21’İNCİ yüzyılın başında şehirlerin genellikle iki olgunun etkileri ile baş etmek zorunda oldukları görülüyor. Bunlardan birincisi, artan küreselleşmenin ortaya çıkardığı rekabet baskıları; ikincisi ise ekonomilerin giderek sanayiye dayalı bir yapıdan hizmetler sektörü ile enformasyon ve iletişim teknolojilerine dayalı bir yapıya geçiş yapmasıdır.
Küresel kapitalizm 1980’li yıllardan itibaren bir tür “kentlerarası rekabet” başlattı. Bu rekabet içinde kentlerin çokuluslu iktisadî entegrasyon hareketlerinin baskısı altında, mukayeseli avantajlarını belirlemeye çalıştıklarını görüyoruz.
Günümüz dünyasında rekabet eden şehirlerin göze çarpan üç ortak özelliği var:
Birincisi; imalat sanayiindeki gerilemeye karşın hizmetler sektöründeki genişleme,
İkincisi; bankacılık ve finans, hukuk, sigorta, yönetim danışmanlığı, reklamcılık, muhasebe/mâli müşavirlik ve gayrimenkul danışmanlığı gibi hizmetleri kapsayan “üretici hizmetleri”nde hızlı genişleme,
Üçüncüsü ise küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerin komuta ve kontrol fonksiyonlarının bir araya toplanması.
İstanbul’un bu kentlerarası rekabette ne ölçüde şansı olduğu sorusunu cevaplamak için önce, yeni küresel iktisadî mimaride Türkiye’nin hangi konumda olduğuna bakmak gerekiyor.
Türkiye Rekabetin Yeni Koşullarını Anlamak Zorunda
Yeni küresel iktisadî mimari asimetrik bir karşılıklı bağımlılığın geçerli olduğu bir dünyayı temsil ediyor. Bu dünya Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya Pasifik’i kapsayan üç ana bölge etrafında organize olan ve giderek kutuplaşan bir dünya. Fakat bu mimari içinde bazı temel rekabet ve değişim dinamiklerini göz ardı etme hatasına düşmemek gerekir. Zira bu dinamikler iktisadî mimariye “değişkenlik” özelliği kazandırmakta. İşte bizatihi bu “değişkenlik” gelecekte Türkiye gibi ülkelerin dünya ekonomisinde söz sahibi olmalarına imkan sağlayabilecek bir potansiyeldir.
Söz konusu bu değişken mimaride uluslararası iş bölümünün yeniden şekillendiğini görüyoruz. Yeni iş bölümünde esas itibariyle üç tip üreticiden söz edebiliriz:
Birincisi; bilgiye dayalı yüksek katma değer üreticileri. İkincisi, düşük maliyetli işgücüne dayalı yüksek hacim üreticileri. Üçüncüsü; tabi kaynaklara dayalı hammadde üreticileri.
Bu iş bölümünde, artık rekabetin temelini tabii kaynaklar ya da düşük maliyetli işgücü bakımından zengin olmak değil, özellikle katma değerin temelini bilginin oluşturduğu (vasıflı işgücüne dayalı) üretim teşkil etmektedir. Diğer bir deyişle, bu iş bölümü -geçmişte olduğu gibi- esas itibariyle ülkenin özelliklerinden ziyade, işgücünün özellikleri tarafından belirlenen bir iş bölümüdür. Türkiye olarak rekabetin temelini oluşturan bu yeni koşulları iyi anlamak ve iş bölümü içindeki yerimizi belirlemek zorundayız.
Bu değişken geometride Türkiye, Karadeniz Bölgesi, Orta Asya, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da yer alan bir ülke olarak, bu bölge ülkelerinin gerek küresel pazarla bütünleşmesini sağlama ve gerekse uluslararası sermayenin bölge ülkelerine girişi açısından en önemli aday ülke konumundadır. Türkiye’nin bu anlamda bölgesel bir finans ve hizmet merkezi olma hedefine etkiler, çeşitli dış unsurlar mevcuttur. Bunlardan birincisi; Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’nın (GATS), anlaşmaya taraf olan ülkeleri iç pazarlarını yabancı ülkelerin hizmet sektörüne açmaya mecbur tutmasıdır. Bu durum, Türkiye’ye bölge ülkelerine hizmet ihracında avantaj sağlayacaktır. İkincisi; uluslararası finansal sistemin küresel tek bir pazara dönüştürülmesi sürecini yönetmekle görevlendirilen G-20 organizasyonu içinde Türkiye de yer almaktadır. Bu bağlamda, Türkiye, G-20’nin nihai amacı olan iktisaden gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında işbirliğinin sağlanması için bölgesindeki en güçlü adaydır. Üçüncüsü; AB’ye tam üyelik Türkiye’nin bölgesel bir finans ve hizmet merkezi olması konusunda bazı avantaj ve dezavantajları beraberinde getirecektir. Avrupa Birliği’nin, özellikle mali piyasalar ile ilgili kısıtlayıcı özellikleri, bir finans merkezine rekabet avantajı sağlayan esnek düzenlemeler unsuru ile çelişkili bir durum arz etmektedir. Diğer yanda, AB üyeliğinin Türkiye’nin bölge ülkeleri ve uluslararası kurumlar nezdinde güvenilirliğini artırması beklenebilir. Bu meyanda, halen tam üye olmayan Türkiye’nin etkin bir finans sistemi kurarak Avrupa’daki sıkı düzenlemelerden kaçınmak isteyen Avrupalı mali kurumlar için bir merkez olabileceğine dair kanaatler mevcuttur.
İstanbul Gerekli Özelliklere Sahip mi?
Türkiye’deki şehirlerin bazı Batı şehirleri ile mukayese edilebilecek anlamda bir küresel kentlerarası rekabete girdiğini söylemek henüz oldukça zor.
İstanbul; bankacılık/finans, yönetim danışmanlığı, hukuk hizmetleri, reklamcılık, sigorta, muhasebe/mali müşavirlik, gayrimenkul gibi “üretici hizmetleri” açısından gelişmişlik gösteren bir şehir. Bazı akademik çalışmalarda Türkiye’de şehirler içinde sadece İstanbul “dünya şehirleri” arasında yer almaktadır. P.J. Taylor ve D.R.F. Walker’in geliştirdiği ölçüm metodu ile, şehirler “dünya şehri” olma ölçüsüne göre sıralanmakta; buna göre, içinde İstanbul’un da bulunduğu 55 şehir “dünya şehri” olarak sınıflandırılmaktadır. “Dünya şehri olma” açısından en yüksek puanın 12 olduğu sıralamada İstanbul 4 puan ile Atlanta, Barselona, Berlin, Buenos Aires, Budapeşte, Kopenhag, Hamburg, Kuala Lumpur, Manila, Miami, Montreal, Münih, Minneopolis ve Şangay ile aynı kategoride gösterilmektedir.
İstanbul ile ilgili bazı gerçekler:
• 10 milyonu aşan nüfusu ile tüm ülke nüfusunun yaklaşık % 15’ini oluşturmaktadır.
• Toplam milli gelirden yaklaşık %23 pay almaktadır.
• Sanayi yatırımları son 20-25 yılda giderek şehir dışına kaymakta ve hizmet sektörü hızla büyümektedir.
• Her yıl devlet bütçesine katkısı %40, buna karşın devlet harcamalarından aldığı pay %7-8 civarındadır.
• Banka mevduatlarının %35’ine yakını İstanbul’da toplanıp, kredilerin %33’ü yine İstanbul’da kullanılmakta, Türkiye’deki toplam banka şubelerinin yaklaşık %20’si İstanbul’da yer almaktadır
• İstanbul hem yurtiçi hem dış ticaret faaliyetlerinde merkezî bir rol almaktadır. İstanbul’da ticaret sektöründe yaratılan katma değer, il toplam katma değerinin %26,5’u, Türkiye genelinde ticaret sektörünün %27’si düzeyindedir. İstanbul’un ihracatı Türkiye toplamının %46’sı, ithalatın %40’ı düzeyindedir.
• İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, hızla dünyanın sayılı borsaları arasındaki yerini almaktadır.
• İstanbul nüfusunun eğitim durumu Türkiye ortalamasının oldukça üzerindedir.
Ne Gerekli?
Bir “dünya şehri” olduğu tartışmasız bir gerçek olan İstanbul’un, bölgesinde bir finans ve hizmet merkezi haline gelmesi için bazı temel şartların yerine getirilmesi gerekir.
Öncelikle Türkiye, bölgesinde siyasî ve ekonomik istikrarı tümüyle sağlamış bir ülke olmalıdır.
İkincisi, İstanbul’un yönetsel açıdan köklü bir zihniyet dönüşümü geçirerek aşırı merkeziyetçi, bürokratik bir mahalli yönetim anlayışından, çok daha özerk ve “müteşebbis” bir yönetim anlayışına geçmesi zorunludur. (Örneğin; Londra Belediyesi’nin yetkileri diğer İngiliz şehirlerine göre çok daha geniştir.)
Üçüncüsü, şehrin altyapısı tümüyle yeniden ele alınarak, yüksek rekabet gücü olan bir finans ve hizmet merkezinin gerektirdiği şekilde düzenlenmelidir.
Dördüncüsü, mevzuat vergi ve teşvik sisteminin İstanbul’a rekabet avantajı sağlayacak şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Paylaş
Tavsiye Et