Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Unutuluşun rüzgârında: İstanbul’da Çeçen sığınmacılar
İbrahim Zeyd Gerçik
1994 YILINDA başlayan ve 110 bin sivilin ölümüyle sonuçlanan Birinci Rus Çeçen Savaşı’nın daha yaraları sarılmadan, 1999 yılı Ekim ayında Rusya Federasyonu Çeçenistan’a karşı yeni bir işgal hareketine girişti ve 500 bin Çeçen sivil evlerini terk ederek mülteci konumuna düştü.
Mültecilerden ülkemize sığınan 1300 kişi üç yılı aşkın bir süredir İstanbul’da yaşam mücadelesi veriyor. Bu insanların tüm ihtiyaçları, Kafkas-Çeçen Dayanışma ve Kültür Derneği ile hayırsever kişi ve kuruluşlardan gelen bağışlarla karşılanıyor. Ancak derneğin yurt çapında yardım toplama izni olmadığından, üç yıl geçmesine rağmen maddi sorunlar hâlâ aşılabilmiş değil.
Bugün Türkiye’de bulunan Çeçen sığınmacılar hukuki olarak, turistik gezi amacıyla Türkiye’ye gelip vize süresini geçirmiş, her an sınır dışı edilme ve ülkelerine geri gönderilme durumuyla karşı karşıya olan kişiler konumundalar. Türkiye’ye geldiklerinde verilen 1 aylık vizeleri dolan sığınmacıların güvenlik makamları ile sık sık başları derde girdiğinden 2000 yılı Ekim ayından itibaren İçişleri Bakanlığı’nın izni ile üçer aylık dönemler halinde geçici oturma izni verilmeye başlandı. Ancak daha ikamet tezkeresi hazırlanırken süre doluyor ve verilen izinden beklenen fayda temin edilemiyor. İçişleri Bakanlığı daha sonraki talimatlarında ikamet izni kapsamını daralttığından şu anda bu haktan sadece 40 civarında sığınmacı yararlanabiliyor. Gidecek yeri olmayan, olağan kimlik kontrolü gibi nedenlerle güvenlik kuvvetlerince alıkonulup Yabancılar Şubesi’ne teslim edilen sığınmacılar ellerinde geçerli pasaportları bulunmadığından yurt dışına da çıkamıyorlar. Pasaportunu taşıdıkları Rusya Federasyonu’nun konsoloslukları da seyahat belgesi vermediğinden bu kişiler, aylarca Yabancılar Şubesi’nde gözaltında kalabiliyorlar. Her türlü riski göze alıp geri dönmek isteyen kişilere yol parası temin edilemediğinden dönüşleri de sağlanamıyor. Yol parası bulup Çeçenistan’a ya da başka bir ülkeye gitmek isteyen sığınmacılar ise gümrük çıkış kapılarında büyük miktarda vize ihlali cezası ödeme engeline takılıp; ödeyecek parası olmayanlar geri çevriliyorlar.
İstanbul’da bulunan sığınmacıların içinde 200 civarında ilköğretim çağında çocuk mevcut. Bu çocukların önemli bir kısmının okula kayıtları ikamet izinleri olmadığı için yapılamıyor. Çocukların eğitim hakkından mahrum edilmelerinin gelecekleri açısından ne derece olumsuz sonuçlar doğuracağı aşikâr. Orta öğretim çağındaki çocuklar ise velilerinin ikamet izni olmadığı gerekçesi ile okula alınmıyorlar. Yüksek öğrenim gören 100 öğrencinin harç bedelleri imkanlar nispetinde dernek tarafından ödenmekte; ancak diğer ihtiyaçları karşılanamıyor. Üniversite öğrenimi gören kişilerin vizeleri yenilenmiyor ve yurt dışına çıkıp vize almaları isteniyor.
1999 yılı Ekim ayından itibaren Türkiye’ye gelmeye başlayan Çeçen sığınmacılar, bir süre otellerde barındırıldıktan sonra masrafların karşılanmasında güçlük çekildiğinden toplu kalabilecekleri yer aranmaya başlandı ve Kafkas-Çeçen Dayanışma Derneği tarafından üç tane toplu barınma yeri oluşturuldu.
Ücretlerini ödeyemedikleri için otellerden sokağa atılmaya başlanan sığınmacılardan 180 kişilik bir grup İstanbul’un Fenerbahçe semtinde bulunan Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Devlet Demir Yolları dinlenme tesislerinin uzun süredir kullanılmayan metruk bölümüne 2000 yılı Mart ayında geçici olarak nakledildi. Fakat daha sonra başka yer bulunamadığından yaklaşık 3 yıldan beri burada kalmaktalar. Yazlık dinlenme tesisi niteliğinde, çatısız olarak inşa edilmiş ve yaklaşık 8-9 metrekarelik tek odalı bölümlerde 5-6 kişinin kaldığı, ısınma tesisatı bulunmayan bu yerin elektrikleri de 2000 yılı Ekim ayında Devlet Demir Yolları idaresi tarafından kesildi. Su ise ikişer saat olarak günde iki kez verilmekte. Yatakları olmayan mülteciler, tahta ranzalar üzerinde yatıyorlar. Kamp mutfak ve banyoya sahip değil. Kış aylarında LPG ile çalışan sobalar kullanıldığından her zaman zehirlenme riski var.
150 kişilik ikinci bir sığınmacı grubu ise İstanbul, Beykoz, Tokatköy’de dernek tarafından kiralanan 4 katlı bir taşınmazda barındırılmaktalar. Bu yerin hayat şartları nispeten daha iyi. Ancak binadaki aşırı rutubet mültecilerde birçok hastalığa neden oluyor. Binanın kira, elektrik, su ve ısınma gibi sabit giderlerinin ödenmesinde ise bir hayli sıkıntı çekiliyor.
150 kişiden oluşan 3’üncü bir sığınmacı grubu da İstanbul, Ümraniye, Atakent semtindeki Halil’ür-Rahman Camii’nin altında bulunan ve uzun yıllardır metruk kalmış, iki kattan ibaret bir taşınmazda barındırılmaktalar. Kalabalık nedeniyle nefes almakta bile zorlanılan bu yerde kalanların da birçok sorunu çözülebilmiş değil. Su ve elektrik gibi sabit giderler ödenemiyor; kış aylarında ise ısınma sorunu ile karşı karşıya kalınıyor.
Bu üç kamptan ayrı olarak, 185 aileden oluşan 800 kişilik bir sığınmacı grubu da şehrin değişik yerlerine dağılmış evlerde barınmaktalar. Bunların da kira, elektrik, su ve yakıt gibi sabit giderlerinin karşılanmasında sıkıntı yaşanmakta.
Dernek, sınırlı imkanları ile, sayıları 1300 kişiyi bulan sığınmacıların gıda ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalıyor. Sadece ekmek tüketimi günlük 1000 adedi buluyor.
Dernek tarafından sığınmacıların sağlık sorunlarının tedavisi ve çok sayıda çocuğun hastalıklara karşı aşılanmasına yönelik çalışmalar yapılmakta. Ancak daha önce Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarından olan kişilerin yararlanabildiği ücretsiz tedavi imkanı kaldırıldığından Devlet Hastanelerinde bu kişilerin ücretsiz tedavisi yapılamıyor ve maddi imkansızlıklar nedeniyle, özellikle yetersiz beslenme ve sağlıksız koşullarda barınmadan kaynaklanan sağlık sorunlarına çözüm bulunamıyor.
 
Çözüm İçin El Ele
Türk halkı ile tarihten gelen sosyal ve akrabalık bağları bulunan ve kendilerine mülteci statüsü tanınmayan Çeçen sığınmacıların savaş süresince ülkemizde barındırılmaları bizim için insanî ve vicdanî bir yükümlülüktür. Evlerini, mülklerini, işlerini ve en yakınlarını kaybeden bu insanlar, haysiyetlerini ve çocuklarının namusunu korumak için ülkemize ve bizlerin dostluğuna sığınmışlardır. Sorunların çözümü, üç yıldır bu ıstıraba gözlerini kapayan ve yeterli ilgi göstermeyen devlet kurumlarının konuya hassasiyetlerini artırmasına ve sivil toplum kuruluşlarının daha aktif çaba göstermesine bağlıdır. Belirtilen sorunların çözümü için:
İçişleri Bakanlığı tarafından geçici ikamet izninin sığınmacılara verilerek sürelerinin en az altı aya çıkarılması ve kapsamının genişletilmesi, ilk ve orta öğrenim çağındaki çocukların en azından misafir öğrenci olarak okullara kaydedilmesi, yüksek öğrenim görenlerin ise vize yenileme işlemlerinde kolaylık sağlanması,
Devlet kurumları tarafından İstanbul’da bulunacak ve toplu halde kalabilecekleri bir yerin sığınmacılara tahsisi,
Kızılay’dan bir kereye mahsus yapılan gıda yardımının periyodik hale getirilmesi, keza idari makamların İl ve İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları vasıtasıyla yardımda bulunması,
Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarından olan kişilerin yararlanabildiği ücretsiz tedavi imkanından Çeçen sığınmacıların yeniden yararlandırılması yaşanılan engellerin önemli bir kısmını ortadan kaldıracaktır.
Devlet kurumlarının sağlayabilecekleri esnekliği artırmalarını ümit etmekle birlikte, uluslararası arenadaki baskılar göz önünde tutulduğunda, bu sorunun çözümünde resmi kanalların çabalarının sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır. Bu noktada sorumluluk sivil topluma düşmektedir. Geleneğimizde güçlü bir yere sahip olan misafirperverliği bu insanlara sunmak ve onların problemlerini, “aş temin etmek yerine iş sahibi yapmak” gibi köklü çözümlere kavuşturmak bizim toplumsal yükümlülüğümüzdür.

Paylaş Tavsiye Et