslümanın yaşadığı Rusya’nın Devlet Başkanı Putin özel temsilcisi aracılığıyla İslam Konferansı Örgütü’ne üyelik için başvurdu” ve devamında “Rusya’nın katılımı örgütün fonksiyonunu değiştirecek” deniliyordu. 1999’dan bu yana Rusya Parlamentosu (Duma) başkanlığının stratejik ve jeopolitik konulardaki başdanışmanlığını yapmakta olduğunu kitabın künyesinden öğrendiğimiz Alexandr Dugin’in ilk bakışta ham hayal gibi görünen fikirleri aslında ciddi bir siyasi hamlenin nüvelerini barındırıyor gibi. En azından Rusya için. Ne dersiniz?
Paylaş
Tavsiye Et